15 Şubat 2007
ŞAMİL TAYYAR:
9 yıl Milliyet, 8 yıl Sabah, 1 yıl TGRT, 1 yıl Yeni Şafak, kısa bir süre Star TV ve Tercüman’da çalıştım. Ve simdi buradayım. Tersten başlamak gerekirse; kendimi en kötü hissettiğim yer Star TV oldu. Star TV’de sadece 24 gün çalıştım. O dönemde Star’da Cem Uzan vardı. Zülfikar Doğan ile birlikte çalışırken bizden dönemin SPK Başkanı Ali İhsan Karacan ile ilgili şantaj dosyası istendi. Bunu yapamayacağımızı söyledik ve Zülfikar Doğan ile birlikte istifa ettik. Maaş bile alamadan ayrıldık. Dolayısıyla bende en kötü iz bırakan yer orası olmuştur. Açıkçası çalıştığım tüm kurumlarda fena anılarım olmadı. Hepsinde kendimi özgür hissettim. Ama her kurumda konjonktürel olarak sınırlamaların, ambargoların olduğu bir dönem oldu.
MİLLİYET’TE “SİYASİLERE BULAŞMA” UYARILARI…
TURKTİME: Bu ambargolardan aklınızda kalanlar neler? Somut örnek verebilir misiniz?
ŞAMİL TAYYAR:
Mesela Milliyet’te çalıştığım dönemde Hasan Celal Güzel Milli Eğitim Bakanı iken, gazete yönetimine çok sık baskı yapardı. Hatta bir keresinde bir yazımla ilgili beni gazete yönetimine şikayet etmişti. O zaman Altan Öymen genel yayın yönetmeniydi. Ve Öymen, beni, “Hasan Celal Güzel ile ilgili yazılara daha çok dikkat edelim” diye uyardı. Yine Milliyet’te Mesut Yılmaz bazı yazılarımdan dolayı çok rahatsız olmuştu ve beni şikayet etmişti. O zaman Derya Sazak Ankara temsilcimizdi ve beni yanına çağırdı. “Mesut Yılmaz Milliyet ile ilişkisini sana endekslemiş, ne yapıyorsan yap bu işi düzelt” diyerek Mesut Yılmaz’a gönderdi.
TURKTİME: Gittiniz mi?
ŞAMİL TAYYAR:
Mecburen gittim… Yılmaz’ın kapısında 3,5 saat bekledim. O da sanırım bize zulmetmek adına bekletti. Sonra da o zaman Grup Başkan Vekili olan Mustafa Kalemli odasından çıktı ve ona gazete yönetiminin zoruyla oraya geldiğimi ve bu saatten sonra görüşecek hiçbir şeyin olmadığını söyleyip oradan ayrıldım. Zaten o andan sonra Milliyet’te ömrüm de çok uzun olmadı. Bir süre sonra da Tansu Çiller Başbakan oldu. “Tansu Çiller Başbakan ve biz yönetici olmamız nedeniyle çok fazla üzerine gidemiyoruz. Bu nedenle iyi adam biz olacağız, kötü adam da sen” dediler. Ben de “Ömür boyu bana hep kötü adam rolü biçildi, bu saatten sonra artık kötü adam olmak istemiyorum.” dedim.
KÖTÜ ADAM OLMAYI KABUL ETMEDİĞİM İÇİN BAŞBAKAN’I İZLETMEDİLER…
TURKTİME:
Bu cevaba tepkileri ne oldu?
ŞAMİL TAYYAR:
TURKTİME: Sabah?
ŞAMİL TAYYAR:
Sabah Gazetesi’nde de keyifli dönemlerim oldu ama en sıkıntılı dönem Etibank’a el konulmasından sonraydı. O tarihte iktidar baskısı daha yoğun hissediliyordu. Dinç Bilgin tutukluluk halini hastanede geçiriyordu. O dönemde, dönemim Sağlık Bakanı Osman Durmuş hakkında tek satır haber çıkmazdı. Bizleri uyarmışlardı. Dönemin en güçlü adamı Sağlık Bakanıydı. Yine Adalet Bakanı bu ilişkilerden dolayı çok etkindi. 2002’den sonra gazeteye el konulmasının ardından BDDK ile ilişkileri sağlıklı yürütebilmek için tavır değişti. Bunun üzerine beni başbakanı izlemekten alıkoydular. Meclis’e geçtim ve bir süre parlamento muhabiri olarak çalıştım. Ve 1994 şubatında kurum içi basit bir tartışma gerekçe gösterilerek çıkışım verildi.
SABAH’IN “AKP” SİFRESİ!
TURKTİME: Örneğin?
ŞAMİL TAYYAR:
Önceleri gazetede AKP diye yazıyordu. Dediler ki bundan sonra Ak Parti diye yazacaksınız. Benim için sorun değildi, çünkü başından beri ben Ak Parti diye yazıyordum. Kendileri bunu Ak Parti diye tarif ediyorlarsa ben de bu şekilde yazmayı doğru buluyordum. Ama biz buradan Ak Parti yazıyorduk, editörler onu AKP’ye çeviriyorlardı. Bu bir süre düzeltildi ama BDDK ile anlaşma yapıldıktan sonra bir de baktım ki artık Ak Parti yazılmıyor, AKP olarak geçiyor.
AK PARTİ'Yİ EN RAHAT YENİŞAFAK'TA ELEŞTİRDİM...
TURKTİME: Yeni Şafak?
ŞAMİL TAYYAR:
Yeni Şafak’a dışarıdan bakıldığı zaman iktidara yakın gazete olarak görülür. Ama belki de en rahat çalıştığım yerlerden biri oldu. Benim yazılarım diğer yazarlarla karşılaştırıldığı zaman çok aykırı yazılardı. Orada da Maliye Bakanı hakkında üç tane belge yayınladım. O yazım bile gazetede kullanıldı. Hatta bazı okurlar “Biz bu yazıyı okurken bir an şaşırdık, Cumhuriyet mi okuyoruz” diyerek şaşkınlıklarını ifade ettiler. Ona rağmen orada bana müdahale edilmedi. Bugün özgürlükçü olduğunu söyleyen Cumhuriyet’te hükümet lehine bir cümle bile bulamazsınız ama ben Yeni Şafak’ta hükümet aleyhine çok yazı yazdım.
TURKTİME: Yeni Şafak’tan ayrılmanızı bu yazılara özellikle Unakıtan ile ilgili o belgelere bağlayanlar oldu…
ŞAMİL TAYYAR:
TURKTİME: Tüm bu müdahalelere bakınca bugün Hürriyet Gazetesi etrafında yapılan etik tartışmaları, müdahale suçlamaları çok da anlamlı değil...
ŞAMİL TAYYAR:
Öyle tabii. Üzüldüğüm nokta şu; sanki bunu sadece Hürriyet yaşıyormuş gibi bir görüntü oluşturuluyor. Örneğin biz onu Sabah’ta çok bariz yaşadık. Anımsıyorum, Sabah Gazetesi Mesut Yılmaz ile kavgalı olduğu dönemde Yılmaz’ın adını bile geçirmedi. Gazeteye Tansu Çiller dışında hiçbir şey girmiyordu. O zamanlar Star TV’de Kırmızı Koltuk programı vardı ve Mesut Yılmaz o programdan “İktidara geldiğimiz zaman Sabah ve ATV’den hesap soracağız” diye açıkça tehdit etti. İktidara geldiler, Mesut Yılmaz’ın en çok haberlerinin yapıldığı yer Sabah Gazetesi oldu. Yani medyada bunu herkes kendi ölçeğinde yapıyor ve bu anlamda Hürriyet’e açıkça haksızlık yapıyorlar. Benim Yeni Şafak’tan ayrılmam tamamen özel nedenlerden kaynaklandı, yazılarımdan dolayı değil. Yinelemek istiyorum; en rahat yazı yazdığım yer Yeni Şafak oldu.
STAR BENİ BİR İKİ KEZ UYARDI...
TURKTİME: Peki şu anda Star’da durum nasıl? Uyarılar sizde de yapılıyor mu?
ŞAMİL TAYYAR:
Burada bana ciddi anlamda müdahale edildiğini söyleyemem. Yönetimin bana sadece bir iki yazımla ilgili uyarısı oldu. Ama o da gazete içindeki yazarlarla ilgiliydi. Kurum içinde çatışma ortamı yaratılmasın endişesiyle söylendi. Ben de gerekli düzeltmeyi yaptım. Ben birkaç kez gazete yönetiminin politikalarını eleştiren yazılar yazmıştım. Bu anlamda birkaç yazım da yayınlandı. İlla kaldıralım şeklinde değil de olmasa daha iyi olur, gereksiz tartışma olmasın dendi. Kendi açımdan da doğru bulduğum için çıkardım. Ama çıkarmasaydım da problem olmazdı.
SABAH VE MİLLİYET BENİ TASFİYE ETTİ, ÇÜNKÜ...
TURKTİME: Uzun yıllardır gazetecisiniz ama grafiğiniz en çok Star’ın bu son döneminde yükseldi. Bu yükseliş gazeteciliğinizin artık olgunlaşma dönemine gelmenizden mi yoksa Star’ın yeni yönetimi ile kan uyuşmasının doğurduğu bir sinerjiden mi kaynaklanıyor?
ŞAMİL TAYYAR:
İkisinin de rolü var. Gazeteci olarak ne kadar başarılı olursanız olun size verilecek destek çok önemli. Sonuçta siz gazetenizle varsınız. İsminiz sadece tek başına bir şey ifade etmez. Eğer ediyorsa, gazeteden kendinizi soyutlayın ve gidip kendi adınıza bir gazete çıkarın. Ama şu da bir gerçek; ben kendimi yıllarca hep bastırılmış gördüm. Üzerimde baskı uyguladılar. Kendimi ifade etme imkanı açıkçası bulamadım. Milliyet’te tam kendimi gösterme ve yıldız olma yolunda atağa geçtiğim süreçte törpülendim. Maalesef Türkiye’de medya sektöründe yöneticiler liyakatten ziyade sadakate önem veriyor. Gelecek gördükleri her oyuncunun önünü kesmenin kendi iktidarları için önemli olduğunu düşünüyorlar. Siyasette yada sivil toplum kuruluşlarında olduğu gibi medyada da bir öteleme, ayırt etme, perdeleme ve ötekileştirme tutumu var. Dolayısıyla gazetedeki yöneticiler de böyle bir strateji izliyorlar. Ben, Milliyet’teki tasfiyemi de, Sabah’taki tasfiyemi de yöneticilerin dikensiz gül bahçesi istemelerine bağlıyorum. Ben buraya temsilci olarak geldim. Gelirken bana ne tür bir görev istediğimi sordular ve ben temsilcilik dışında hiçbir görevi kabul etmeyeceğimi söyledim.
KAFA OLARAK UFUK GÜLDEMİR İLE AYNIYIM!
TURKTİME: Neden illa temsilcilik istediniz?
ŞAMİL TAYYAR:
Yıllarca ara insan gücü olarak çalıştım. Hiçbir yönetici altında en az kendisi kadar iyi bir yönetici istemiyor. Bunun istisnaları var. Örneğin Ufuk Güldemir bunlardan birisidir. Çok yıldız yarattı. Kendisini eleştirenlere de şunu dedi; “Bunlar benim karşıma birer rakip olarak çıkabilirler ama sonuçta o yıldızları ben yarattım.” Ben de kafa olarak Güldemir’le aynı yapıdayım.
TURKTİME: Bu anlamda örneğin temsilci olarak nasıl bir uygulama yaptınız?
ŞAMİL TAYYAR:
TURKTİME: Burada o handikap aşıldı mı?
ŞAMİL TAYYAR:
TURKTİME: Star’daki son durum nedir? Yayın yönetmenliği için en önde sizin adınız geçiyor.
ŞAMİL TAYYAR:
İnternet sitelerinde bu yönde çok haber çıktı ama hiçbiri bize bunu sormadı. Hatta bir site “gitti, yerleşti, oturdu” gibi haberler yazdı. Hatta eşim; “İstanbul’a gitmişsin benim neden haberim yok” diye aradı. Ben “Ankara’dayım, yerimde oturuyorum, beni kimse aramadı” dedim. Evet... Çünkü evvela işin başında ben varım. Ayrıca İstanbul’daki yöneticilerin de benimle problemi yok. Sonuçta aynı dili konuşuyoruz. Ama ileride ne gibi bir atmosfer çıkar onu da bilmiyorum. Ankara’yı en iyi bilen siyaset muhabirini haber müdürü yaptım. Burada eleman alırken farklı kaygılarım olmadı. Hep en iyilerini bulmaya çalıştım. Çünkü bu büro ne kadar iyi ve başarılı olursa bunun toplam faydasını ben görürüm. Ama maalesef bizim sektörde yönetici arkadaşlar bu felsefede hareket etmediler. Yıldız adayları başlarını kaldırıp yukarıya bakmaya başlayınca hep tırpanladılar. Ben şimdiye kadar kendimi gösteremememi bu tırpanlama faaliyetlerine bağlıyorum.
BOLU DAĞI KARLIYDI, GERİ DÖNDÜM!..
TURKTİME: Peki, o zaman tüm bunlar neden yazıldı?
ŞAMİL TAYYAR:
Eğer böyle bir senaryo varsa, bu senaryoyu giden ekipten bazılarının ismimi Süper Poligon’a sızdırarak “böyle bir şey varsa da doğmadan öldürelim” düşüncesiyle hesapladıklarını düşünüyorum. Şu anda Yayın Yönetmenliğine Ahmet Kekeç bakıyor. Kekeç, dışarıdan hep yazar diye görüldü ama aslında mutfaktan gelen bir isim. Bu işi de çok rahat yapabilecek bir arkadaşımız. Hatta bu tür dedikoduların çokça yapıldığı bir dönemde Kekeç bana “Burada darbe yaptık. Ben geldim” diye espri yaptı ben de ona “Yola çıkmıştım, bolu dağı çok karlıydı, geri döndüm” diye espriyle cevap verdim. Yani biz bu konuları espri ile konuşacak kadar rahatız, hiçbir problem yok.
TUNCAY ÖZKAN İSTİHBARAT DESTEĞİ İLE UĞUR DÜNDAR GİBİ BİR GAZETECİYİ YEDİ, FATİH ALTAYLI’YI SAHANIN DIŞINA İTTİ!
TURKTİME: Star’ın yayın yönetmenliği için sizin adınızın geçmesini “…Eğer böyle bir senaryo varsa, bu senaryoyu giden ekipten bazılarının ismimi Süper Poligon’a sızdırarak “böyle bir şey varsa da doğmadan öldürelim” düşüncesiyle hesapladıklarını düşünüyorum.” diye değerlendirmiştiniz. Giden ekiple bir probleminiz mi vardı ki bu düşünceye kapıldınız?
ŞAMİL TAYYAR:
Aslında herhangi bir sıkıntı yoktu. Ama sanırım böyle bir operasyonun gerçekleşmesinde benim de kısmi bir katkım olabileceğinizi düşünenler vardı. Sanırım bu, ondan kaynaklanan bir düşünceydi. Sonuçta bu yapıyı bilmedikleri için böyle bir kanıya kapıldılar. Sonuçta ben sıradan bir Ankara Temsilcisiyim. Öyle bir gücümün olması mümkün değil. Biz Alev beyle de son derece uyumlu bir çalışma gösterdik ama fikri olarak bazı noktalarda ayrılıklarımız vardı.
TURKTİME: Mesela?
ŞAMİL TAYYAR:
Onlar hepimiz Hrant Dink’iz, Ermeniyiz derken ben bu sloganın yanlış olduğunu düşünüyordum. Belki de bundan hareketle bazı yorumlar yapılmıştır.
TURKTİME: “Ben sıradan bir Ankara temsilcisiyim” diyorsunuz ama size dışardan atfedilen güç hiç de öyle değil. Şamil Tayyar patronajla çok yakın olarak biliniyor…
ŞAMİL TAYYAR:
Ben buraya gelirken bana iş teklifini yapan gazetede görev almamı söyleyen kişi o zaman genel yayın yönetmeni olan Fatih Karaca’ydı. Ben yazar olarak anlaşmıştım. Fatih bey başlamadan önce bana biraz daha beklememi söyledi ve birkaç gün sonra beni arayarak beni temsilci olarak düşündüklerini ifade etti. Ben yazar olarak anlaştığımızı ama temsilciliğin çok farklı bir format olduğunu söyleyerek tereddütte kaldım.
ZÜLFİKAR DOĞAN’DAN SONRA TEMSİLCİ OLMAK BENİ RAHATSIZ ETMİŞTİ!
TURKTİME: Neden?
ŞAMİL TAYYAR:
Zülfikar Doğan’dan sonra geliyor olmak beni çok rahatsız etmişti. Çünkü onunla Milliyet’te 9 yıl birlikte çalışmıştım. Star TV’ye de ekip olarak birlikte gittiğim arkadaşımdı. Onlar da bana “Zülfikar’ın gönderilmesi, senin önünü açmak için yapılan bir operasyon değil. Sen olmasan başkası olacak. Kendimize göre gerekçelerimiz var.” dediler ve ben teklifi o zaman kabul ettim.
TURKTİME: Yani söylendiği gibi patronajla yakın bir ilişki ve o ilişkiden doğan gücünüz yok mu?
ŞAMİL TAYYAR:
Ben gücümü her zaman kendi emeğimden ve ürettiğim işlerden aldım. 24 yaşında Milliyet’te sıradan bir muhabirken Cumhurbaşkanı ile doğrudan konuşan bir adamdım. Başbakanla ilişki benim yeni keşfettiğim bir ilişki değil. 24 yaşında nikah şahidim Başbakan Akbulut idi. Ama kendimi ifade etme imkanı bulamadığım için bazı şeyler görülmedi. Star’da kendimi biraz daha iyi ifade etme imkanı bulunca böylesi spekülasyonlar yapılmaya başladı. Son dönemde her yere çomak sokuyoruz. Çomak sokunca birileri bu şekilde spekülasyonlarla vurmaya çalışıyor.
TURKTİME: Yönetimin böyle bir tasarrufu yokken sizin yayın önetmeni olarak gösterilmeniz yönetimle sizin aranızda bir sıkıntıya neden oldu mu? Bu nedir diye aradılar mı sizi?
ŞAMİL TAYYAR:
Hayır, bana bir şey gelmedi çünkü bu haberlerin ben kaynaklı olmadığı kesin. Orta derece zekaya sahip herkes böyle bir şeyin en fazla zarar vereceği kişinin ben olduğunu bilir. İş kesinleşmemişken, karar verilmemişken, benimle ilgili böyle bir kanaat oluşmamışken bunun yazılıyor olması en çok bana zarar verir. Bizim sektör sanat yada siyaset dünyası gibidir. Sevenlerinizden çok düşmanlarınız vardır. Bu haberler sitelere düştüğü zaman düşmanlarınız kırk koldan üzerinize yürüyerek aleyhinize kampanyalar başlatırlar.
“301 CEMİL TAHTAYA” MANŞETİ YANLIŞTI
TURKTİME: Alev Er’i “301 Cemil Tahtaya” manşeti götürdüğü söyleniyor. Siz olsaydınız gazetenin başında öyle manşet atar mıydınız?
ŞAMİL TAYYAR:
Hayır, atmazdım. Herkes bilir ki bir Bakan’ın böylesi bir hayati konuda tek başına engelleyici olması mümkün değil. Bunu sadece bir Bakan’a bağlayıp onun üzerinden vurmaya çalışmayı ben çok doğru bulmam. Bunu o zaman da yanlış buldum. Siyasi iktidara zarar verir yada vermez anlamında değil ama bu konuda bir kavga verilmek isteniyorsa bu kavgayı Cemil Çiçek’e değil Başbakan’a karşı vermek gerekir.
TURKTİME: Er’i gerçekten de o manşet mi koltuğundan etti?
ŞAMİL TAYYAR:
Benim edindiğim intiba şu; Böyle bir düşünce önceden de vardı, sadece o gün realize edildi. Bunun 301 ile falan alakası yok. Geriye dönüp baktığımız zaman bu gazetede “Efsane Geri Döndü” diye manşet var. Eğer çok art niyetli olsa o manşet atıldığı gün görevden alırlardı.
YAZDIKLARIMDAN KİMSE BAŞKA ANLAMLAR ÇIKARMASIN
TURKTİME: Tuncay Özkan, Sinan Aygün, Tevfik Diker… Sık sık eleştiri potanıza giriyor ve hepsinin ortak özelliği “ulusalcı” olarak bilinmesi. Ulusalcılarla bir derdiniz mi var?
ŞAMİL TAYYAR:
Ben bu isimlerin ortak paydasına bakmadım ama ulusalcı olmadıkları kesin. Geçenlerde birisi “Şamil sürekli bu değerlere sataşıyor. Geçmişte de kendisi bu değerlere sahip çıkan birisiydi niye şimdi bunu yapıyor” diye sormuş. Ben hayatımın hiçbir döneminde ulusalcı olmadım. Ulusalcılığın içi boş bir kavram olduğunu düşünüyorum. Açıkçası, ne anlama geldiğini bilmiyorum. Biri çıkıp izah ederse memnun olurum. Üçünün de ortak noktası ulusalcı dediniz ama hayır, öyle bir ortak noktaları yok. Geçenlerde bunu Sinan Aygün’e de sordum. “Hayır” dedi. “Ben ulusalcı falan değilim. Milliyetçiyim.”
O da sonuçta bir sivil toplum örgütü başındaki isim. Vereceği mesajlara dikkat etmesi, çok ağır ifadeler kullanması lazım. Yerel ölçekte bir sivil toplum kuruluşunun her konuda ortaya çıkıp konuşmasını doğru bulmadığım için eleştiriyorum.
TURKTİME: Sinan Aygün’ü hizaya getirmek için iş dünyasının “akil adamlarının” Aygün ile görüştüğünü yazmıştınız. Bu yazınızın sonunda “Bu toplantıdan kendine ders çıkarmış mıdır, göreceğiz.”
demiştiniz. Sizce çıkardı mı? İzlenimleriniz ne doğrultuda?
ŞAMİL TAYYAR:
Evet, gelmiş gibi gözüküyor…
TURKTİME: Peki Tevfik Diker’i neden eleştiriyorsunuz?
ŞAMİL TAYYAR:
Tevfik Diker’i ise ben Meclis’e girdiği zaman tanımıştım. O zaman çok demokrat bir kimliği vardı. Ondan dolayı da çok iyi bir hukukumuz oldu. Ama zaman içinde siyasette kendisine uygun bir yer bulamadı ve belki bunun da etkisiyle savruldu. Bugün ortalıkta dolaşıyor ama ne adına niçin dolaşıyor, fikri altyapısı nedir bilmiyorum. Tevfik Diker ile ilgili tavrım da çok net. Genelkurmay başkanına mektup yazıp da müdahale edin demeyi bir demokrat olarak çok doğru bulmuyorum. Bu Diker değil siz de olsanız aynı tepkiyi gösterirdim. Yazılarımdan hiç kimse farklı bir anlam çıkarmasın.
TURKTİME: Tevfik Diker ile ilgili “Bu adamı deşifre ediyorum ki herkes tanısın. Çünkü bu memleket için ‘ulusal tehdit’ olmaya başladı.” diye yazmıştınız. Bu tavır da en az eleştirdiğiniz ulusalcıların bakışları kadar abartılı bir bakış değil mi? Bir kişinin yada grubun çıkışını hemen ulusal tehdit olarak adlandırıp tepki koymak o abartılı refleksle aynılık taşımıyor mu?
ŞAMİL TAYYAR:
Ben Tevfik Diker’den neredeyse haftada bir mesaj alıyorum. Bunlar sadece bana gönderilmiş mesajlar değil. “20 subay Genelkurmay’a mektup yazdı…” Açıkla diyorsunuz, açıklayamıyor. Dört tane emekli astsubaya bir kağıt imzalatıyorsun generaller var diyorsun. Ülke çok hassas bir dönemden geçiyor. Hükümetle asker arasındaki çatışmanın kime ne yararı olabilir. Sürekli olarak bu körüklenmeye çalışılıyor. Dolayısıyla bu, ulusal güvenlik problemidir diyorum. Bazen bir deli kuyuya bir taş atıyor 40 akıllı çıkaramıyor. Bu işler böyle başlıyor. İkinci Dünya savaşına da iki tane gemi yüzünden girmedik mi? Dolayısıyla bunları çok fazla hafife almamak gerekiyor. Yarın işi öyle bir hale getirirler ki çok büyük problemler çıkabilir. O yazıda Genelkurmay Başkanlığı’na da mesajım vardı: “Siz de bunları itibarsızlaştırın ki sizin adınıza siyaset yapmaya çalışanlar bundan rant yiyemesinler ve ülke demokrasisine zarar veremesinler.” Şu anda Tevfik Diker izlediği stratejiyle demokrasiye de zarar vermeye başlamıştır. Ben uyardım.
TUNCAY ÖZKAN ULUSALCI DEĞİL, MENFAATÇİ
TURKTİME: Tuncay Özkan da mı ulusalcı değil?
ŞAMİL TAYYAR:
Açıkçası Tuncay Özkan’ın ne olduğunu anlamış değilim. Geçende yine konuşmuş; “sağcıysanız MHP’ye, solcuysanız CHP’ye oy verin” demiş. Ben böyle bir ideolojik kafayı hiçbir şekilde kategorize edemiyorum. Olsa olsa bunun ortak paydası menfaat olur. Dün Mesut Yılmaz’la kol kola siyaset yaptınız bugün CHP’ye oy istiyorsunuz. Mesut Yılmaz’ın siyasi mirası Anavatan partisi, orada devam edin o zaman. Ama hayır, o zaman güç onlardaydı.
TURKTİME: Şimdi de güç Ak Parti’de. Bu durumda Ak Parti ile ilişkilerinin iyi olması gerekmez miydi?
ŞAMİL TAYYAR:
Anlıyoruz ki, Ak Parti ile uyuşamadığı için, Başbakan’a ters düştüğü için onlara alternatif olabilecek her türlü siyasi oluşumun arkasında. Demek ki burada bir menfaat var. Dolayısıyla Tuncay Özkan’ı da ulusalcı olarak değil menfaatçi olarak tanımlamak mümkün. Geçenlerde Tuncay Özkan ile bir telefon görüşmem olmuştu. Kanaltürk’te “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak, uğruna ölen varsa vatandır” diyordu. Tuncay’a “Üniversite yıllarında bunu biz söylüyorduk ve siz çıkıp bize faşist diye bağırıyordunuz. Biz kırkından sonra devrimci olduk, siz faşist mi oldunuz şimdi?” dedim kahkahalarla gülüp “Ne yapalım şartlar böyle” dedi. Demek ki arkadaş şartlara göre uyum sağlayabiliyor. Şimdi siz Tuncay’a ulusalcı diyebilir misiniz?
TURKTİME: Yazılarınıza baktığımızda sadece ulusalcı olmayıp öyle görünmesinin eleştirisinden daha fazla şeyler olduğunu görüyoruz. Neden bu kadar sertsiniz Özkan’a karşı?
ŞAMİL TAYYAR:
Tuncay, bir işçi oğluydu ve üniversiteyi üç kot pantolonla bitirdi. Şimdi Polat Towers’da oturuyor, 17 milyon dolardan bahsediyor. Demek ki ortada yanlış giden bir şeyler var. Biz diyoruz ki bir gazeteci kendi gücünü başka alanlarda kullanıyor ve bunu ranta dönüştürüyorsa bu yanlıştır. Dolayısıyla bir gazeteci olarak buna tepki gösteriyorum.
TUNCAY ÖZKAN’LA GEÇMİŞ DÖNEME İLİŞKİN BİR TANE PROBLEMİM OLDUĞUNU GÖSTERSİNLER, GAZETECİLİĞİ ŞU ANDA BIRAKIRIM.
TURKTİME: Tuncay Özkan’la karşı karşıya gelmeniz okul döneminde başlayan siyasi husumetin bu güne yansıyan görüntüsü olarak yorumlanıyor. Var mı böyle bir şey?
ŞAMİL TAYYAR:
Ben 1982 girişliyim, Tuncay 83 girişli. Ben üniversiteye girdiğimde sıkıyönetim vardı. 86’da okulu bitirdim ve o tarihte de sıkıyönetim kalktı. Yani öğrenci olaylarının, ideolojik çatışmaların, kutuplaşmaların olmadığı bir dönemde okuduk. Dolayısıyla o dönemde biz istesek de öyle bir siyasi atmosfer yoktu. Bunu herkes çok farklı ve yanlış yorumladı. Ayrıca biz üniversite yıllarında çok iyi arkadaştık. Bu yazıların öncesine kadar da iyi bir hukukumuz vardı. 1985 yılında ben Milliyet’te işe başladığımda üç ay sonra Tuncay da Cumhuriyet’te işe başladı ve bana “Sen hangi alanla ilgileniyorsan ben de o alanla ilgileneyim. Görevlere beraber gider geliriz” dedi. Ben de polis-adliyeye bakıyorum dedim ve o da polis-adliyeyi istedi. Ve bir süre eş zamanlı o Cumhuriyet, ben Milliyet’te polis-adiye muhabirliği yaptık. Arkasından beni eğitime verdiler, o da eğitime geçti. Sonra ben Başbakanlık muhabiri oldum o da Cumhuriyet’te Başbakanlık muhabiri oldu. Yakın tarihe kadar da hiçbir problemimiz yoktu.
TURKTİME: Madem bu kadar hukukunuz, dostluğunuz vardı şimdi ne oldu? Neden bu kavga?
ŞAMİL TAYYAR:
Olan şu; Tuncay artık gazeteci değil. Benim dostum, arkadaşım Tuncay gazeteci Tuncay’dı. Şimdi siyasetçi, menfaatçi ve provokatör Tuncay var. Dolayısıyla ben kafamda kendimi ondan ayırdım. Çünkü birilerini örgütleyeceksin, meydanlarda konuşacaksın, kendi televizyonunda parti beyanları vereceksin… Böyle bir anlayış yok ki. Yani bizi birbirimizden ayıran Tuncay’daki bu farklılaşmadır. Yoksa Tuncay’la geçmişte hiçbir problemim olmadı. Geçmiş döneme ilişkin bir tane problemim olduğunu göstersinler, ben gazeteciliği şu anda bırakırım.
SİYASETE GİRİŞİMİ GAZETECİLER SABOTE ETTİ
TURKTİME: Siyasete ilginizi biliyoruz. Bu kavganın fitilini biraz da Tuncay Özkan’ın artık gazetecilikten çok siyasi bir figür olarak ortaya çıkması ateşledi diyebilir miyiz?
ŞAMİL TAYYAR:
Bu konuda da çok yanlış şeyler konuşuluyor. Ben resmi olarak sadece 1999 yılında DSP’den aday oldum. O dönemde Meclis’te çalışan gazeteci arkadaşlarımın önemli bir bölümü aleyhimde kampanya yaptılar. Rahşan Ecevit’ê, Bülent Ecevit’e gittiler ve “Bu adam faşisttir, bunu listeye koymayın. Seçilirse başka partiye gider” diye kulis yaptılar. O dönemde Ecevitlere yakın gazetecilere de Rahşan hanım sormuş, “Şamil’i tanıyor musunuz” diye. Onlar da aşağı yukarı benzer şeyler söylemişler. Bunun üzerine beni listede son sıraya koydular. Ben de Yüksek seçim Kurulu’na başvurdum ve adaylığımı geri çektim.
TURKTİME: Siz de Tuncay Özkan gibi gazeteciyken siyasete girmiş olmuyor musunuz? Ne farkı var peki?
ŞAMİL TAYYAR:
Fark şu; Ben o tarihte gazeteden izin almıştım ve bu girişimim gazete yönetiminin bilgisi dahilindeydi. Liste kesinleştikten sonra gazeteciliği bırakacaktım. O tarihte bir haber bile yapmadım. Ve başvurumu geri çekince gazeteye geri döndüm. Ama birçok kişi beni yıpratmak adına DSP’den aday olduğum halde ANAP’tan, MHP’den aday oldu diye laflar ettiler.
TURKTİME: Bundan sonrası için siyaseti düşünüyor musunuz?
ŞAMİL TAYYAR:
Hayır. O hatayı 1999 yılında yaptım, bir daha yapmam.
TURKTİME: Tuncay Özkan ile bundan sonra da yazmaya devam edecek misiniz?
ŞAMİL TAYYAR:
İlla Tuncay’ı yazacağım diye bir derdim yok. Ama elimize önemli bilgiler gelirse tabii ki yine yazarım.
TURKTİME: Sizin gündeme getirdiğiniz ve daha sonra da çok konuşulan 17 milyon doları nereden bulduğu sorusuyla ilgili Tuncay Özkan’ın yaptığı açıklamayı yada açıklamamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
ŞAMİL TAYYAR:
Açıklayamaz. Çünkü bunun hesabını veremez. Bizim ortak bir hocamız İstanbul’da Tuncay’ı ziyaret etmiş. Sohbet sırasında kanalı nasıl kurduğunu sorunca hocaya “Transferlerden 3,5 milyon dolar param vardı. Bunu tanıdığım bir fon yöneticisine verdim. O da bu parayı biriktirdi” demiş. Orda da mı mizah yaptı bilmiyorum ama gerçek şu ki herkese ayrı bir hikaye anlatıyor. Buradan da şu çıkıyor, Tuncay’dan iyi bir hikaye yazarı olur.
ÜÇLÜ SACAYAĞI: MESUT YILMAZ-ŞENKAL ATASAGUN-TUNCAY ÖZKAN
TURKTİME: Tuncay Özkan’ın el altından MİT mesajları vermesi kadar sizin de MİT ilginiz dikkat çekici. Bu ortak ilgi birilikte takıldığınız dönemden gelen bir şey mi?
ŞAMİL TAYYAR:
Tuncay’ın okul yıllarında katıldığı arkadaş toplantılarını bir süre sonra polis basarmış. Şimdi polisin neden bastığını daha iyi anlıyorum. Yani o dönemde başlayan heyecanlı bir süreç vardı. Mesut Yılmaz’ın Başbakan olduğu dönemde Şenkal Atasagun ile çok yakın bir ilişkisi olduğu kesin. Bu muhbirlik midir, elemanlık mıdır, dışardan destek midir, istihbarat alanında nasıl adlandırılır açıkçası bilmiyorum. Ama iyi ilişkilerinin olduğu kesin. Hatta o dönemde bu ilişkilerle bağlantılı olarak Uğur Dündar gibi bir gazeteciyi yedi Tuncay. Fatih Altaylı’yı bile kısmen sahanın dışına itti. Bu, çok tesadüfi bir şey değildir. Üç sacayağı vardı o dönem. Başbakan olarak Mesut yılmaz, istihbarat olarak Şenkal Atasagun, medyada da Tuncaydı. Bunlar üçlü bir yapıyla o dönemi götürdüler. Mesut Yılmaz Sadettin Tantan’ı görevden almayı düşününce o zaman Tantan’a ilk muhalefeti Tuncay Özkan başlattı ve Tantan aleyhine yazılar yazdı. Tuncay Özkan, Mavi Akım’ı savunan ilk yazardır. Böyle bir stratejinin parçası oldu. Ben Tuncay Özkan’ı çok defa Mesut Yılmaz’la kol kola, omuz omuza gördüm. Örneğin Mahir Kaynak’ın MİT ile ilgili çok yüzeysel bilgiler verdiği kitabına MİT dava açtı ama Tuncay Özkan’ın yazdığı kitapta MİT ile ilgili çok daha gizli bilgi ve belgelere yer verilmesine rağmen Tuncay’a dava açılmadı. Bütün kareleri yan yana getirdiğiniz zaman ortada bir gariplik var.
TURKTİME: Peki sizin MİT ilginiz?
ŞAMİL TAYYAR:
Ben, son dönemde MİT ile ilgili birkaç yazı yazdım. Ama benim yazılarım MİT kaynaklı özel bilgiler değil. Ve bir tavır koyuyorum, duruş sergiliyorum. Benim kamuoyuna mal olmuş, özel mit kaynaklı bir tane yazım yok
“MUHARREM SARIKAYA İLE HESABIM DAHA BİTMEDİ” DİYEN ŞAMİL TAYYAR BU HESABI NASIL GÖRECEK?
TURKTİME: Hrant Dink’e sıkılan sadece Dink’i öldürmedi, gazeteleri de ağır yaraladı. Gün geçmiyor ki bir gazetenin manşet haberi yalanlanmasın. Gazeteler neden bu hale düştü?
ŞAMİL TAYYAR:
Maalesef şu anda medyayı Yasin Hayal yönetiyor. Onlar bunun farkında değil mi? Farkında tabi. Ama kaygıları farklı. Örneğin Sabah Gazetesi, çok iyi iki haber yaptı. Sonra öyle bir heyecana kapıldılar ki, bunu biraz da Hürriyet ile rekabetlerinde de kullanmak istediler ve üçüncüsünde çuvalladılar. Çuvallayınca, yapılan iyi işler de görülmedi. Bu arada Hürriyet, kendisini geride kalmış hissetti ve MİT haberiyle sorti yaptı ama o da çuvalladı. Ve Akşam da potaya girdi ve haberinin yalanlanmasına rağmen devam etti. Yani tüm bunlar kızışan rekabet ortamı nedeniyle oldu. Yoksa bunun farkında olmadıklarını düşünmüyorum.
TURKTİME: Bu süreçte Star’ın yalanlanan manşetini yada haberini anımsamıyoruz. Sizin bu haberlere karşı duruşunuz nasıl? Diğer gazetelerden ayrıldığınız nokta neresidir?
ŞAMİL TAYYAR:
TURKTİME: Bu kızışma devam eder mi yoksa bu kadar mıydı?
ŞAMİL TAYYAR:
TURKTİME: Kamyon bir zamanların sembolüydü ve siz de bunu kitaplaştırarak “5 N 1 Kamyon” demiştiniz. Son yaşanan gelişmelere bakarsak bu kamyonun yerini ne aldı? Yeni duruma uygun bir formülünüz var mı? 5N 1 ne şimdi?
ŞAMİL TAYYAR:
Açıkçası bunu düşünmedim. Kamyon ise zaman zaman suikastlar gibi kullanılan bir şeydi. 5N ise zaten belli; ne, nerede, niçin, ne zaman, nasıl. Şimdi 1 K, Tevfik Diker olabilir, Fikri Karadağ olabilir, Ogün Samast olabilir. Sonuçta burada kullanılan her insan, bu amaca hizmet ediyor. Ve maalesef son zamanlarda bu Kuvayı Milliye dernekleri ile birlikte sayıları da gittikçe artıyor.Daha devam edecektir. Bu işin bir de mahkeme aşaması var. İddianame çok önemli. İddianamede o kadar çok şey çıkacak ki bilgi kirlenmesi çok daha fazla olacak.Biz son dönemde İstanbul ve Ankara arasında çok iyi bir uyum yakaladık. Ve bu uyumla ortak kıl oluşturdık. Ben bunu uyumlu hareket etmeye ve ortaya çıkan her soruya yanıt bulmaya çalışmaya bağlıyorum. Bizim böyle bir kaygımız ve kavgamız olmayınca o yanlışlara düşmüyoruz. Biz sadece habercilik yapmaya çalışıyoruz. Bundan kurtulmak için çok fazla akıllı olmaya da gerek yok. Sağduyulu hareket eder, sansasyon peşinde koşmazsanız sorun çözülür. Biz, bunu yapıyoruz.
MUHARREM SARIKAYA “TURGAY CİNER’İ TANIMIYORSUN. SENİ BAĞDAT’A SÜRER” DİYE TEHDİT ETTİ!
TURKTİME: Tuncay Özkan kadar yazmasanız da yine bir gazeteci, Muharrem Sarıkaya ile aranızın iyi olmadığını biliyoruz. Sarıkaya ile aranızdaki sorun nedir?
ŞAMİL TAYYAR:
TURKTİME: Nasıl hakaretler bunlar?
ŞAMİL TAYYAR:
“Biz bu parayı madenden, yerin altından çıkarıyoruz, size kolay kolay yedirtmem.” dedi. İtiraz edince “Sen Turgay Ciner’i tanımıyorsun. Seni Bağdat’a sürer” diye tehdit etti. Bunun dışında küfre varan ifadeler kullandı. Hicap duyduğum için onun söylediklerini burada tekrarlayamayacağım. Böyle yapınca bir süre sonra alacaklarımızla ilgili olan mücadelemiz onur mücadelesine dönüştü ve biz işin parasal boyutunu bir kenara iterek mücadelemize devam ettik. 14 arkadaştık. Uyduruk gerekçelerle hepimizi işten çıkardılar ve 14’ümüz de dava açtık. Hepimiz de davayı kazandık. Muharrem Sarıkaya da görevden alındı.Sabah gazetesinde çalışırken son dönemde bir sözleşme krizi yaşadık. Bize o zaman yeni bir sözleşme getirdiler ve biz sözleşmenin lehimize olmadığını düşündüğümüz için bunu imzalamadık. O dönemde temsilci konumundaki Muharrem Sarıkaya sözleşmeyi zorla imzalatmak istedi ve bunu yaparken de çok ağır hakaretlerde bulundu.
MUHARREM SARIKAYA’DAN İNTİKAM ALMAK İSTESEM MECLİS’İN ORTASINDA DÖVMEM GEREKİR!
TURKTİME: Davayı kazanmış olmanız, Sarıkaya’nın görevden alınması onur mücadelesi dediğiniz mücadeleyi kazandığınızı düşündürüp rahatlattı mı sizi?
ŞAMİL TAYYAR:
Ben kendi nefsimde Muharrem Sarıkaya ile henüz mahsuplaşmış değilim. Çünkü dava işin parasal boyutu ile ilgiliydi. Onun da bedelini Turgay Ciner ödedi. Ama Sarıkaya’nın bize yaptığı hakaretlerle ilgili mahsuplaşmayı daha yapmadım. Bunu öbür dünyaya da havale etmiyorum. Allah ömür verirse ve bu dünyada da imkanım olursa hesaplaşacağım.
TURKTİME: Nasıl yapacaksınız bunu? Yazılarınızla mı? Örneğin geçmişte Sarıkaya’nın MİT müsteşarı eşinden yediği fırçayla ilgili bir yazı yazmıştınız ve bu, sizin intikam almanız olarak yorumlanmıştı.
ŞAMİL TAYYAR:
Hayır, o yazıyı intikam için kaleme almadım. Eğer intikam almak istesem onu Meclis’in ortasında dövmem gerekir. Özel bir tepki göstereceksem yazılarıma bunu yansıtmam. Bulunduğum gazetede yöneticilik yapıyorum. Hoşlanmadığım bir şey olsa bile haber değeri varsa yazılmasını isterim. Kendi özel hesaplarımı işime karıştırmam ve gazeteyi de ona alet etmem. Ama sizin bahsettiğiniz o yazıyı Yeni Şafak’ta yazmıştım ve haber değeri vardı. Bir yazar MİT Müsteşarı ile atışma ortamında birbirine karşılıklı laf söylüyorlar. Bunun bir haber değeri vardır. Muharrem değil de başkası olsa onu da yazardım. Ama Muharrem Sarıkaya’yı bize yaptıklarından dolayı sevmediğim de doğrudur. Kitap yazmayı düşündüm onunla ilgili. Çünkü Muharrem Sarıkaya Ankara’da en popüler gazetecilerden biridir. Hakkında çok fazla hikaye vardır. Aslında hikayeden ziyade bizzat kendisinin anlattıklarıdır. Ben bu hikayeleri “Muharrem Nereye Koşuyor” diye bir kitap haline getirmeyi düşündüm. Çünkü herkesin bunlar bilmesini istiyorum. Hatta bin tane özel bastırıp bunun 550 tanesini milletvekillerine, 450 tanesini de Genelkurmay başkanından başlayarak askeri ve sivil bürokrata dağıtayım ki bu adamın kim olduğunu, ne olduğunu anlasınlar.
SARIKAYA’YI YAZACAĞIM Kİ BU ÜLKEYİ YÖNETEN KOCA ADAMLAR KİMİNLE KONUŞTUKLARINI BİLSİNLER
TURKTİME: Neden yazmadınız?
ŞAMİL TAYYAR:
Bu projemden Yeni şafak’ta çalıştığım dönemde Mustafa Karaalioğlu vazgeçirdi. Tartışmaya girmememi önerdi ben de uygun buldum.
TURKTİME: Şu an var mı böyle bir projeniz?
ŞAMİL TAYYAR:
TURKTİME: Sarıkaya’nın hikayeleri dediniz. Nedir bu hikayeler? Örnek verir misiniz?
ŞAMİL TAYYAR:
Bir gün Sabah Ankara bürosunda gündem toplantısı var. O gün de bir deprem olmuştu. Muharrem “Ankara sayfasında Ankara’nın deprem haritasını çıkaralım” dedi. O sırada Zeynep Tuğrul devreye girdi ve “Muharrem bey, ben Oyak’ta oturuyorum. Bizim evin temelleri atılırken yerden sular fışkırırdı. Oraları doldurup ev yaptılar. Oyak tarafının zemini çürüktür” dedi. Muharrem de “Ben de biraz yukarıda, Yıldız’da oturuyorum. Biz de evin temelini atarken baktık ki oradan bir dere geçiyor.” dedi. Biz ne olduğunu anlamadık, Okan Müderrisoğlu devreye girdi ve “Abi, dereden kastınız yer altı suyu mu?” dedi. “Evet, dere. Biz o dereyi aldık(elleriyle de göstererek) bir kenara koyduk, sonra da üzerini betonla kapattık. Ve bina yükseldi. Derenin üzerini kapattığımız o betona kapak yapmıştık. Bina bittikten sonra bahçıvan oradan kovayı sarkıtıyor, dereden su çekerek bahçeyi suluyor” dedi. Biz, şaka mı yapıyor, ciddi mi anlayamadık ve bir an tepki koyamadık. Sonuçta adam bir de Ankara temsilcisi. O arada Fatih Ertürk müdahale etti ve “Abi, balık da tutuyor musunuz” dedi. Biz kopmuştuk. Muharrem gayet ciddi bir tavırla “Fatihciğim, sen çok cahil bir adamsın. Yer altı suyunda balık olmayacağını bilmiyor musun?” dedi. Ben Muharrem ile ilgili notumu orada verdim ve ondan sonra da çok ciddiye almadım.Hayır, şu an itibariyle öyle bir projem yok ama onunla ilgili bütün notlarımı alıyorum. Çünkü artık kendisinden ziyade mesleğe de zarar vermeye başladı. Ve bu ülkeyi yöneten koca koca adamlar kiminle konuştuklarını da bilmeleri gerekir diye düşünüyorum.
SABAH YÖNETİCİLERİ İŞİN TAMAMINI SARIKAYA’YA VEREREK HATA YAPTIKLARINI SÖYLEDİLER
TURKTİME: Siz şu an Ankara Temsilcisisiniz. Yani bir yandan gazetecilik yaparken bir yandan da kurumun çıkarlarını gözetmek gibi bir yükümlülüğünüz var. Şu anki sorumluluğunuzun getirdiği yükü de düşünüp Sabah’taki o denemde Muharrem Sarıkaya’nın davranışlarının haklı yanları olabilir dediniz mi?
ŞAMİL TAYYAR:
TURKTİME:
ŞAMİL TAYYAR:
Olur mu öyle şey. Turgay Ciner mi dedi “ben Şamil’i Bağdat’a sürerim” diye. Muharrem o gücü bu şekilde kullandı.Bu tavır patronajın tavrından kaynaklanmış olamaz mı?Hayır, haklı olan hiçbir yanı yok. Sonuçta hukukçular bir metin hazırlıyorlar ve bunu patrona veriyorlar. Patron da tamam diyor. Sonuçta patron metni ayrıntılı olarak bilmeyebilir. Burada yöneticiye düşen görev şudur: Alır, bizimle tek tek görüşür. Çekincelerimizi söyleriz. O doğrultuda sözleşmede değişiklik yapılması gerekiyorsa onları not alır ve patrona gider. Kendi kanaatlerini de ortaya koyar ve bir uzlaşma yolu arar. Ama Muharrem Sarıkaya patronajla çalışanlar arasında bir uzlaşma yolu aramadı. Bunu yapabilirdi. Ama tam tersine hareket etti. Patrona da bizim tavrımız Muharrem’in anlattığı şekilde gitti. Bizi bir isyancı gibi anlattı. Ben işten ayrıldıktan sonra yönetim kademesiyle görüştüğümde bana şunu söylediler: Biz daha önce sizinle konuşabilseymişiz, bu sorunu çözebilirmişiz. Muharrem’e işin tamamını devretmekle hata yapmışız.” Kaldı ki benzer bir sözleşme süreci Hürriyet’te de yaşandı. Sedat Ergin herkesi topladı, kendilerine anlattı. Herkes özgür iradesiyle oturdu kararını verdi. Hiç kimseye hakaret etmediler, hiç kimseye küfretmediler. Burada da bazı arkadaşların çıkışını verdik. Ama buradan atılan her arkadaşın kıdem tazminatını, ihbar tazminatını ve yıllık izin alacaklarını ödeyerek ayırmak istedik. Yani sonuna kadar uzlaşma yolu aradık. Ama o bunu yapmadı.
CİNER 4 TRİLYONU MUHARREM SARIKAYA’DAN TAHSİL ETMELİ
TURKTİME: Böyle davranmasaydı ne olurdu?
ŞAMİL TAYYAR:
Muharrem değil de başka bir yönetici olsaydı bu süreç bir iki kazayla atlatılabilirdi. Ben orada sadece sözleşmeye “ve” bağlacını ekleyin, kıdem tazminatı ile ilgili madde muğlaklıktan kurtarılsın imzalayacağım dedim. Ve samimiyetimi göstermek adına geriye dönük olarak kullanmadığım 185 günlük yıllık iznime de kullanmışım gibi imza attım. Ama ona rağmen yapmadılar. Bu düzeltme 20 kuruştu. Ama bir fotokopi kağıdı fazlayla bitecek iş kendilerine 4 trilyona mal olu. Bence Turgay Ciner bu paranın tamamını Muharrem Sarıkaya’dan tahsil etmelidir.
TURKTİME:Peki Sarıkaya bir bedel ödedi mi bunun karşılığında?
ŞAMİL TAYYAR:
TURKTİME: Tüm bunlara rağmen Turgay Ciner tarafından hala korunuyor olmasını siz neye bağlıyorsunuz?
ŞAMİL TAYYAR:
Bu konuda net bir şey söyleyemem ama sadece gazeteciliğinden dolayı bu yakınlaşmanın olabileceğini sanmıyorum. Özel bir ilişkileri olmalıHayır. Hiçbir bedel ödemiyor. Ödediği tek bedel temsilcilikten alınmasıdır ama onun dışında patronajın kendine aldığı villada oturuyor, altında makam arabası var. Temsilcilikten alınması böyle bir hata için bedel bile sayılmaz.
TURKTİME: Milliyet, Sabah, Yeni Şafak ve Star… Hepsi de çalıştığınız büyük gazeteler ve hepsi en özgür gazeteciliğin kendilerinde yapıldığını söylüyorlar. Sizin en rahat, en özgür ve haz alarak hangi gazete hangisi?