Türkiye’de yapı, üretim ve denetim sisteminin öteden beri sorunlu olduğu malum. İstanbul’daki 1 milyon 650 bin binanın yüzde 60 ila 70’inin kaçak ve riskli olduğu, yani depreme karşı güvenli olmadığı ifade ediliyor.
Yapı stokunun deprem ve afetlere karşı güvenli olmadığını 1999’da açıkça ortaya çıkaran Doğu Marmara Depremi Türkiye’nin en acı deneyimlerden biri. Bu depremde resmi rakamlara göre 18 bin kişi öldü; binaların yüzde 25’i kullanılmaz hale geldi. Depremin merkezi Gölcük’ten epey uzakta olan İstanbul, Tekirdağ, Eskişehir ve Zonguldak gibi illerde bile can ve mal kayıpları oldu. İnşaat Mühendisleri Odası’nın (İMO) verilerine göre, İstanbul’da 30 bin yapı hasar gördü, bunların 3030’u ağır hasar aldı. Olası bir İstanbul depremine karşı öncelikli olarak kentteki yapı stokunun depreme güvenli hale getirilmesi gerektiği barizdi.
Bu felaketin ardından “Bu bir milat olsun. Proje, yapı üretim ve denetim sistemini yeniden kurgulayalım” düşüncesi kamu kurumları, siyasi partiler ve toplumun geniş kesimleri tarafından kabul edildi. Deprem Konseyi kuruldu. Afetle ilgili yasa değiştirildi; yapılarda standardın yükseltilmesi için bazı adımlar atıldı.
İstanbul’da İl Afet Merkez Kurulu oluşturuldu. Bu kurul 1999-2002 yılları arasında İstanbul’da 493 boş alan ve çadır kurulacak yer belirledi ve bu alanların artırılması gerektiğini vurguladı.
Ancak bu alanların önemli bir kısmı zaman içinde AVM’ler ve gökdelenlerle doldu.
Muhçu: Afetle mücadele hedefinden tamamen vazgeçildi
Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhçu, 2002 sonunda Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle sürecin giderek amacından uzaklaştığını anlatıyor:
“Yeni kentler yeni risklerle daha büyük ölçekte afetleri davet eder hale geldi. Deprem Konseyi ortadan kaldırıldı. Afetle ilgili işler ve kurumlar Başbakanlığa bağlandı. 2009’da yürürlüğe giren İstanbul Deprem Master Planı ‘İstanbul’un anayasası hazırlandı. Herkes buna uyacak’ gibi iddialı sözlerle tanıtıldı. 1/100000 ölçekli İstanbul İl Çevre Düzeni Planı hazırlandı. Ama ardından, ‘kentsel dönüşüm politikaları’ adı altında dayatılan proje ve yapılaşma kararlarıyla bu planlar rafa kaldırıldı. Ve daha sonra, kural tanımadan, hukuk ve bilimsel veriler göz ardı edilerek, kentleri ve yapılaşmayı rant aracı olarak gören bir anlayışla KHK’lar ve torba yasalar marifetiyle düzenlemeler yürürlüğe sokuldu. Mutlak yapı yasağı olan yeşil alanlar, tarım arazileri, orman alanları, içme suyu havzaları, kıyılar, vadiler, akarsular ve tarihi kent merkezleri üzerinde yapılaşmanın önünde engel olarak görülen kurallar kaldırılarak inşaat sektörünün canlandırılması hedeflendi. En son temmuzda 3194 sayılı imar yasasına eklenen 16 no.lu madde ile İmar Barışı adı altında ‘imar affı’ yürürlüğe sokuldu ve afetlerle mücadele, kentlerin güvenli hale getirilmesi, sağlam yapıların oluşturulması hedefinden tamamen vazgeçildi.”
Oysa İstanbul’un depreme hazırlık reçetesi belliydi.
Öncelikle İstanbul’daki yapı stokunun envanteri çıkarılmalı, güçlendirilmesi mümkün olan yapılar güçlendirilmeli, diğerleriyse yıkılıp yeniden yapılmalıydı. Yeni binalar deprem yönetmelikleri dikkate alınarak yapılmalı ve riskin ötelenmesi açısından yapılar sigortalanmalıydı.
Gümüş: Dönüşüm yanlış yerden başladı çünkü tamamen piyasa odaklı
2010’a kadar İstanbul’daki yapıların güçlendirilmesine veya yıkılıp yeniden yapılmasına dair çok bir şey yapılmadı.
“Ne kadar boş alan varsa oraya yapı yapıldı. İstanbul’da artık boş alan kalmadı çünkü iktidar ekonomiyi inşaat sektörüne bağlı yürütmeye çalıştı” diyen İMO Genel Başkanı Cemal Gökçe şöyle devam ediyor: “2012’de afet bölgelerinde bulunan riskli yapıların risklerinin giderilmesine yönelik olarak 4306 sayılı ‘kentsel dönüşüm yasası’ çıkarıldı çünkü artık İstanbul’da yeni inşaat yapılacak boş alan kalmamıştı. İktidar İstanbul’un yapılarını deprem güvenlikli hale getirmek yerine, yeni zenginler yaratmak, yeni rant alanları oluşturmak için tüm boş alanları inşaata açtı. Oysa kentsel dönüşüme öncelikle gecekondulardan, kaçak, riskli yerlerden başlamak gerekirdi. Bunun yerine riski değil, rantı yüksek yerlerdeki yapıları yıkıp yapmaya başladılar. Fikirtepe, Kadıköy gibi.”
Kentin kaliteli yapı stoku yok edildiği için kentsel dönüşüm için harcanan kaynakların boşa gittiğini düşünen mimar Korhan Gümüş şöyle diyor: “Prof. Utarit İzgi’nin yaptığı bir binayı yıkmaya çalışıyorlar mesela. Sen onunla uğraşacağına git çürük yapıyla uğraş. Kadıköy’ün sahil şeridindeki kaliteli yapı stoku yok edilip sırf rantı için yerine iki misli binalar yapıldı. Diğer yandan, Kozyatağı’nda, Bostancı’da dönüşmemiş önemli bir yapı stoku kaldı. Dönüşüm yanlış yerden başladı çünkü tamamen piyasa odaklı.”
İstanbul’u nasıl felaketler bekliyor?
Peki Kartal’da çöken bina bize muhtemel bir İstanbul depremine dair ne diyor?
“Bu binayla ilgili AFAD ve ilgili devlet kurumlarının müdahalesi tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır” diyor Muhçu ve ekliyor: “6 Şubat’ta bina yıkıldığında ilk 2 saat içinde acil müdahaleyle ilgili gerekli işlemler yapılmadı. Binada kurtarma çalışmaları devam ederken önlem alınmadığı için çevredeki bütün yollar tıkandı. Çıkardıkları imar affı yasası ve diğer uygulamalarla bu yıkımdan asıl sorumlu olanlar yetersiz olan çalışmaları da engelleyici davranış içinde bulunarak yıkım yerine gidip poz verdi, bunu propagandaya dönüştürdü. Üzerinden neredeyse 1 hafta geçmesine rağmen hala orada çalışmalar sürüyor. Tek bir yapıda başarısız olan AFAD ve kamu yönetimi anlayışının İstanbul’un bütününü etkileyecek bir depremde başarılı olmasını beklemek mümkün değil. Bu yüzden, afet organizasyon yönetim politikalarının yeniden yapılandırılması gerekir.”
İstanbul Kent Savunması ve Kuzey Ormanları Savunması Üyesi Cihan Uzunçarşılı Baysal ise Kartal faciasının en vahim boyutunu şöyle tarif ediyor:
“Kartal’da çöken binanın ruhsat almak için imar barışına başvuru yaptığı ortaya çıktı. Çökmeseydi muhtemelen ruhsatını alacaktı; hatta belki de almıştır, yayın yasakları nedeniyle bilmiyoruz. Bu yasaya göre, binasının / konutunun imara aykırı ve kaçak bölümlerini yasallaştırmak isteyen her vatandaş belirli bir para karşılığında bunu elde ediyor. Ama yine yasaya göre, deprem veya herhangi bir afet durumunda binası yıkıldığında bunun sorumlusu ilgili idare/ler değil, vatandaşın kendisi olacak. Vatandaşının can ve mal güvenliğinden sorumlu devlet, yasa vasıtasıyla bu sorumluluklarından çekiliyor ve bunları vatandaşına devrediyor. Bu düzenleme, devletin asli görevi olan can ve mal güvenliğini sağlamaktan ve ilgili denetim mekanizmalarından geri çekildiği bir gidişata işaret ediyor. Bu yasal düzenleme bağlamında devlet ortadan kaldırılmıştır. Kartal faciasının en vahim boyutu bu. İftiharla zikredilen 9 milyon 210 bin başvurunun kim bilir kaç tanesinde Kartal-Yeşilyurt örneği gizlidir. Gelecekte kentlerimizi ve özellikle depremini bekleyen İstanbul’u nasıl felaketler beklemektedir?”
(euronews)
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...