ABD'de 2007'nin son çeyreğinde konut kredileriyle (Mortgage) başlayan uluslararası mali krizin etkileri devam ediyor. Krizin ilk etkileri uluslararası finans piyasalarında sert hareketlere ve şirket batışlarına sebep olmuştu. Ardından yaşanan likidite sıkışıklığını aşmak için başta ABD merkez bankası (FED) olmak üzere büyük merkez bankaları piyasalara nakit enjekte etmişti. Ardından FED, artarak devam eden faiz indirim politikalarıyla piyasaların tansiyonunu düşürmeye çalıştı. Hisse senedi ve türev piyasalarda büyük zararlar yazan hedge fonların emtia piyasalarına saldırması ile emtia fiyatlarında tarihi zirveler yaşandı. Güvenli liman olarak görülen altında 1000 dolar/ons seviyeleri aşılırken, petrol 117 dolar seviyelerine kadar yükseldi. Aslında emtia fiyatlarında yaşanan bu sert yükselişlerin makro arka planları bulunmamaktadır. Çünkü: 2008 yılında dünya genelinde büyümede olumsuz bir yıl olacağı beklentisi genel kanaatti. Büyümenin aşağı yönde olduğu bir ortamda da emtia talebinin ve fiyatların düşmesi gerekmektedir. Ancak; diğer piyasalarda kayıplar yaşayan fonların bu piyasalara girmesi ile talep yönündeki artışlar fiyatları yukarı yönde tetikledi.
Son dönemde ise bu işlemlerin piyasalarda rahat alınıp satılabilen tarımsal ürünlere kaydığı gözlemleniyor. Uluslararası ölçekteki kurumlardan (BM, IMF, Dünya Bankası, vs...) üst üste uyarıların gelmesi ve anormal derecedeki fiyat artışları tarımı bir anda dünya gündemine yerleştirdi. Türkiye'de ise her zamanki gibi kısır tartışmalarla "pirinç ekseninde" olay tartışılıp kavranılmaya çalışıldı.
Bizce, fiyat gelişmelerinin sebep sonuç ilişkisi bakımından (her ne kadar birbirinden ayrılması teknik anlamda mümkün olmasa da) iki eksen etrafında incelenmesi gerekmektedir.
1- Uzun vadeli dünya tarımındaki yapısal dengesizlik,
2- Son dönemde mali piyasalarda yaşanan hareketin tarımsal ürünlere sirayet etmesi.
1- Uzun vadeli dünya tarımındaki yapısal dengesizlik
Tarım, beslenme odaklı bir sektör olduğu için tüm dünya nüfusu açısından büyük önem taşımaktadır. Tarım sektörü yapısı itibariyle ekonominin diğer sektörlerinden farklı bir yapıya sahiptir. Bu sebepledir ki serbest piyasa ekonomisini benimsemiş ABD'de bile tarım piyasasına devlet müdahalesi 1930 yılından bu yana uygulanmaktadır. Bu politikaların bir sonucudur ki ABD bugün dünya tarım piyasasının yüzde 40'na yakın kısmına hâkim olmuştur.
Gelişmekte olan ülkelerde sanayileşme hevesi tarımı geri plana itmiştir. Modern tarımcılık, teknoloji ve maliyet bazlı nedenlerden dolayı gelişmiş ülkelerin tekelinde kalmıştır. Gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerde tarım sektöründen büyümeye katkı sağlayacak kaynaklar değişik şekillerde diğer sektörlere aktarılmıştır. Tarım sektörü yatırım için cazip bir sektör olmaktan çıkmış, girdi maliyetleri artmış ve tarımsal ürünlerde fiyat istikrarının sağlanması, tüketicilere ve sanayiye ucuz mal temini amaçlarına hizmet etmiştir. Bunun son dönemdeki en çarpıcı örneği sanayileşen Çin'dir. Üretimde kullanılan toprak gibi önemli bir girdinin sabit olması, arzın artırılmasını teknolojik gelişmelere bağlı kılmıştır. Teknoloji bakımından ileri ülkeler geliştirdikleri tarımsal tekniklerle üretimlerini artırma yollarını denerken, geri kalmış ülkeler gerek teknoloji gerekse tarımsal alanların babadan oğula bölünerek daralması neticesinde ithalata bağımlı hale gelmişlerdir. Gelişmiş ülkeler genetiğini değiştirdiği ürünlerle ve ekonomik avantajlarını kullanarak rekabet güçlerini artırmışlardır. Bunun sonucunda da oluşan üretim fazlalarını gelişmekte olan ülkelere çok ucuz fiyatlarla vererek bu ülkelerin tarımsal üretimleri daraltılmıştır. Tarım sektöründen alınan pay her geçen gün dengesiz bir şekilde değişerek bu günlere kadar gelinmiştir.
Son yıllarda ise küresel ısınma ve doğaya bırakılan gazlarla bozulan ekolojik denge sayesinde yaşanan mevsimsel kuraklıkla tarımsal üretimdeki azalma fiyatlar üzerinde etkili olmuştur.
2- Mali piyasalarda yaşanan hareketin tarımsal ürünlere sirayet etmesi
Dünya Bankası verilerine göre; geçtiğimiz yıl buğday fiyatları yüzde 130, pirinç fiyatları yüzde 70'ten fazla yükseldi. Temel gıda maddesi durumundaki bu ürünlerde yaşanan fiyat artışı, genel olarak gıda fiyatlarının da son üç yılda yüzde 83 yükselmesine yol açtı. Aslında tarımsal ürünlerdeki hareket yapısı gereği önce buğdayla başlamıştı. Geçtiğimiz Şubat ayında buğday fiyatları 5 ay içinde ikiye katlanmış ardından ise gevşeme yaşanmıştı. Bu yıl pirinçte aynı şekilde ve daha sert fiyat hareketleri yaşanmakta. Bu iki ürün, özellikle pirinç niteliği itibariyle uluslararası piyasalarda kolay alınıp satılabilmektedir.
Son dönemde dünyada artan gıda fiyatlarını salt olarak spekülasyona bağlamamak gerekiyor.
Kısa vade de fiyat artışlarını ana başlıklar halinde incelersek:
1- Dünyanın en fazla nüfusuna sahip iki ülkesi olan Çin ve Hindistan'ın artan refah seviyesinin getirmiş olduğu beslenme alışkanlıklarındaki değişim.
2- Yükselen petrol fiyatlarının etkisi ile alternatif yakıt olan tarımsal ürünlerin biyoyakıt olarak kullanılması. IMF, son üç yılda dünya mısır talebindeki artışın en az yarısının ABD'deki biyoyakıt üretimi talebinden kaynaklandığını tahmin ediyor.
3- Mali piyasalarda kayıplar veren ve emtia piyasalarına saldıran, ardından da yükseliş bekledikleri ve kârı maksimize etme hırsında olan hedge fonların bu ürünler üzerine alım kontratları yazması. Tüm bu etkiler bir araya gelince son dönemde gıda fiyatlarında aşırı fiyat hareketleri yaşanmaya başladı. Kısa vadede gıda fiyatlarının önceki yıllardaki seviyesine düşmesini beklemek oldukça iyimser bir beklenti olacaktır.
Gıda krizinin sosyo-ekonomik boyutları
Ünlü İngiliz nüfus bilimci ve ekonomi-politik teorisyeni Thomas Malthus (1766-1834), artan nüfus karşısında gıda kaynaklarının kaçınılmaz olarak insanlığa yetmeyeceği teorisini ortaya atalı iki yüz yıl oldu. İktisatçıların bir kısmı o günden bu yana bu teorinin gerçekleşeceğini kaygı ile beklediler, şimdiye kadar bu kaygılar boşa çıktı. Kapitalist iktisat teorisine göre; insan ihtiyaçları sonsuz, kaynaklar ise kıttır. Aslında doğada kaynakların kıt olduğu savı yanlış olmakla beraber insan ihtiyaçlarının dizginlenememesi ve bölüşüm sorunu modern toplumun en önemli problemlerindendir. Dünyada artan nüfus karşısında beslenme kaynakları da artmaktadır. Yani dünya aç ya da fakir değildir. İnsanların aç ve fakir olduğu bazı bölgeler mevcuttur. Bugün için dünyanın toplam gıda üretimi tüm dünyaya yetecek düzeydedir. Tabi ki bu üretimin salt gıda maddesi olarak kullanılması ve fakirlerinden bundan yaşamlarını idame ettirecek miktarı alması şartıyla…
Dünyada yıllardır yaşanmakta olan ve devam eden bir kriz vardır. Bu krizin adı "Beslenme Krizi"'dir. Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, IMF ve diğer uluslararası kuruluşların son dönemde yaptığı uyarılar fiyat artışları ve üretim miktarındaki düşüşlerden öteye geçememektedir. Yıllardır yaşam savaşı vermekte olan fakir ülkelerin aslında son fiyat hareketlerinden çok fazla etkileneceği beklenmemelidir. Çünkü söz konusu ülkelerin bir çoğu "insani yardımlarla"! Yaşamlarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Mısır, Fildişi Sahili, Etiyopya, Filipinler ve Endonezya'da yüksek gıda fiyatları aleyhinde gösteriler düzenlenirken, Haiti'de ise beş kişinin öldüğü olaylar sonrasında hükümetin düşmesi bu görüşümüzü destekler niteliktedir.
Ülkelerin gelişmişlik düzeyine ve tarımsal faaliyetlerine göre gıda harcamalarının aile bütçesindeki oranı değişmektedir. ABD'de bu oran yüzde 10, İngiltere'de yüzde 15, Türkiye'de yüzde 30, Bangladeş'te yüzde 56, Nijerya'da yüzde 72... BM raporlarına göre en zengin 200 kişi dünya gelirinin yüzde 40'ına sahipken, en az 850 milyon kişi her gece aç uyumaktadır. Her gün beş yaşın altındaki onbinlerce çocuk açlıktan ya da açlıktan doğan önlenebilir hastalıklardan ölmektedir. 25 binle 30 bin arasında insan bir gün içinde açlıktan ölmektedir. Yine raporlara göre; Gelişmiş ülkelerde; kişisel bakıma yapılan harcamalar, asrın hastalığı olan fazla yemeden kaynaklanan (obezite) kiloların yok edilmesi için yapılan harcamalar, evlerde beslenen evcil hayvanlar için yapılan harcamalar, vs. vs... Dünyadaki açlıkla savaşmaya yetecek fon büyüklüğünden fazladır. Dünyadaki herkese yetecek kadar yiyecek sağlamanın ve temel sağlık hizmeti vermenin maliyeti 15 milyar dolar civarındadır… Ve gelişmiş ülkeler, timsah gözyaşlarına boğulmanın provalarını uluslararası kurumlara yaptırmaktadırlar. Çünkü büyük bir kriz onları da vurabilecektir.
Dünya güçlülerin hegemonyasında yol almaya devam ederken gelişmiş ülkeler mevcut güçlerini/hegemonyalarını koruma derdindedir. 2007 yılı içerisinde dünyada 40'a yakın nükleer deneme yapılmıştır. Bu denemeler mevcudun korunması (baskın güç) açısından gerekli olabilir.! Bunların sonucunda ekolojik dengedeki bozulmanın karşısında yine bu ülkelerin gözetimindeki kurumlardan uyarılar gelmeye devam etmektedir. BM biyoyakıt kullanımının insanlık suçu olduğunu dünyaya duyururken, Irak'ta seyreltilmiş uranyum kullanımı sonucunda tarım alanlarının/adamlarının kullanılamaz hale gelmesine sessiz kalabilmektedir.
Modern insan son yüz yıllık tarihindeki icraatları ile kendi somunumu hazırlamakta. Her geçen gün bu soruyu soran ve buna inanan insanların sayısı artıyor.
Fevzi Öztürk / Dünya Bülteni
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...