Hüseyin Kaya'nın "Tarihin hükmü" başlıklı yazısı şöyle:
Yüzyılda yaşanacak şeyleri birkaç yılda yaşıyoruz.
Dolayısıyla daha neler olup bittiğini anlamadan bir hadiseden başka bir hadiseye taşınıyor gibi beyinlerimiz.
Doğrusuyla eğrisiyle bir gayrettir yürüyoruz çıktığımız yolda.
Durursak düşeceğiz.
Çömelsek uçurum bekler bizi.
Korkularımız umutlarımızla karışık olmuş.
Netleşemiyoruz.Ortaya bir şey koyuyoruz ama tarifinde zorlanıyoruz.
Ve kolaylık zorun yakasına yapışmış, zor eteklerine tutunmuş kolay olanın.
Yazmamanın zorluğu düşünmemenin kolaylığıyla dolaşsın bir süre yeryüzünde demiş idik.
Ama sabredemedik. Çünkü bir akşam üstü orta akıllı bir kaç kişinin tatlı yerken çözeceği sorunlarla uğraşır oldu semtimiz.
Yarın 28 Şubat davasına devam edilecek. Karar aşamasına gelindi. Savcı sanıkların nerdeyse tamamına ömür boyu hapis cezası istemiş.
Kanun devleti, hukuk ve adaletin arkasından zamanında koşmazsa gereğini yapmada tembel korkak davranırsa sonuç böyle olur işte.
28 Şubat demokrasi varsa milli egemenlik varsa suç işleyenlerin varlığına yeterli delildir der gerisi teknik bir faaliyet olarak gereği yapılır.
İşte mahkemeler ve yargı 28 Şubat aktörlerine 'hazır ol' dediği için gereğini yapmadıkları için bugün göstermelik durumda kamış bir yargılamaya dönüşmüştür.
İlgi az, ne olacağı merak edilmiyor.
Başka ne sorun var? Soruşturmayı yapan yargı mensupları terör suçundan içerdeler. Peki böyle yargılama olur mu?
Olmaz elbette.Bu başından sakat bir süreci ihtiva ediyor. Suç ve suçlunun olması muhtemel olmasına rağmen bu yargılamanın adil bir yargılanma olduğu konusunda şüpheler olacaktır.
28 Şubatla ilgili mahkemelerin vermediği hükmü millet ve tarih vermiştir ve mahkumiyet kararını istikrarlı bir irade ile sürdürmüştür.28 Şubat'çıları daha beş yıl dolmadan tarihin iyi anılmazlar listesine yazmışlardır.
Bu hayırla yad edilmeyen listesinde olacak sanıkların cezaevlerine girmeleri ülkeye bir şey kazandırmaz.Suçlarının karşılığı olarak hakkıyla özür dilemeleri yeterli olacaktır.Bin yıl sürecek olanın 28 Şubat mantığı değil milletin birlik beraberlik ve bağımsızlığının olduğunu anlamış olacaklardır.
Milletin adına karar veren mahkemelerden önce milletin karar verdiği bir konuda mahkemelerin karar vermesi anlamsız bir hüküm olarak tarihteki yerini alır.
İkinci konu ise yine 1000 yıldır süren bir sorun. İslam'ın yaşamımızda var olma biçimine ilişkin itikadı, felsefi ve sosyolojik sorun.Daha somut içtihat kapsının kapalı olması.Dinin yeni ihtiyaçları ve değişen şartları boyasıyla boyayamaması meselesi.Bizzat mezhep kurucusu yaptığımız alimlerin yol göstericiliğinden vaz geçip bir zamana ait kalmak zamanı dondurmak ve öyle kalakalmak sorunu var Müslüman dünyanın.
Yatağın mahremiyeti podyumların estetiğine dönüşmüş bu dünyada, asansördeki saniyelerle ilgili sabır denemelerine ilişkin tartışmalarla problemin çözülemeyeceği açıktır.
Bu nedenle seviyenin düşmesi çarenin sığlaşmasına kapı aralamış oldu.
Cumhurbaşkanı en nihayet “dinin güncelenmesi”kavramı altında bir çıkışla soruna işaret etmiş oldu.Bir takım anlatım eksikleri veya yanlış anlaşılmaya müsait bir değerlendirme olsa da soruna parmak basılmış olması daha anlamlı ve önemli addedilmelidir.Gerçi bir gün sonra yanlış anlaşılmaya elverişli konular yeni bir açıklamayla giderilmeye çalışıldı.İşte bu konu beni hep şaşırtır bir gün öncesinde yanlış anlaşılmaya elverişli hale sebep olmayacak ikinci günün aklı neden baştan devrede olmaz.
Doğrusu Allah herkesin Müslüman olmasını dilememiştir.Bizim herkesin Müslüman olması gibi bir zorumuz derdimiz neden olsun? Derdimiz gerçek bir kul olmak olsa gerek.
Ama kimse bir başkasının algısını din diye dayatmasın.
Asansör yüzü görmeden en yukarlarda dolaşmış İmam-i Azamın bu konularda ne dediğini araştırmak yerine o işin ehli hukukçunun yöntem ve bakış açısını kendimize örnek alıp geliştirmek gerektir.
Tabii bu olur olmaz şehvet mistizmi insanoğlunun vazgeçemediği bir konudur.Freud’u haklı çıkartmak için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz herhalde.
Şaka bir yana yaşamın bir çok alanında Müslüman gibi yaşayan ama inanmayan, inandığını söylemesine rağmen gavur gibi yaşayan Müslümanlar'ı gerçekle temas ettirmek bir zarurettir.
Hukuk düalizmi, ictimai ve ailevi hukuk çelişkileri, ekonomik ilişkiler gözden geçirilmeli üzerinde çalışmalı ve vicdan ve akıl tutarlılığını sağlayan bir anlayış ortaya konulmalıdır.
İstiklal Marşı'nın kabul edilişinin üzerinden neredeyse bir asır geçmiş olmasına rağmen gerçekliğini samimiyetini korumaktadır.
Biraz zorlamayla dessek ki;
Eğer Kur’an şiir tadında tercüme edilecek olsa ancak İstiklal Marşı gibi yazılabilirdi.
Bizi nefsimizle baş başa bırakmayan istersek zalimin ve düşmanın eline zaten bırakmaz.
Yaralarımıza iyi geliyormuş yazmak.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...