Bazı ABD'li yorumcular işi daha ileri götürüp, Türkiye'yi ABD'nin stratejik ortağı olarak nitelemenin doğru olup olmadığını sorguluyor.
Türkiye, Nato'nun önemli bir üyesi. Askeri üsleri de ABD'nin Orta Doğu'da devam eden hava operasyonları için kritik.
Rusya'nın canlanması sonucu Karadeniz Bölgesi'nin stratejik önemi artarken Türkiye, Nato'nun doğu kanadında dev bir toprak şeridi oluşturuyor.
Türkiye, AB için de Doğu'daki en önemli komşu devletlerden biri.
AB üyelik süreci ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın artan otoriterliğinin etkisiyle fena halde durdu.
Ancak, Batı'ya göçmen akınını yavaşlatma konusundaki kritik rolüyle Ankara hâlâ Avrupa için hayati bir ortak. Türkiye hâlihazırda komşu ülkesi Suriye'deki savaştan kaçan 3,5 milyon göçmene ev sahipliği yapıyor.
Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington'la ve bunun sonucunda Nato'yla ilişkilerinin temelini zedeleyecek bir dizi ekonomik ve diplomatik krizle karşı karşıya.
Ekonomik sorunların büyük bir bölümü, Erdoğan'ın tamamı borçlarla finanse edilmiş dev inşaat projelerinden dayanağını alan hızlı büyüme arzusundan kaynaklanmış olabilir.
Ancak Ankara'nın Washington ile, özellikle ABD'li Rahip Andrew Brunson'ın serbest bırakılmamasıyla ilişkilendirilen gerilim, bir tarafta Erdoğan bir tarafta ABD Başkanı Donald Trump'ın olduğu bir irade savaşına dönüşmüş durumda.
ABD'nin ekonomik yaptırımları da Türkiye'nin kırılgan ekonomisine daha fazla zarar veriyor.
Nato Türkiye'yi gözden çıkarır mı?
Peki durum ne kadar kötüye gidebilir? Türkiye'nin Nato üyeliği tehlikeye girer mi?
Aslında Nato'nun herhangi bir üyeyi azledecek türden bir mekanizması yok. Bu durumda çıkmak isterse, seçimi Ankara'nın yapması gerekecek.
Soğuk Savaş sırasında Türkiye dev askeri gücüyle Nato'nun doğu kanadının hep destek noktası oldu. Daha yakın tarihte de Afganistan'a yönelik operasyonlarda büyük katkısı oldu.
Ancak pek çok kez Türkiye'nin sorunlu bir ortağa dönüştüğü de oldu. Ege'deki tarihi düşmanı Yunanistan'la yaşadığı tartışmalar gerilimlere yol açsa da, genelde ikisinin de Nato üyesi olması sayesinde bu gerginlikler sınırlı kaldı.
Türkiye bazı dönemlerde de ortaklarının kendisini değerli bir müttefik olarak görmediğini hissetti. Zira 1990-1991 yılları arasındaki Çöl Fırtınası Harekâtı olarak da bilinen Körfez Savaşı sırasında Ankara Saddam Hüseyin rejiminin olası bir misilleme saldırısına karşı destek istemiş, ortakları ise yalnızca ikinci hat savaş uçağı göndermişti.
Buna rağmen Türkiye Suriye'deki iç savaşın ilk yıllarında Esad hükümetine bağlı güçler tarafından hedef alınacağı endişesiyle Nato'dan yeniden yardım istedi ve bu defa müttefikleri, sınıra füze savunma sistemi gönderdi.
Suriye Savaşı, Türkiye'nin pozisyonunun nasıl değiştiğinin bir göstergesi oldu. Türkiye bölgenin en büyük oyuncularından biri olurken, bazen Esad rejimini devirme arzusuyla sahadaki İslamcı gruplara destek olduğu da oldu.
Şimdi bu politika parçalanmışken Türkiye Moskova'yla daha yakın çalışarak çıkarlarını gözetmeye çabalıyor.
Ankara'nın Suriye'deki ABD destekli Kürt gruplara karşı olması da, Washington ile ilişkileri geriyor. Dönem dönem Türkiye ile ABD'nin desteklediği grupların sahada karşılaşması ya da daha kötüsü ABD ve Türk ordusunun birbirinin ateşine maruz kalması gibi gerçek bir ihtimal vardı.
Ankara'nın ABD'den 100 adet F-35 almayı beklerken Rusya'dan savunma sistemi satın alma kararı, da Türkiye'nin ortaklarıyla ilişkilerindeki olağandışı yaklaşımına işaret ediyordu.
Öte yandan Türkiye'nin Washington'la ve dolayısıyla Nato'yla olan şimdiki gerilimi hangi noktada olursa olsun, Rusya'yla kuracağı bağın aynı seviyede bir itibar sağlayacağını düşünmek güç. Özellikle de güvenliğine ilişkin vereceği güvenceleri ve teknik uzmanlığını göz önünde tutarsak.
Peki Ankara ile AB arasındaki ilişkiler ne durumda? ABD-Türkiye gerginliği, AB ülkeleri için bir fırsata dönüşür mü?
Bir yandan AB devletleri Türkiye'deki otoriterlik ve insan hakları ihlallerini sertçe eleştiriyor, diğer yandansa bu ülkeler Türk ekonomisiyle yakın bir bağ içinde.
Çok sayıda Avrupa bankası Türkiye'deki risklerinden endişe duyuyor ve Türk Lirası çökerse, seyirci kalmayacaklardır.
Bu noktada, gözle görülür işaretler var: İki Yunan askeri ve Uluslararası Af Örgütü'nün Türkiye Direktörü'nün yakın zamanda serbest bırakılması da Erdoğan'ın Trump'la kanlı bıçaklıyken bir de AB ile tam gelişmiş kriz yaşamak istemediğini gösteriyor.
Türkiye'nin AB üyeliği yakın gelecek için reddedilmiş olsa da, Erdoğan için göç kartı halen önemli bir koz: Özellikle de Türkiye sınırı yakınlarındaki İdlib'e operasyon yakınken ve yeni bir göç akını beklenirken…
AB Türkiye ile imzaladığı göçmen anlaşmasının 2016 yılından bu yana Avrupa kentlerine göç akınını ne kadar yavaşlattığının fazlasıyla farkında. Türkiye de bunun karşılığında önemli ekonomik yardımlar aldı ve ülkede kriz gelişimini gösterirken bu ilişkileri aksatmak istemeyecektir.
Kısa vadede Washington'la ipler gerilirken AB-Türkiye ilişkileri gelişebilir.
Washington bu çok kutuplu dünyada eski bölgesel saygınlığını belki yitirecek ve AB de geçici olarak bu sorunlardan kendisine fırsat çıkaracak.
Ancak uzun vadede, elindeki kartlar ne kadar güçlü olursa olsun Türkiye'nin gittiği yön, Batı'dan ve Avrupa değerleri ile liberal demokrasiden uzak. Bu da nihayetinde ABD ile ilişkilerini belirleyecektir.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...