Erdoğan’ın açıkladığı seçim manifestosunda, “korku, umutsuzluk ve panik” olduğunu söyleyen Böke, “16 yıllık bir iktidarsınız ve 16 yılın sonunda vaadiniz enflasyonu düşüreceğim. Yani enflasyonu ben yükselttim diyorsunuz. Üzerinde konuşmaya değer bir seçim manifestosu değil. CHP’den çalmış olmaları, onu da yarım yamalak yapmış olmaları da özleriyle çelişmiyor çünkü dert bir şey yapıp Türkiye’yi düzlüğe çıkarmak değil günü kurtarmak. Onu da yarım yamalak yaptıkları için Türkiye’ye vakit kaybettiriyorlar” dedi.
HDP’nin tutuklu cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın “ özgür ve adil” seçimler için serbest bırakılması gerektiğini ifade eden Böke, “Adil seçim koşullarını ortadan kaldıran, tüm devlet imkânlarını bir aday için kullanan, bir adayın hapishanede olduğu bir gerçek, adil seçimin olmadığına işaret ediyor. Bütün adayların her şeyden önce özgür olması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Selin Sayek Böke, Duvar’dan Özlem Akarsu Çelik’in sorularını yanıtladı.
‘BU BİR ERKEN SEÇİM DEĞİL BASKIN SEÇİM’
“Cumhur İttifakı”nın cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan, hafta başında AK Parti’nin İstanbul 6’ncı İl Kongresinde 24 Haziran’daki seçimler için manifestosunu açıkladı. Türkiye’nin “kuruluş ve diriliş dönemini” tamamladığını belirten Erdoğan, 24 Haziran’dan sonraki dönemi “şahlanış ve yeniden yükseliş” olarak isimlendirdi. Nasıl buldunuz Erdoğan’ın manifestosunu ve Hükümetin “sizden çaldığını” söylediğiniz torba kanunu?
Siyasi iktidarın açıklamalarında ve vaatlerinde korku var, umutsuzluk var, panik var. Açıklamalar, iktidarın çöküşünün bir ifadesi. Yeni bir hikâye anlatabilme becerisini kaybetmiş, günü kurtarmak için politika yapan ve seçimi sandıktan ibaret gören bir anlayışın vaatleri, seçim rüşveti olarak çıktı karşımıza. Bu açıdan CHP’nin 2015 programından müthiş ayrışıyor. Bizim vaatlerimiz “Gelecek Türkiye” programının parçasıydı. Bu bir erken seçim değil baskın seçim. Kazanacaklarına güvenseler İttifak Yasası’nı çıkarmaya ihtiyaç duymazlardı. Aynı telaş ve panik seçim manifestosunda da görülüyor. 16 yıllık bir iktidarsınız ve 16 yılın sonunda vaadiniz enflasyonu düşüreceğim. Yani enflasyonu ben yükselttim diyorsunuz. Üzerinde konuşmaya değer bir seçim manifestosu değil.
’24 HAZİRAN’DA ŞU TERCİHİ YAPACAĞIZ: DİKTATÖRLÜKLE Mİ YOLA DEVAM EDECEĞİZ YOKSA…’
AK Parti’nin vaatlerinin hangileri, CHP’nin 2015’teki vaatlerinin yarım yamalak yapılmış hali?
Biz 2015’de hazırladığımız seçim programında asgari ücretin artması gerektiğini söylemiş ardından bir virgül koyup demiştik ki, bugün Türkiye’de istihdamı yaratan aktörler temelde KOBİ’lerdir, eğer asgari ücreti arttırıp orada noktayı koyarsak KOBİ’ler ciddi bir mali yük altına girerler ve bu yükü taşıyamadıkları için iflaslar başlar, işsizlik artar. Yani asgari ücreti arttırıp emeği rahatlatalım derken işsizlik sorununa yol açma ihtimalimiz var. Onun için asgari ücreti arttırıyoruz ama diğer maliyetleri azaltacak unsurları da bu paketin bir parçası yapıyoruz. Bunu yaparken de doğru iş yapanı teşvik edeceğiz ve KOBİ’lere sıfır faizli kredi vereceğiz dedik.
‘TÜRKİYE’NİN KAYBEDECEK YILLARI YOK’
İnsanları güvenceli çalıştır seni destekleyeceğim, seni faiz yükünden kurtararak bugün finansal piyasaların iki dudağı arasına sıkıştırılmış olan bu düzende üretimden yana bir tavır alacağım dedik. Peki AKP ne yaptı? Asgari ücreti bizim baskımızla yarım yamalak arttırdı. Sonra oraya noktalı virgül koydu ve dedi ki, KOBİ’lere sıfır faizli kredi vereceğim ama bunu kurayla dağıtacağım. KOBİ rahatlamadığı için asgari ücret bir yüke dönüştü. Onun için bizim yapacaklarımızın kötü kopyası Türkiye’ye vakit kaybettiriyor 7 Haziran 2015’de CHP’nin seçim programında emeklilere çift maaş ikramiye verilmeli demiştik. Biz kaynağını yaratan reformlarla bunu planlamıştık. Oysa iktidarın vaadinde nefes darlığı çeken emeklilere tek seferlik bir nefes sunuluyor. Bunu -AKP’ninki gibi- kaynağını yaratan reformlarla yapmazsanız ileride enflasyona dönüşür, bütçe açıklarına dönüşür, vergi artışlarına dönüşür, bunlar zam anlamına gelir ve ciddi makro ekonomik istikrarsızlık olarak geri döner. AKP’nin programı tam da bu.
‘DİKTATÖRLÜKLE Mİ DEVAM EDECEĞİZ YOKSA 24 HAZİRAN’I DEMOKRASİYE DÖNÜŞÜN BİR BAŞLANGICI MI YAPACAĞIZ?’
Türkiye’nin kaybedecek yılları yok. Bugünden itibaren artık ne yaptığını bilen, kaynağını yaratacak üretim reformunu da aynı gün başlatacak iradeye sahip, bu vizyonda bir iktidarı siyasetin temeline taşımamız gerekiyor. O da CHP’in 7 Haziran’da ortaya koyduğu seçim programını gerektiriyor. 24 Haziran’da şu tercihi yapacağız: diktatörlükle mi devam edeceğiz yoksa 24 Haziran’ı demokrasiye dönüşün bir başlangıcı mı yapacağız? İnsanları seçmen olarak gören bir anlayışla mı devam edeceğiz yoksa insanları ortak bir Türkiye geleceğinde ortaklaştıran bir siyaseti mi kuracağız? Toplumu tüketici bireyler olarak gören bir anlayışın devamını mı yaşayacağız yoksa vatandaşların ekonomik olarak özgürleştiği ve kaynağını yaratan, kaynağını doğru kullanan ülke ekonomisinde özgür yurttaşlar olarak mı yaşayacağız? AKP’nin seçim vaatleri hep birinciye işaret ediyor. İnsanları seçmen, tüketici bireyler olarak görüyor, insanları bir ortak gelecek hayalinde buluşturma derdi yok. Yani bir Türkiye derdi yok, bir demokrasi, yurttaşlık derdi yok. 24 Haziran’da bunu değiştirmeliyiz.
‘SINIF TEMELLİ SİYASETE DÖNMEK VE EMEKÇİ SINIFLARI YENİDEN TARİF ETMEK GEREKİYOR’
GazeteDuvar için kaleme aldığınız yazınızda “gerçek ötesi siyaset, emek karşıtı sağ popülist özüne rağmen emekçi sınıflardan yana pozisyon alırmış gibi bir algı ile gerçekliği dönüştürüyor” demiştiniz. Şu anki ekonomik krizde bile algı yönetimiyle durumu idare eden bir söyleme karşı ne yapılabilir?
Mesele sadece bir algı, PR meselesi değil. Mesele, yapısal unsurlarından kopartılarak siyasetin anlatılabildiği bir düzleme geçilmiş olması. Bizim siyaseti yeniden bu yapısal düzleme taşımamız gerekiyor. Zamanın ruhunun buna çok uygun olduğu kanaatindeyim. Bugün toplumun tamamı, var olan eşitsizliklerden, adaletsizliklerden kaygılı ve mutsuz. O zaman bizim yeniden topluma bütün bu sorunların AKP’nin kurduğu yapısal düzenden kaynaklandığını ve o yapının çok açık bir sınıf siyasetine dayandığını, AKP’nin sınıfsal tercihinin rantçı sermayeden yana olduğunu ve kurduğu o yapısal düzenin sonucunda emekçi sınıfların bu toplumda yok sayıldığını anlatmamız gerekiyor. Sınıf temelli siyasete dönmek ve emekçi sınıfları yeniden tarif etmek gerekiyor. Bu, evrensel sol değerlere dayanan bir siyaset tarifi. Bunu geçmişten gelen romantik bir duygu olarak değil bugünün ekonomik düzenini gerçeklikle okuyan bir yaklaşımla yapmamız gerekiyor.
‘SOSYAL DEMOKRAT BİR SİYASET KURMAK GEREKİYOR’
Emekçi sınıfları yeniden tarif etmekten, neoliberal ekonomik düzene karşı emekten yana olmaktan bahsediyorsunuz. Bu nasıl olacak?
Neoliberal düzen, açlık sınırının altında bir ücrete mahkûm olmaktır, bundan 20 yıl önce haftada 30 saat çalışırken bugün güvencesiz biçimde haftada 50 saat çalışmak zorunda kalmaktır. Bu tarifin içine tarlada kendi adına ve ailesi için çalışan Fatma Teyze de merdiven altı tekstil atölyelerinde kayıt dışı çalışan Ayşe de mavi yakalı emekçi Emine de giriyor, plazalarda kendisi de sermaye sınıfındanmış algısıyla çalışan oysa bir rantçı finans sermaye grubunun beyaz yakalı emekçisi olan Merve de giriyor. Emek sınıfını bugünün koşullarında yeniden tarif ettiğinizde şu gerçek somut biçimde karşımıza çıkıyor, toplumun yüzde 99’una karşı inşa edilmiş bir düzende o yüzde 99’u bir araya getiren en temel özellik hepsinin emek sınıfından olması. O zaman o beyaz yakalıyla mavi yakalıyı aynı dertten muzdarip olduklarına ikna edecek bir siyasetle ortaya çıkmamız gerekiyor. 24 Haziran bunun için bir fırsat.
Aslında Gezi sürecinde mavi yakalılarla beyaz yakalıların ve merdiven altında güvencesiz çalışanların bir arada isyan ettiğine tanık olduk.
Aynen öyle. Çünkü her ikisi de bugün kurulmuş ekonomik düzende aynı mağduriyeti yaşıyor. Türkiye’de asgari ücretle çalışan 6.5 milyon insan var ama geri kalan emek sınıfının çoğunun ücreti de asgari ücrete çok yakın. Asgari ücret, çalışanın, asgari olarak hayatını idame ettirmek için ihtiyaç duyduğu ücrettir. Bu Türkiye’de genel bir ücrete dönüşmüşse o zaman mavi yakalı işçiyle beyaz yakalı plaza çalışanının kaygısı aynı kaygıya dönüşür. Bu kaygıda onları ortaklaştırmak için sizin siyaseten bu kaygıyı dillendirmeniz gerekiyor. Bu yapının bunu yarattığını ve buna çağrı olacak yeni siyasette ortaklaşılırsa yapının değişebileceğini anlatmak gerekiyor. Bunun için de çok açık ki sosyal demokrat bir siyaset kurmak gerekiyor.
Seçimin en kritik seçmen gruplarından biri diye tarif edilen ve 16 Nisan Referandumunda “Hayır” diyen kentli muhafazakârları sosyal demokrat bir siyasetle ikna etmek mümkün mü?
İnanç üzerinden bir muhafazakârlık tarif ediliyor Türkiye’de. Bu olabilir ama esasında muhafaza etmek diye tarif ediyorsanız bu insanlar da aslında bir değişim talebi içindeler. O değişim talebinde ortaklaştıracağımız şeyin ekonomik adaleti sağlayacak bir düzen olduğunu, talana, ranta karşı ve üretimden yana bir düzen olduğunu Gezi de Adalet Yürüyüşü de “Hayır” iradesi de bize gösterdi. İnsanlar ekonomi mücadelesinin demokrasiden ayrılmadığını siyasi partilerden çok iyi görüyorlar. Bütün mesele bu temelde bir anlatının ortaya konulması gerekliliği.
‘BÜTÜN ADAYLARIN ÖZGÜR OLMASI GEREKİYOR’
HDP’nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması gerektiği çağrısını yapan CHP’li milletvekilleri arasındasınız. Bu açıklamanıza tepki mi geldi destek mi?
Çok büyük destek geldi. Biz ilkelerimizle siyaset yapıyoruz. İttifak Yasası çıktığında “Gelecek İçin Biz” olarak hızla şunu söylemiştik, bir demokrasinin vazgeçilmezi adil ve güvenli seçimlerdir. İttifak Yasası güvenli seçimi tehdit eden bir yasaydı. Buna karşı bilinçli bir mücadele verilmesi gerektiği de açıktı. Aynı şekilde şimdi adil seçim koşullarını ortadan kaldıran, tüm devlet imkânlarını bir aday için kullanan, bir adayın hapishanede olduğu bir gerçek, adil seçimin olmadığına işaret ediyor. Bütün adayların her şeyden önce özgür olması gerekiyor.
‘MUHARREM İNCE BÜYÜK BİR HEYECAN YARATTI’
Partinizin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin performansını nasıl buluyorsunuz?
Sayın Muharrem İnce büyük bir heyecan yarattı. Biz de seçim boyunca cumhurbaşkanı adayımızla birlikte mücadele edeceğiz ve Türkiye’ye demokrasiyi getireceğiz. Siyaset umut ve heyecan gerektirir, o heyecanı ve umudu görüyoruz.
Seçmene bir çağrınız var mı?
Güvenli seçimi sağlanmak, sadece sandıkta oy veren birer yurttaş olmakla değil sandığı güvenli kılacak aktif katılımla mümkün. O yüzden herkesi bugünden sandık güvenliğini sağlamak için yola koyulmuş olan sivil oluşumlara veya siyasi partilere katılmaya çağırıyorum. Herkesi seçimde oy kullanmaya ve sandıkta kullandığı oya sahip çıkmaya davet ediyorum.
Söyleşinin tamamı burada.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |