Öcalan test edildi! Değişim var! Tüm arşivi yaktılar! "Tekbirlerle gömün beni!"
Ankara'da Devlet Bahçeli'nin Abdullah Öcalan çıkışı ile yükselen hararet giderek biraz daha normal sınırlara, bir parça daha anlama kıvamına doğru yaklaşıyor gibi.
Bahçeli'nin sözlerini bir yönüyle devlet aklı, diğer yönüyle vatan için alınan riskli fedakarlık olarak okuyanlar artıyor.
(*Ben özellikle Öcalan’ın TBMM'de konuşma fikrine katılmıyorum.)
Tabi bu çıkışın her iki partide de yüzde yüz kabul görmediği aşikar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iki danışmanı Mehmet Uçum, Ayhan Ogan ve siyasetçi/gazeteci Şamil Tayyar arasındaki tartışma, bu açıdan küpten sızanlar.
Danışmanlar ve Tayyar arasındaki tartışmada ayar giderek bozuluyor.
Çünkü...Tartışma kıvamını aşan kavgaya doğru evrilen süreç devam ederse;
Türk siyasetinden uzaklaştığı düşünülen Kürt siyasetini yakınlaştıralım derken, Türk siyaseti, daha lokalde iktidar kendi içinde birbirine mi giriyor sorusu gündeme gelebilir.
* * *
X atışmalarında iş birbirlerine sopa göstermeye kadar uzandı.
Hadi bu üçlünün tartışmalarını yarı akademik sert tartışma olarak görebiliriz ama bazı gazeteci ve siyasetçiler "sürece sesinizi çıkarırsanız, sizi içeri atarız!" tonlamasıyla kendilerine açılan otobanda fazla hızlı gidiyorlar.
Sürat, felakettir!
Yolda mıcır var, kavis var!
Toplumsal barışı tehdit diliyle savunmak kadar kötü, anlamsız ve çürük bir strateji olamaz!
* * *
Aldığım bilgilere göre bu sürece start verilmeden önce devlet organları terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Kandil ve DEM üzerindeki gücünü test etmişler.
Öcalan'ı onlarla konuşturarak!
Öcalan'ın Kandil ve DEM üzerinde kuşatıcı etkisine ikna olan bir devlet aklının yürüdüğü söyleniyor Ankara'da.
"Tamam ama bu kadar büyük risk neden?" sorusuna da, "ABD'nin Türkiye'yi parçalamak için İran ve Suriye'de planladığı oyunların önünü kesmek için" yanıtı veriliyor.
Tüm bunların yanında her iki partide de süreçle ilgili 'ne oluyor, ne olacak?' soruları bitmiş değil.
Dibini göremediğimiz bir derinlikle karşı karşıyayız!
Ortası olmayan bir yolun yolcularıyız.
Ya kurtuluş, ya çöküş!
İnşallah kurtuluş olur.
TÜM ARŞİVİ YAKTILAR!
1997 yılında kurulan, ulusal yayın yapan Kanal A bir vakitler etkili bir medya organıydı.
Solcusu- sağcısı sansürsüz konuşurdu.
Algı olarak iktidara yakın görünürdü ama Can Dündar'la 'Ergenekon, devlet içinde devlet' kitabını yazan Celal Kazdağlı gibi liberal kalemler...
Fatin Dağıstanlı gibi orta sayılabilecek yolcular...
Hatta daha sonraları Kuran’a "Allah'ın kitabı olamaz" diyecek kadar ileri giden İlahiyatçı Prof. Mustafa Öztürk bile Kanal A'da kendisine yer bulurdu.
Değerli kardeşim, gerçeğe meftun kalem Tamer Korkmaz'la bir süre benim de program yaptığım bir kanaldı.
Ahmet Kaya ve Mustafa Kaya televizyonun sahipleriydi.
* * *
TV'ye her geldiklerinde, "peygamberimiz, çalışanın alın teri kurumadan parasını verin " diye konuşurlardı ama...
Onlarca çalışanı işten çıkarıp, paralarını da ödemediler. O emekçi çalışanların evlerine hacizler geldi. Eşlerinden boşandılar. Hayatları tarumar oldu.
TV'nin sahipleri Ahmet Kaya ve Mustafa Kaya, bu korkunç durum umurlarında olmadan lüks yaşantılarına arsızca, utanmadan, Allah'tan korkmadan şen şakrak devam ettiler. Çok ah aldılar, çok...
* * *
Mustafa Kaya'dan benim de yüklü sayılabilecek alacağım vardı. O paranın da altına- üstüne yattı. Vermedi.
Kaya'ya mesaj attım.
Mesajda "Ben alacağımdan bir şartla vazgeçiyorum. Evlerine haciz gelen çalışanların parasını ödeyin yeter."
Baktım ses çıkmıyor. Gazetecilik deyimi ile sürekli çaktım. İktidar- muhalefet unsurlarına ilettim.
Maşallah bu patronların her iki tarafla da arası gayet iyiymiş!
(*Haklı olduğuma emin olduğum zaman muhatabıma fikri takibimi ve eleştirimi ortalama 10 yıl yaparım. Dinlenir, bir 10 yıl daha!)
* * *
Bunlar köşeye sıkışınca alacağımı hemen hemen karşılayan bir çeki telefonuma gönderdiler.
Ama bir şartla!
Hakkım olan parayı alıp, konuyu kapatmam ve diğer emekçilerin hakkını savunmamam karşılığında!
Kurnazlar ya!
Düşünmeden hayır dedim.
Hakkım olan çeki de almadım.
Kafalarına göre bir şeyler yapmaya çalıştılar bana. Halen de zarar vermeye çalışırlar ama onlar gibi şeklen değil, kalben iman edenlere yazılanın dışında hiç bir şeyin isabet etmediğini bildiği için rahattır bu satırların yazarı.
* * *
İşte bu öykünün sahibi Kanal A'da kısa süre önce ilginç bir gelişme yaşandı.
Kanal A'nın merkezinin bulunduğu Subayevleri’ndeki binada yangın çıktı.
Her ne hikmetse sadece üst katı yandı.
Ve her ne hikmetse Kanal A'nın 20 yıllık tüm arşivi cayır cayır tüketildi!
Kül oldu. Yok oldu.
Ne kadar sürrealist değil mi?
Bir o kadar da gerçek!
20 yıllık, binlerce gazeteci- siyasetçi- akademisyenin alın terini 20 dakikada yok ettiler.
Kim(ler) bu emek katilleri acaba?
Kim(ler) bu aptallar acaba?
Buluruz bir şekilde ve teşhir ederiz!
DEĞİŞİM VAR GİBİ!
Ankara ve kulis kelimeleri birbirlerine o kadar yakışıyorlar ki.
Yazmadan geçemiyorsun.
Kulislerin bini bir para.
MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın Dışişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Süleyman Soylu'nun da kritik bir göreve geleceğini iddia edenler var.
* * *
Bürokrasi de ise gözler İstanbul'da.
6 Aralık'ta İstanbul Emniyet Müdürü Zafer Aktaş emekli oluyor.
İstanbul deyip geçilmez.
Tam 134 ülkeden büyük.
Portekiz, Macaristan, Yunanistan, Ürdün ve Tunus nüfus olarak İstanbul’un gerisinde kalan ülkelerden bazıları.
İşte bu büyüklükte bir şehirin asayişini yönetecek kişi de haliyle çok önemli.
Gelecek kişinin görevini hakkıyla yapacak, mafyaya diz çöktürecek bir iradesi olması gerekiyor.
Sanırım öyle birisi geliyor!
"TEKBİRLERLE GÖMÜN BENİ" DEMEK HAKKIM DEĞİL Mİ?
Rahmetli babam "oğlum paratoner gibisin" derdi.
Gerçekten de misafirliğe, gezmeye her hangi bir yere ne zaman gitsem; oranın iti- çakalı bir şekilde bana bulaşırdı.
Ve hala değişen pek bir şey yok!
Geçen sene ölen Metin Uca'nın ikinci ölüm yıl dönümüymüş dün.
Samimi değildim ama Uca'yı Ankara'dan tanırdım. Hatta, dayak yediği bir konuda benden yardım istemiş, kendisine yardımcı da olmuştum.
Uca geçen yıl öldüğünde vasiyeti "beni yakın" oldu. Kişisel bir tercih. Kendisini ilgilendirir.
Geçen yıldan bu yana ve en son dün, anlamlandırmakta zorluk çektiğim çok sayıda mesajlar alıyorum.
Komik desem komik değil.
Trajik desem trajik değil.
Hele bir mesaj var ki.
Bir yıldır dolaşımda.
* * *
Geçen sene İngiltere'nin Bristol şehrinden G.A. isimli bir okurum,
muhtemelen meraktan, belki de kışkırtmak için bana "Siz de ölünce Metin Uca Bey gibi yakılmak istemez misiniz? Toprakta, yılanlar çıyanlar yerine mis gibi kül olursunuz. Ne dersiniz Atilla Bey?" diye mesaj attı.
Mesajlaşmayı pek sevmediğimden ve soruyu provakatif bulduğumdan yanıt vermedim.
Üst üste yazınca ben de şu yanıtı verdim.
"Yakılmayı istemek Metin Uca'nın kendi takdiridir ama ben gömülmek isterim. Kendi mezar yerim de hazır zaten. İlginize teşekkür ederim."
* * *
Bunun üzerine "Kim bilir belki de cenaze namazı da istersiniz! Kaç kişi gelir ki sizin cenazenize? Pek kalabalık olacağını sanmıyorum! " deyince de.
"Eksik bir tanımlama bu hanımefendi. Sadece cenaze namazı istemem. Tekbirlerle gömülmek isterim. Ben de cenazemin kalabalık olacağını sanmıyorum ama bir kaç kişi gelir diye ümit ediyorum." yanıtını verdim.
Ortalama inancı olan bir Müslümanın arzusu için Bristol'daki hanımefendi ne yazdı bana biliyor musunuz?
"Yobaz!"
O özel yazışmayı, yani "Cenaze namazım kılınsın. Tekbirlerle gömün beni" ifademi, sanki kabahat gibi sağa sola göndermiş.
Dün de aynısı yapılmış.
Arkadaşlarımdan bir kaçı, gülerek "yahu sen de ne yobazmışsın! Hem cenaze namazı, hem de tekbirlerle gömülmek istiyormuşsun" diye yazışmayı atınca içim burkuldu.
Biz; ölümler üzerinden de mi ayrıştık?
"Kıyamet yaklaştı. Zamanın sonundayız!" deyince, bana katılmayan dostlarımın kulakları çınlasın:))
VELHASIL: Doğru zaman diye bir şey var, onu bekliyorum! - T.A.
TALAT ATİLLA'YI TWITTER'DA TAKİP ET!
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...