Biyogüvenlik Kurulu’nun aralık ayında 13 GDO’lu mısır çeşidine hayvan yemi olarak ithalat izin vermesi ile tartışma yeniden alevlendi. Hayvancılık sektörü neredeyse bitme noktasına gelen Türkiye’de GDO’lu yem kullanımı hem insan sağlığı, hem hayvan sağlığı hem de tarım açısından soru işaretleri taşıyor. Yapılan araştırmalar GDO’lu yemin büyük bölümünün sindirilmeden vücuttan atıldığını gösteriyor. Hayvan dışkısı da yoğun olarak organik tarımda gübre olarak kullanılıyor. GDO’nun bulunmaz bir nimet mi, yoksa bir canavar mı olduğuna dair kesin kanıtlar yok, ama şüpheler endişe yaratıyor.
‘GDO: Çağdaş Esaret’ kitabının yazarı Prof. Dr. Kenan Demirkol’a göre GDO’lu yemin nasıl bir etki yaratacağını bilmek mümkün değil. Çünkü bu konuda çalışma yapmak yasak.
GDO’ya ilişkin kesin kanıtlara değil, ama önemli ipuçlarına sahip olduğumuza dikkat çeken Demirkol, “Değişik bilimsel çalışmalar, yapay gen parçacıklarının hayvanların iç organlarında bulunduğunu kanıtladı. European Food Safety Authority’ye (EFSA) iki kez, GDO’lu yemle beslenen hayvanların ürünlerinin de GDO’lu olduğuna dair etiketleme yapılması için başvuruldu. Ama iki başvuru da ‘Zarar tespit edilemedi’ denilerek reddedildi” dedi.
EFSA’nın araştırma yapmadığını, sadece tohumun sahibi olan şirketlerden gelen raporları değerlendirdiğini, bağımsız bilim insanlarını da yok saydığını vurguladı.
Greenpeace’in piyasadaki sütlerde yaptırdığı analizlerde GDO tespit etmesinin ardından büyük bir tartışma çıktığını anımsatan Demirkol, bunun üzerine Avrupa’nın en büyük süt enstitüsünde bir çalışma yaptırıldığını kaydetti. Bu çalışmada sütlerde “GDO yoktur” sonucuna ulaşıldığını dile getiren Demirkol, “Ama aslında kendi ayaklarına sıktılar. Çünkü çok ilginç ek bir bilgi ortaya çıktı: Hayvanın yediği modifiye genli yemin yüzde 60’ı sindirim sisteminde değişime uğramadan dışkı ile atılıyor. O güne kadar modifiye genlerin hazmedildiğini savunuyorlardı” dedi.
40 bin yıl gerekli
“Bugüne kadar bize yalan söylediler” diyen Demirkol, trans yağ asitlerini örnek olarak sundu. Doğada olmadığı için bu yağları hazmedecek enzimin de insan vücudunda bulunmadığını belirten Demirkol, “Doğada var olan bir şeyi vücut tanır. Binlerce yıldır yediğiniz patateste ne gen varsa vücudumuz tanıyor ve parçalıyor. O geni değiştirirseniz vücut onu tanımıyor. Tanıması için 40 bin yıl geçmeli” diye konuştu. Modifiye genlerin de sindirilemediğini bu nedenle iç organlarda bulunmasının normal olduğunu vurgulayan Demirkol, GDO destekçilerinin sütte GDO olmadığını katılmaya çalışırken bunu resmen ortaya çıkardığını söyledi.
Organik tarıma dikkat
Demirkol hayvan dışkısının en çok organik tarımda gübre olarak kullanıldığına dikkat çekerek “Organik ürünlerimiz GDO’lu olacak” uyarısında bulundu. Demirkol, yem olarak kullanılacak 13 mısır türünde antibiyotik direnç geni bulunduğunu belirtti. Genetik değişiklik işleminde başarı oranının yüzde 6-10 arasında değiştiğini anlatarak bu durumun nasıl antibiyotik direncine yol açtığını şöyle açıkladı: “Bir havuzdaki örneğin soya fasulyelerinin hangisinin genetik değişikliğe uğradığını hangisinin uğramadığını anlamak için antibiyotik geni koymak gerekiyor. Genetik değişikliği gerçekleşen bitki antibiyotik direnç geni verilince hayatta kalıyor. Geri kalanlar çöpe gidiyor. Kullanılan antibiyotik direnç geni de kanamisin. Kanamisin Dünya Sağlık Örgütü tarafından yedek saklanan bir antibiyotik. Normal tüberküloz ilaçlarına direnç kazananlar için yedek saklanır. GDO’lar yüzünden toplum olarak kanamisine dirençli hale geliyoruz.”
Tüberkiloz tehlikesi
Demirkol, Türkiye’deki büyükbaş hayvanlarda tüberkülozun çok yaygın bir hastalık olduğunu da vurguladı. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre her yıl klasik tüberküloz ilaçlarına dirençli 8 milyon vaka ortaya çıktığını açıklayan Demirkol, “Tek silahımız kanamisini kullanamaz hale geliyoruz” dedi. Sağlıklı beslenmenin bireysel olarak çözülebilecek bir konu olmadığını, devlet politikasına ihtiyaç duyulduğunu belirten Demirkol, AB’nin bazı ülkelerinde EFSA’nın GDO’lu yemle beslenen hayvanlardan elde edilen ürenlere etiket koymakta direnmesi nedeniyle “GDO’suzdur” etiketi koyma yoluna gittiğini söyledi.
İthal ürünlerde etiket olmalı
Demirkol namuslu üreticilerden GDO’lu yem kullanmamasını ve ürünlerine “GDO’suzdur” etiketi koymasını istedi. Şu an Türkiye’de GDO’lu üretim yapılmadığını, sadece yem amaçlı ithal edildiğini belirten Demirkol, ithal edilen çikolata gibi bazı ürünlerde de GDO bulunmasına karşın etiketleme yapılmadığını kaydetti. Etiketleme Yasası’nın doğru işlemediğini ifade eden Demirkol, “Gıda sanayisi GDO’lu üretim yapmıyor. Ama ihtal edilenlere konulmalı” dedi.
Bunun adı süt değil
Tükettiğimiz sütler konusunda da uyarılarda bulunan Demirkol şunları söyledi: “Merada otlayan hayvanın sütünde doymuş yağ oranı düşük endüstriyel sütte yüksektir. Merada otlayan hayvanın sütünde Omaega 3 vardır. Sadece balıktan aldığımızı sandığımız Omega 3’ün kaynağı yeşilliktir. Balık yosun yediği için Omega 3’ü var. İnek yeşil yerse o sütte de Omega 3 oluyor. Mera sütünde dünyanın en önemli antioksidanı CLA var. CLA yönünden zengin beslenen kadınlarda meme kanseri riski yüzde 60 düşüktür. Endüstriyel sütte hiç yoktur. Karın tipi şişmanlığı engeller. Bazı güzellik enstitülerinde bu içerikte haplar satılır ki çok tehkileli. 3 boyutlu hali farklıdır, inek sütü içindeki doğal olarak elde ettiğimiz CLA farklıdır. Bu haplar kalp yetmezliğine yol açabilir. Şu an marketlerden alıp tükettiğimiz süte süt bile diyemeyiz.”
Biz tereyağı yiyince ölüyoruz
Meralar dışında beslenen her türlü hayvanın insan için zararlı olduğunu savunan Demirkol, “GDO’lu ya da GDO’suz fark etmez. Mısır silajı, pancar küspesi, prinç kırığı, patetes cipsi fabrikasının kabuk artıkları ile beslenen hayvanın hem süt yağ bileşimi hem depo yağı bileşimi bozuluyor” uyarısını yaptı. “O yüzden bizim atalarımız tereyağı yiyerek 100 yıl yaşadı. Ama biz tereyağı yiyince ölüyoruz” yorumunu yapan Demirkol, yağ bileşimi değişen hayvanlardan elde edilen gıdaların damar sertliği, inme, kalp krizi gibi sorunlara yol açtığını vurguladı. Sağlıklı bir hayvansal ürün için hayvanların meralarda beslenmesi gerektiğinin altını çizen Demirkol, “Bir yandan meraları yok ediyoruz, bir yandan GDO’lu yem ithal ediyoruz. En ucuz besleme meradaki beslemedir” dedi.
Endişeler yersiz
Biyogüvenlik Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hakan Yardımcı, endişelerin yersiz olduğunu belirterek Biyogüvenlik Kanunu’nun hiçbir ülkede olmayan caydırıcı cezalar içerdiğini söyledi. Daha önce de üç soya çeşidine izin verdiklerini kaydeden Yardımcı, mısır, kolza, şekerpancarı, patates ve soya için 58 başvuru aldıklarını bugüne dek 16 türe yem için onay çıktığını ifade etti. Yardımcı geri kalan 42 çeşitle ilgili çalışmaların da sürdüğünü bildirdi.
Öneriler...
Prof. Demirkol, sağlıklı beslenmek için kendi yerel ağını kurmuş. Marketlerden alışveriş yapmayan Demirkol, Rize’nin dağ köylerinden kavurma getirtiyor. Yaz sonunda hayvanların meradan indiği dönemde elde edilen peyniri Kars’tan sipariş ediyor. Demirkol’un kendisi kadar şanslı olmayanlar için beslenme önerileri de var:
• Yağsız et yiyin. Depo yağını uzaklaştırdığınızda kırmızı löp etin içindeki yağ oranı çok düşük. Et, peynirden daha az zararlıdır. Beyaz peynirdeki yağın oranı yüzde 20’dir yağı ayıklayamazsınız.
• İçyağ tüketin önerisi yanlış. Mera hayvanının içyağı yenmeli sadece.
• Özellikle Buğday Derneği’nin destek verdiği organik pazarlardan alışveriş yapın. Buğday Derneği denetimleri çok sıkı tutuyor.
• Organik ürünleri pahalı bulanlar pazar günleri Kasımpaşa’da kurulan Kastamonu köy pazarını ziyaret edebilir.
• İstanbul Halk Ekmek’in organik tam buğday ekmeğini de tavsiye ediyorum.
Cumhuriyet
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...