Dünya tepemize yıkılmadı değil mi?
Yoksa gök delindi, yer mi yanıyor?
Bu topraklara, kaderimiz diye kabul edip bağrımıza bastığımız güzel ülkemizde neler oluyor?
Yakın geçmişte 80 milyon virüs nedeni ile bilim adamı olmuştuk?
Televizyon erkanlarına çıkan ünlü isimler(!) den gazetelerde köşe yazarlığı yapan sağlık uzmanlarına(!). Evlerde çay börek eşliğinde mikrobu yok eden reçeteler yazan hanımlarımızdan, toplu taşımalarda coronayı yok eden ahkam kesmelere kadar herkes bir şeyler anlatıyordu.
Esas konuşması gerekenler yoktu ama herkes konuşuyordu.
Ve bir tek yetkili etkili çıkıp da “SUS” demiyordu.
Siyaset ise yeni oyuncağını bulmuş oynaşıyordu.
İktidara göre farklı bir virüs, muhalefete göre farklı bir mikrop canlarımızı alıp gidiyordu.
…………….
Virüs ciğerlerimize yapışmışken ciğerlerimiz yanmaya başladı.
Ama ne yanma.
Bu bir dönem alçak PKK militanlarının yakmaya çalıştıklarından çok farklı bir şeydi bu.
Derken o klasik deha (!) uzmanlarımız, o kanal senin bu kanal benim ekranlarda koşturmaca oynarken herkes yangın uzmanı oluvermiştik.
Utanmasalar orman yangınını değil, deniz yangınlarını anlatacaklardı.
Yangın söndürme toplarından, Anayasa’nın 169. Maddesine kadar yorumlar yapılırken, yangında en etkili söndürme aracı nedir uçak mı helikopter mi?
Yangın söndürme uçağı nasıl kullanılır, yangın uçağının özellikleri nelerdir?
Ülke yanarken bunları tartışıyorduk.
……………….
Aklınıza gelecek her uçuk konunun uzmanı olanlara sorsanız acaba ömürlerinde kibritten başka yanan neyi söndürmüşler miydi ki?
Tabii bu arada en büyük oyuncağımız, hayat kaynağımız siyasette eskisini kaybetmeden bir yeni oyuncağını bulmuştu.
Bakıyorsunuz bir taraf “Ne olmuş dünya yanıyor” derken, diğer kesin “Yanan yerler ne olacak?” diye soruyordu.
Herkes mevcut oy potansiyelini kurtarma mücadelesi veriyordu.
……………..
Ormanlarımızın yangınlarını kontrol altına alındı denilirken Karadeniz’de gök delineceğini meteoroloji açıklıyordu.
Açıklasın.
Kimin umurunda ki?
Sanılıyordu ki bunlar klasik Karadeniz yağmurları.
Ama kazın ayağı bu kez öyle değildi.
Üstüne üstelik yapılacak da bir şey yoktu.
Güneyimizi toparlayamadan kuzeyimizden felaket sesleri yükselmeye başladı.
Yani altımız yanarken üstümüz ıslanmıyor suya batıyordu.
……………..
Klasik Karadeniz, klasik sel ve yine kaçınılmaz klasiğimiz dere yatakları!
Bu kez sel konusunda ki diplomasız uzmanların bilgi kirliliği sel suları gibi çamur deryasına dönüşmüş dünyamız.
Yine siyasiler meydanlarda.
Çizmeyi çeken, yeleği giyen “Ben buradayım” mesajı veriyordu. Yada görüntüsünü.
………….
Sonuç ise çok net ama boş ifadelerdi.
Neymiş efendim;
“DÜNYANIN DENGESİ DEĞİŞİYORMUŞ”
“SELLER YANGINLAR KÜRESEL ISINMANIN NETİCESİ İMİŞ”
……………….
Allah sizleri ıslah etsin emi.
Dünyanın dengesi yeni mi değişmeye başladı?
Küresel ısınma için ne yaptığınızda neyi konuşuyorsunuz?
…………
Türkiye Cumhuriyeti Devleti tüm iç ve dış hainlerine rağmen yüz yıldır eğilmedi, bükülmedi, en önemlisi de diz çökmedi.
Yanan yerlere ağacı bir yerine 100 dikeriz.
Yanan evlerin yerine çok daha iyisini yaparız.
Suların yuttuğu ilçelerin çok daha mükemmelini yeniden kurarız.
Ya giden canları.
Ya yanarak ölen kahramanları.
Ya sel sularında yitip canları.
Bunları nasıl geri getireceğiz?
On binlerce yanan yok olan canlının hesabı ne olacak?
Giden geri gelir mi?
……………….
Bir yürekli koca ses istiyorum;
“SUÇLU AYAĞA KALK” diyerek kükresin ve dünyayı titretsin,
…………..
O ses çıkar mı?
Suçlu kalkar mı?
Hayır… Hayır...Hayır…
Çünkü suçlu biziz.