Kazakistanlı bir arkadaşım var, arkadaş demek çok sıradan bir tanım olur. Manevi kardeşim, kızkardeşim demem zannederim daha doğru olacak.
İstanbul’da yaşadığı sırada sık sık evine konuk oluyordum ve hayatlarına da tabii…
Onun üç çocuğu olduğu sırada, benim hiç çocuğum yoktu. Öyle ki anneliği ondan öğrendim desem az söylemiş olurum.
Sürekli etrafında, bacaklarına sarılan çocuklarına sevgiyle davranan arkadaşım anneliği tarif ediyordu;
Annelik nasıl bir şey İndira?
“Çok yoruluyorsun ama çok mutlusun”
Öyle çok düşünmüştüm ki bu duyguyu, nasıldı acaba çok yorulmak ama çok mutlu olmak ?
Bu soru sarmışken ruhumu…
Başka bir gün evlerine gittiğimde, üç yaşındaki kızı , oyuncakları boylu boyunca dizmiş oynuyordu. Öyle ki banyodan başlıyor sıra, salonun ortasına kadar .
Geçiyorlar ama asla basmıyorlar.
Bir şeyler taşıyorlar ama asla çarpmıyorlar.
Engelliyor ama asla kaldır şunları diye bağırmıyorlar.
Bunu da kazıdım ruhuma…
Başka bir gün hep beraber mantı yaptık. Hamuru benden daha iyi şekillendirdiler diyebilirim.
Bir gün de çay ile suyu, bisküvi ve bir sürü karmakarışık yiyeceği , içeceği karıştırarak bana çay yapmaz mı küçük hanım, ikram etti güzel çayını, yok canım içmeyeyim diyemedim çünkü baktım ki anacığı gayet içiyor. Neden içiyorsun? “Çünkü içersem zehirlemez ama içmezsem zehirlenir. ‘’
Başka bir gün ise beni yeniden şaşırttılar.
Arkadaşım namaz kılıyor biz ise yakalamaç oynuyoruz. Küçük kız birden mıh gibi durdu!
Sizce neden?
Annesi namaz kılarken önünden geçmiyor.
Yaş üç…
Kendi alanına saygı görüyor, başkalarının alanına saygı gösteriyor.
Onla bana rastladıkları için kendilerini çok şanslı sayıyorlar oysa ki benim hayatta ki en aziz hocam o oldu.
Anneliği öğretti bana. Minnettarım ! minnettarım ! minnettarım!
Şimdilerde ise instagram var. Herkes seviyor çocuğunu kameralar önünde, her çocuğun kendi alanı , odası var. Her çocuk mutfakta şef.
Oysa öyle mi gerçekten?
Kameralar kapanınca öyle mi mesela? Ya da ön hazırlığında verilen direktifler, hata yaparsa yiyeceği zılgıtlar ve video yüklenir yüklenmez sessizliğe terk edilmeler yok mu mesela?
Bu kişisel alana saygı mıdır ya da kişiliklerine?
Zannediyoruz ki yaşadığımız evler sadece biz büyüklerin oysa yeni doğan bebeğin de evi orası.
Sizin pembe pembe döşediğiniz odayı beğenmeyip, koynunuzda uyumak isteyecek kadar kararlı mesela.
Başkalarına show olsun diye yemek yaptırdığınız çocuğunuz o yemeği ağzına koymayacak kadar hakim aslında sevdiği tadın ne olduğuna.
Kısacası aslında öylesine gösterilen sevgiden de haberdarlar öylesine verilen saygıdan da.
Farkındalar dostlar neler yaptığımızın farkındalar.
Yo yoo!
Oyuncakları oradan oraya saçabilirler değil dediğim ama koymuşsa bir kenara kaldırmayın oradan.
Ya da saçma sapan bir perde istiyorsa size göre, karışmayın dünyasına, hayaller onun sonuçta.
Televizyonda bir şey izlerken kumandayı aniden elinden alıp, kovmayın odasına, izin alın mesela.
Sofraya gel derken, mecbur bırakmak yerine beraber hareket etmeyi öğretin.
Kıyafet seçerken, üşümeyeceği ve terlemeyeceği şekilde seçimlerine müdahale etmeyin.
Bazen onun istediği yemekleri beraberce pişirin. Dökerse temizlesin ama azar işitmesin.
Ödevlerini yapmazsa psikoloğun yolunu tutmayın ya da kulaklarından çivilemeyin. Psikoloğu da siz olun ayrıca..
Mobilya alırken onların da fikrini alın, aldığınız mobilyaları eskitmelerine bozulmayın.
Ona saygı gösterin ve saygının sevgi kadar önemli olduğunu seve seve öğretin.
Kendisini yerlere ata ata istediği şeylerde aman terbiye edeyim diye inat etmeyin ya da hangisini istiyorsan istediğin kadar alabilirsin diye yanlış sınırlar çizmeyin.
Arkadaşlarını tanıyın ve sizi tanımalarına fırsat verin. Bazen sabahlara dek sohbet edin.
Dünyalarına dahil olun, hayallerine , oyunlarına ama illa ruh dünyalarına.
Sırdaşları olun ama yüz göz olmamayı bilin.
Onlar bizim küçük dostlarımız armağanlarımız,
Hani belki de şu her şey geçici dünyada geriye bırakacağımız en büyük eserlerimiz.
Kitaplarımız, romanlarımız, şiirlerimiz , çocuklarımız.
Çocuklar diyorum aziz dostlar !
Dünyayı alacak elimizden
Ölümsüz ağaclar dikecekler.