Murat Yetkin'in yazısı şu şekilde;
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dün, 8 Eylül’de Zafer Çağlayan’ın adını Reza Zarrab iddianamesine koyulmasını Türkiye’ye karşı bir adım ilan etmesinden birkaç saat sonra ABD mahkemesi bu defa Çağlayan hakkında tutuklama kararı aldı. ABD ile ilişkiler düne göre bugün çok daha gerilmiş durumdadır.
Erdoğan’ın konuşmasıyla tutuklama kararının açıklanması arasında geçen sürede Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün, Çağlayan’ın adının iddianameye koyulmasının Fethullahçıların sakız gibi çiğnemeye başlaması benzetmesi, bunun hukuk devletinde yeri olmadığı sözleri vardı.
Erdoğan Kazakistan seyahatine çıkmak üzereyken konuştuğunda henüz yataklarından yeni kalkmakta olan Amerikalı yetkililerin işe gidip mesaiye başlama süresidir arada geçen.
New York Sulh hâkimlerinden Katharine Parker imzalı kararda Çağlayan’ın yanı sıra, evinin yatak odasında ayakkabı kutuları içinde 4,5 milyon dolar bulunduğu açıklanan Halk Bankası eski Genel Müdürü Süleyman Aslan, bankanın uluslararası operasyonlardan sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan ve Zarrab’ın kuryesi Abdullah Happani hakkında da tutuklama kararı verilmiş.
Çağlayan ve diğer Türk yetkililerin de 22 Mart 2016’dan bu yana ABD’de tutuklu bulunan Zarrab’ın ABD’nin İran’a ambargosunu delmesine yardımcı olmakla suçlanıyor. Oysa dün Erdoğan’ın da izah ettiği üzere, Türkiye’nin İran’a yönelik bir ambargo kararı o gün de yoktu, bugün de yok. Hatta Türkiye’nin İran’dan petrol alımı ABD tarafından kapsam dışı sayılıyordu. Yine de bu durum ABD yargı makamlarının bugün AK Parti’nin eski bir bakanı hakkında, Türkiye’yi küçültücü bir şekilde tutuklama kararı almasına engel olamıyor.
Bu durumda 17 Aralık 2013’teki soruşturmasında Zarrab’dan –değerli bir saat dâhil- rüşvet almakla suçlanan ve 25 Aralık soruşturması açılmadan bir kaç saat önce dönemin başbakanı Erdoğan tarafından görevden alınmış olan ekonomi eski bakanı Çağlayan ABD topraklarına ayak basar basmaz tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya.
Tabii bir de Erdoğan’ın bu yıl Mayıs ayında ABD Başkanı Donald Trump ile Washington’da görüşmesini takiben kendisini protesto eden göstericilerin koruma polisleri tarafından dövülerek dağıtılması olayı var. Amerikalılar abartmış, son anda seyahate gitmeyen bir görevli hakkında da adı listede olduğu için tutuklama kararı vermişler ama bu durumu pek değiştirmiyor. Hakkında tutuklama kararı verilen koruma polislerinin Erdoğan’ın 16 ya da 17 Eylül’de başlaması beklenen ABD seyahatine katılması pek mümkün görünmüyor; ülkeye ayak bastıkları an tutuklanabilirler.
Bir de tabii ortada heyula gibi duran ve hiçbir yere ilerlemeyen Fethullah Gülen’in iadesi davası var. Gülen, Bakanlar Kurulu tarafından Türk vatandaşlığından çıkarılırsa iade talebi artık geçersiz mi kalacak? O da belli değil.
ABD’nin gerek siyaset, gerek yargı makamları Erdoğan’a vücut diliyle adeta” gelme” diyor.
Erdoğan ise dün –tabii tutuklama kararı öncesinde- bütün bunları görüştüklerinde Trump ile konuşacağını söyledi.
Trump ile henüz alınmış bir randevu yok, ama Türkiye’nin randevu talebine resmen ret yanıtı da verilmiş değil, en azından bu yönde yapılmış bir açıklama yok.
Zaten konunun en kırılgan noktası da burası; yani Trump ile görüşme olup olmayacağı.
Yoksa Birlemiş Milletler Genel Kurulları, ABD ev sahipliği yapmasına karşın, ABD toprağında yapılmış sayılmıyor.
O nedenle geçmişte Erdoğan’a göre çok daha ağır koşullar altında bulunan, -örneğin İran lideri Mahmud Ahmedinecat gibi- ABD yasalarına göre tutuklanabilecek bazı liderler BM çalışmaları için New York’a gelip -sıkı abluka altında tutulmalarına rağmen- başlarına bir şey gelmeden dönebildiler.
Üstelik BM sadece ABD’nin değil, bütün üye ülkelerin, o arada Türkiye’nin de eşit oy hakkına sahip olduğu en büyük uluslararası kuruluş.
Bu nedenle Erdoğan’a dolaylı olarak “gelme” mesajı veriliyor olsa da Erdoğan’ın sırf bu yüzden gitmek isteyeceği söylenebilir. Ancak siyaset kulislerine yansıdığı kadarıyla Erdoğan eğer Trump’tan bir randevu alamazsa, işte o zaman gidişini erteleyebilir; yerine Başbakan Binali Yıldırım’ı göndermeyi düşünebilir.
Tabii ABD konuyu daha da tırmandırmak isterse Türkiye’nin canını en çok acıtabileceği yeri ve konuyu biliyor: Suriye iç savaşı ve PKK’nın Suriye kolu PYD’ye verdiği destek. PKK’nın Barzani tarafından 25 Eylül’de planlanan “bağımsız Kürdistan” referandumunun hemen öncesinde Suriye ve Irak’ı kapsayan özerklik ilan edebileceği konuşuluyor diplomatik kuliste; ABD’nin buna göz yumması Türkiye’yi ayağa kaldıracak bir kışkırtmaya dönüşebilir.
ABD bakımındansa son zorlamanın bir kaç nedeni var. Bunlar arasında Fethullahçılık davasından İzmir’de tutuklu bulunan Amerikalı rahipten Rusya’dan alınması düşünülen S-400 hava savunma sistemine dek değişen konular bulunuyor. Önceki gün Senato Dış İlişkiler Komitesindeki oturumda, Dış İlişkiler Konseyi Türkiye sorumlusu Steven Cook’un, “Türkiye artık müttefikimiz ama ortağımız sayılmaz” demesi yaygın bakışı veriyor.
AK Parti çevrelerinde “Bunlar hep Obama’nın adamları, Trump yapmaz” demesi ise iyi niyet temennilerinden fazla bir değer taşımıyor. Trump Amerikan yönetiminde çok zor ve yalnız bir konumda ve öncelikleri arasında Türkiye ve Erdoğan’ın her ne pahasına olursa olsun savunulması yok.
Bir başka açıdan ABD ile ilişkiler adeta giderek siyasi boyutunu yitirip askerden-askere, yani askeri çıkarlar temeline oturmaya başlamış gibi görünüyor. James Mattis’in son Ankara ziyareti bu durumun açık ifadesi gibiydi. Bu durum hak ve özgürlüklerin biraz daha gerilemesine yol açabilir.
Başta da söylediğimiz gibi, ABD ile ilişkiler bugün düne göre çok daha gergin sayılabilir.
Avrupa Birliği (AB) ile gerilimin kırılıp kırılmayacağını anlamak için en azından elimizde bir tarih, 24 Eylül seçimleri var. ABD ile ilişkilileri rahatlaması için ufukta o da görünmüyor.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...