Yunan ulusunun bireyidir bu ilk bakışta, ama adım adım, bu tarihin neresindeydim?, neresindeyim, ve neresinde olmalıyım ? soruları, çok geçmeden evrensel düzlemde sorulan sorular olup çıkarlar. Ama alttan alta, umutların, direnmelerin, hatta devrimleri arkasından (Ulys’in Bakışı) hep Deccal’in son sözü söylediği bir dünyadır yaşadığımız. Onun kişisi, hem zamanda, hem fiziki olarak coğrafyada, ama asıl kendi içinde, anılarının bölük pörçük kalıntılarının içinde ve bilinç-altında- çıktığı kaçınılmaz yolculuklarda bizi de aynen kendisi gibi, arayan olarak kendi bakışına ekler: Kimdik, kimiz, kim olmamız gerekiyor? Soruları bu bağlamda evrenselleşir. Öyleyse bir tarih felsefesi vardır karşımızda, arayışların, suskunlukların, bakışların, tarih karşısındaki sorumluluğumuzun alabildiğine kavramlaştığı bir soyut düzlem.
UMUDUN KARAMSARLIĞI
Onun karamsarlığı, hala bu birbirine bağlı üç soruyu, kim olmamız gerekir sorusunu özellikle bitmeyen umudun belirtisine dönüştürmeye yeter. Kötünün imgeleri üzerinden (analizi hiç değil) yol alan bu sinema, estetiğin had safhadaki büyüleyiciliği ile (Kubrick sineması gibi) Deccalin zaferleriyle övünüp durduğu bu dünyanın umut kırıcı manzarası arasındaki büyük uçurumu, zihinlerimize, bilincimize, ve de asıl duygularımızın tahammül sınırlarının hanidiyse dışına yerleştirir. Karandiori’nin müziğinin eşliğinde. Bu estetik bir yanıyla da, aynen filmleri gibi bol ışıktan, aydınlık plan-sekanslardan genellikle yoksun bu dünyadaki –gene insanın yaratıcılığının muhteşem bir örneği olarak, demek, bizzat umttur. Dolayısıyla ne duygumuzu, ne düşüncemizi, ne de hem filme hem tema’ya, fikre yönelik dikkatimizi parçalamak, ayrıştırmak istemez; uzun, tek plan-sekanslarda, altı yedi sekansı, yavaş, ağır ağır, kaçmamıza, nefes alıp rahatlamamıza fırsat vermeksizin öteki sinemanın da sorgulanmasını hedefleyerek de çıkartır karşımıza. Film seyretme alışkanlıklarımızın üzerine böylesine gitmesi de estetik düzlemde bir “eleştiridir” öteki sinemaya yönelik. Onun sinemasında figürleri (karakter yoktur bu sinemada) bizimle özdeşletirilemez bir durgunluk içindedirler. Yolcukları içinde yutulmuş, sersemleşmiştirler istisnasız. Bu da bizi, doğrudan kavramsal soruların düzlemine savurur; sorular sormaya; ve içerde, sorulan sorulara bu figürlerin verebileceği bitirici yanıtmar hiç yoktur. O üç düzlemli savrulmuşluğun yolculuğunda soruyu bile tam soramaz, bocalarlar; aradıkları cevap tarihin içinde saklıdır çünkü ve , bu önemli: Tarih daha bitmemiştir; ya da Adorno’nun bir kavramıyla, onlar ve biz, seyirciler bir “öntarihte/tarih öncesinde yaşmaktayızdır zaten; başka türlü olması gereken ve bütün o arayışların amacı olan ütopik bir tarihin belki.
Onun sineması “suskunluk filmleri” gibi, öbekleştirici üst başlıklar altında toplanır sinemada. Bir bakıma, tek bir filmdirler; tarih-birey-insan ilişkisini sorgularken kullandığı değişmez metaforlar vardır çünkü, her filmde kendine yer bulan: Sanatın bir türlü icra edilememesi tema’sının metaforudur bu. Kumpanya’da tiyatro grubu, Ağlayan Çayır’da, müzisyenler, Puslu manzaralarda gene tiyatrocular; müziğin bir türlü icra edilemesi, sanatçıları/insanları, garip mekanlarda, diyelim ki bir denizin kıyısında, eninde sonunda sanatlarını sergğileeceklerinden emin rollerini tekrarlayıp dururken görürüz. Prova, tarihe hazırlanma olup çıkar böylece: bütün imkansızlıklara rağmen bir gün yeneceğimize olan inancın hazırlığı olarak. Lenin’in Gulliver figürünün esintisi halinde, iplerle, heybeti karşısında gülünç , zayıf iplerletarihin içine yollandığı muhteşem plan sekansta olduğu gibi.
BİRGÜN
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...