Ülkeyi çevreleme ve etkisizleştirme hareketi devam ediyor. Bir önceki Analiz’de “Ankara’dan ne bekleniyor?” sorusuna cevap teşkil eden konulardan söz etmiştik. Türkiye, içerden ve dışardan baskı altına alınarak, devleti eski eksene oturtup, Haçlı dünyasının güdümüne yeniden alınmaya uğraşılıyor.
Gezi darbesiyle yapamadıkları, 17-25 Aralık FETÖ darbe girişimiyle beceremedikleri, Temmuz 2015’te PKK terörünü hortlatarak başaramadıkları, “Ankara’ya diz çöktürme” hedefini bu defa farklı noktadan hareketle deniyorlar.
Bir yandan yeni hükümete şirin gelebilecek açıklamalar ve vaadler yapıp diğer yandan bizi arzu ettikleri noktaya çekmek için derin manevralar yürütüyorlar.
NATO’da partnerimiz, ve dahi güya “stratejik ortağımız” ABD yönetimi, binlerce askerimizi, polisimizi şehit eden, vatandaşlarımızın hayatını Cehenneme çeviren azılı terör örgütü PKK’ya ve onun Suriye kolu YPG’ye açıktan silah veriyor, mühimmat veriyor, eğitim veriyor, istihbarat veriyor, siyasi ve askeri destek veriyor. PKK-YPG, ABD’den elde ettiği imkanları Türkiye’ye karşı kullanıyor. ABD sözcüleri PKK’dan söz ederken “ortak” ifadesini ekliyor.
O da yetmiyor; Pentagon, halkımıza ve devletimize karşı terör yapan PKK-YPG ile aynı safta Suriye halkına karşı aynı cephede savaşmamızı istiyor. Bunu kabul ettirmek içinse CIA maşası FETÖ’nün beceremediği 17 Aralık sürecini, Rıza Sarraf üzerinden açtığı soruşturmayı göstererek Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümeti “gönüllü iknaya” zorluyorlar.
17 Aralık darbe girişimini deneyen FETÖ yılanına Amerika açıktan sahip çıkıyor. Washington yönetimi, FETÖ’yü koynunda besliyor. ABD dışişleri sözcüsü Kirby, “Biz, Gülen hareketini yabancı bir terör örgütü saymıyoruz” dedi. Bunun anlamı belli. “FETÖ, bize yani ABD’ye çalışan bir örgüt” demektir. Biz bir taraftan PKK ve Paralel’le mücadele ettiğimizi söylüyoruz, öbür taraftan, bu yılanları besleyenler için “YPG yüzünden ABD ile küsecek değiliz” diyoruz.
Diğer yandan, dindaşlarımızı, soydaşlarımızı katleden, sınırımızı ihlal eden Rus uçağının düşürülmesi konusunda son zamanlarda Ankara’da mahcubiyet ifade eden bir dil gözleniyor.
Ayrıca, 70 yıldır Filistinli Müslümanları katleden, Mavi Marmara’da vatandaşlarımızı şehit eden, 2014 Ağustos’unda çok önemli bir siyasetçiyi öldürmek için 5 kişilik özel MOSSAD infaz timini Türkiye’ye gönderen ama MİT’in kontra operasyonu ile imha edilen Siyonistlerle, anlaşmayı fazlaca arzu ediyormuşuz gibi bir görüntü oluştu.
Bu görüntü arızalı bir görüntüdür ve umarız gerçek değildir, sadece görüntüden ibarettir. Ama bu yanlış bir görüntü ve gerçeği yansıtmıyor ise günümüzde görüntü bile önemli olduğu için bunun düzeltilmesi gerekir.
Avrupa ve ABD bize hiçbir zaman gerçek bir dost olmadı ve olmayacak. Batı medeniyeti, sömürge ve soykırımlar üzerine kurulmuş kanlı bir medeniyettir. Batı, Haçlı kafasını değiştirmedi. Bizi hala Bizans’ı yıkan, Avrupa’yı işgal eden barbar kavimler olarak görmeye devam ediyorlar. Bunun intikamını almak için de fırsat kolluyorlar. Batı “dostluktan” anlamaz “güçten” anlar. Batının dostluğuna güvenilmez.
Sayın Başbakan Binali Yıldırım, “Dostlarımızı çoğaltacağız, düşmanlarımızı azaltacağız”diyor. Bu cümle ilk anda kulağa gayet hoş geliyor. Hiçbir devlet, düşman çoğaltmak istemez. Bu doğal. Ama unutmayalım ki dostluk da düşmanlık da iki taraflıdır. Karşıdaki sana sürekli düşmanca davranıyorsa ona karşı her şeye rağmen “dostluk” olamaz. Olursa bu dostluk değil“acziyet” olur.
Şuna kim cevap verebilir? Ne oldu da ortada “fol yok, yumurta yokken” “Alman dostlarımız” “Soykırım kanunu” çıkarıverdiler? Hani nerede dostluk? Şimdi “Soykırım kararından dolayı Almanya ile küsecek değiliz, biz kabile devleti değiliz” mi diyeceğiz. Bütün bunların bir karşılığı olmayacak mı?
Bu zamana kadar son 14 yıldır Türkiye, “dik” durduğu için bütün dünyada saygın bir yer edindi. Haksızlıklara karşı isyan ettiği için güç kazandı. Pes eder, boyun büker, yolundan gider düşmanlarla dost oluruz diye düşünürsek, yanılırız, yalnızlaşırız ve kaybederiz. Gerçek dostu da gerçek düşmanı da doğru tanımlamalıyız. Bugüne kadar yaptığımız “politik” düşman veya “dost” tanımlamalarını “sahici” görmeye başladığımızda, Allah korusun yolun sonuna gelmiş oluruz.
Referanslarımız yabancı değil yerli, Eba Müslim Horasani’nin şu sözleri de kulaklarımızda küpe olmalı. “Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak içinde düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.” Hafizanallah..