Ersin Tokgöz’ün Anayurt Gazetesi’ndeki yazısı…
Ve bir de baktık ki cehalet, uzun zamandır ekranlarda en çok para eden meziyet oluvermiş.
Türkçe özürlü tüm kavruklar, sırf kitleleri var diye program yapımcısı&sunucusu olup ekranları doldurarak hırlamalarını örnek Türkçe diye kulaklarımızdan beynimize çivi gibi çakmaya başlamışlar. Bu “örnek kişiler,” tek rol modelleri ekranlarda gördükleri olan sevgili halkımız tarafından yüceltildikçe yüceltilmiş.
Her ne kadar o Türkçe’nin doğru Türkçe olmadığı (en azından ekranlarda geçer akçe olarak sunulması bakımından) kayıtlı olsa da sonuçta normal olan iltifata tabi olandı ve izleyiciler tarafından reytinglerle, TV yöneticileri tarafından yüklü transfer ücretleri ve kapıların ardına kadar açılmasıyla bu (a)normallik ödüllendiriliyordu.
Hal böyle olunca, en klasiğinden koşullanan hamşolar önce ekranlarda sonra da her yerde artarak var olmaya devam edecekti… Etti.
Yıllarca İstanbul’da yaşamalarına rağmen konuşmalarındaki “köylerinden yeni çıkmış” tınıyı düzeltmek yerine daha da abarttılar.
Öyle ya; Pavlov bile köpeğinin davranışını pekiştirmek için ödüllendiriyordu. Ödüllenen garabetin yayılmasından daha doğal ne olabilirdi ki?
İbrahim Tatlıses’inden Mahmut Tuncer’ine, İzzet Yıldızhan’ından Kahtalı Mıçı’sına neredeyse hepsi bu oluşlarıyla “Bakın, buradayız işte. Ezik bizler, genel kabul olan İstanbul Türkçesi’ni bile yok sayarak İstanbul’un göbeğinden başlattığımız ters-yayılmamızla nasıl da var olduk.” dediler.
Ama bu kadarla kalmayacaktı tabii. Sonuçta bu, bir garabetin olması gerekene galebe çalmasıydı ve içi boşaltılarak ters yüz edilen seviye de dille birlikte hızla düşecek, artık o şiveye sahip olmayan yapımcılar&sunucular da açılan bu kapıdan ancak yedeklerine cehaletlerini alarak girebilecekleri.
Yutup ama hazmedemediğimiz bu ters-zafer, içeriği de boşaltacak, öğrendiğimiz bütün kelimeler anlamlarından sıyrılacak, uslamlamalar ters yüz edilecek, cehaletin o kendine has diyalekti, derin analitik dışavurumlarla beynimizi felç edip öğrendiğimiz her şeyi bu yeni anlam dünyasıyla tekrar düşünmemizi sağlayacaktı.
Ama yine de ekranlarda var olurken konuşmak gerekiyordu ve konuşmak için kelime lazımdı. Ve ezberledikleri kelimeler 265’i geçmeyen bu ayak takımı, her şeyi “inanılmaz” ile ifade edecek, “yani”siz cümle kuramayacak, artık hayatta “müthiş” olmayan bir şey olmayacaktı.
Evet, gerçekten de “müthiş”ti. Cehaletin eziciliği ve hamşoların zaferinin kendileri gibi olmayanları da o düzleme çekmesi kendi içinde benzersiz bir ihtişam taşıyordu.
Bakın, Show TV’de Sema Çelebi diye bir loserin sunacağı bir program başlıyormuş. Günlerdir reklam dönüyor. Programın ismi “HAKEM.” Bekliyorsunuz ki Sema Çelebi üstünde şortu, elinde düdüğü ile arz-ı endam edecek. Ama hayır, karanlıkları yararak gelen hâkim (TDK yargıç da diyor…) cüppeli bir siluet, karşınıza Hakem’i sunmak için dikiliveriyor.
Ve böyle bir detayı koskoca bir kanaldan tek bir aklıevvel bile önemsemiyor.
Çünkü, bunun gibi şeyler, hamşoların baskın olduğu cehalet kültüründe sıralamanın en sonunda bile gelmeyecek önemsiz şeylerdir.
Ha, en fazla Hakkı Devrim dert eder. Ama Devrim’in kaseti kaç satıyor ki? Yada “Türkiye Hakkı Devrim’le gurur mu duyuyor?”
Hayır… Çünkü gurur payesi ne zamandır hırlamalarını belagat, cehaletlerini derin bir filozofi, çarpık anlam dünyalarını erdem olarak sunan ve bu sunumları paradoksal bir şekilde kabul edilen müthiş hamşolara verilmiştir.
Hakkı Devrim’le birlikte bize düşen ise haddimizi bilip hamşoların önünde saygıyla eğilmektir artık.
Affediniz efendim.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...