Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) görkemli bir genel kurul töreniyle, yeni yönetimini ve başkanını seçiyor.
MÜSİAD 17. Olağan Genel Kurul toplantısına; Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Köksal Toptan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile çok sayıda milletvekilinin yanısıra bin 500'e yakın üye işadamı da katılıyor.
Genel Kurulun bu yılki önemi, Dr. Ömer Bolat'ın görevi devretmesi ve dördüncü hizmet dönemiyle birlikte yeni genel başkanın seçilecek olması.
MÜSİAD'ın tüzüğü uyarınca, Dr. Ömer Bolat'ın başkanlık görevi sona erecek. Tek listenin oylanmasının beklendiği genel kurulda, yönetim kurulunun yüzde 25'i değişecek.
Önceki haftalarda yapılan seçimlerde sektör kurulu başkanlarının yüzde 60'ı, şube başkanlarının ise yüzde 40'ı değişmişti.
MÜSİAD Tüzüğü'nde 1999 yılında yürürlüğe giren bir değişiklikle, Yönetim Kurulu Başkanlığı için azami 4 yıl, Yönetim Kurulu üyeliği için azami 6 yıl süre sınırı getirilmiş ve örnek bir tavır sergilenmişti.
Bugünkü genel kurulla başkanlığı bırakan Ömer Bolat, bir süre önce Dünya Bülteni'ne yaptığı özel açıklamada, MÜSİAD'ın kuruluşu gayesini, amaçlarını anlatmıştı. Ömer Bolat, Türk Ekonomisinin dinamizmi olarak niteleği MÜSİAD'ın, komşu ve çevre ülkeler ile yurt dışındaki gurbetçiler tarafından model alındığını da dile getirmişti.
İşte Ömer Bolat'la arkadaşımız Bilal Öylek'in gerçekleştirdiği mülakat...
Öncelikle Müsiad ile başlamak istiyorum, Müsiad'ın kuruluş amacı neydi, neden böyle bir kuruluşa ihtiyaç duyuldu?
Kısa adı Müsiad olan Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği 1990 yılında kuruldu. Özellikle ülkemizdeki Sanayileşme ve kalkınma sürecinin Anadolu'ya yaygınlaştırılması ve Anadolu'daki müteşebbis kitle ve sermaye birikiminin Türk ekonomisindeki paylarının artırılması, Türk ekonomisindeki gelişmeye katkılarının artırılması ve onların dışa açık büyüme modeline yönlendirilmesi, onların Uluslararası vizyonla, Uluslararası pazarlarla tanışmaları için ufuklarının geliştirilmesi, ağırlıklı olarak da reel ekonominin üreten ekonomik yapının ve KOBİ'lerin sesi ve temsilcisi olmak kuruluştaki amacımız olarak tespit edilmiştir.
Sanıyorum ki, ülke ekonomisiyle birlikte Dünya ekonomisini de yakından takibetmek hedefleriniz arasında?
Hem Türkiye ekonomisini güçlendirmek, büyütmek ve bu arada ekonomik ağırlığımızın artması, işlerimizin büyümesi, Hem de Türkiye'nin dünya ekonomisindeki payının artması. Bunun için üyelerimiz ve müteşebbislerimizin dünya ekonomisiyle daha fazla bütünleşmeleri, daha fazla ihracat yapmaları, ortak yatırımlar geliştirmeleri. Bunu birlikte hedefledik. İçerde ve dışarda birlikte büyümeyi hedefledik.
Müsiad denilince, akla nasıl bir işadamı portresi gelir?
Deminki sorunuzun devamı olarak şunu ilave etmek istiyorum: Bizim sloganımız "Türkiye büyüdükçe biz de büyüyeceğiz, biz büyüdükçe Türkiye de büyüyecek."
MİLLİ DURUŞA SAHİP İŞADAMI PORTRESİ
İkinci sorunuzla alakalı olarak şunu söyleyebilirim; Müsiad'ın sloganlarından birisi de "Yüksek ahlak yüksek teknoloji." Yani, Müsiad üyesi İşadamı dediğimiz zaman, üye profilimiz olarak, dürüst, güvenilir, ticaretinde ve sosyal hayatında sözüne güvenilir, ahlaki etik değerleri koruyan ve özellikle de araştırmacı, üretken ve reel ekonomide katkıları olan, reel ekonomide çalışan sanayici bir işadamı profili
Sosyolojik olarak muhafazakâr, inanç değerlerini koruyan, milli duruşa sahip, yerli değerleri gözeten bir işadamı profili
Kapitalist ortamda Müsiad üyelerinin zorlukları nelerdir?
Biliyorsunuz İslam"da faiz haram, ticaret helal kılınmıştır. Kar amacıyla yapılan meşru işler müspet karşılanmıştır. Bu anlamda İslamiyet, özellikle adil serbest rekabete, rekabet için işbirliğine en yatkın içtimai bir dindir. Bu tespiti en başta yapmamız gerek.
Bizim arkadaşlarımız ve üyelerimiz de piyasa ekonomisi içinde çalışıyorlar. Kartelleşme, tekelleşme çabaları üyelerimizi zorlayan bir faktör. Uygun şartlarda finansman bulmak ciddi bir sıkıntı. Çünkü özel finans kurumları ancak finansman kaynakları bakımından yüzde üçlük bir katkıyı sağlayabiliyorlar. İş hayatında muhatap olduğunuz kuruluşlarla, almada-satmada, ticaret yapmada ciddi zorluklar olabiliyor. Bu noktada İslam'ın öngördüğü kriterlere bağlı kalmaya çalışmak çok önemli. Bizim üyelerimizi yönlendirmemiz hep bu çerçevede olmaktadır.
Kapitalist yapının derin etkisi, Müslüman dindar işadamlarının iş hayatında kapitalizmin enstrümanlarını kullanıyor olmasıyla gündeme getiriliyor. Faizli işlemler, karın maksimize edilmesi, emeğin karşılığının verilmesi noktasında cimri davranılması vb.. (Yani Kapitalizmin tuzaklarına düşme kaygısı.) Gerçekten Müslüman işadamlarının bu yönde bir eğilimleri var mı?
TEMEL DEĞERLERİMİZDEN TAVİZ VERMEMİZ MÜMKÜN DEĞİL
Böyle ciddi bir eğilimleri olduğunu kesinlikle söyleyemem. Ancak bir önceki sorunuzda ifade ettiğiniz türden sıkıntılar her zaman için sözkonusudur. Basiretli bir Müslüman işadamı, sanayici ve işveren bu tür tuzaklara düşmemek için azami gayreti göstermek zorundadır. Bizim Müsiad olarak inancımızın temel değerlerine ve öğretilerine sadık kalmaya çalışmak üyelerimize her zaman yaptığımız temel tavsiyelerdir. Temel değerlerimizden kurum ve kuruluş olarak taviz vermemiz mümkün değil. Ama bu noktada ferdi anlamda yanlışlıklara düşülebilir. Düşülmüyor demem mümkün değil. Bu da tabii her insanın iç dünyasıyla alakalı bir konudur. Ama biz meşru, helal çalışmalar ve İslam ahlakına uygun düşen çalışmalar yapıyor olmasını üyelerimizde temel değer olarak her zaman arıyoruz.
Ekonomide nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Bugünün Türkiye'sinin gündeminde çok şükür kamu maliyesi problem değil. Yani hazine borçlarını rahatça ödeyebiliyor. Kamu borç stokunun milli gelire oranı yüzde 91'den yüzde 60'ın altına düşmüş. Bütçe açığının milli gelire oranı düşmüş. Bugünün sorunları farklı. Türkiye'nin aramalı girdi üreten sanayilerinin desteklenmesi, Türkiye'nin cari açığının sadece yabancı yatırımcı girişleriyle değil ihracattan aktarılması, iş hayatında vasıflı işgücünün karşılanması, mesleki eğitime acilen kapsamlı bir seferberlik uygulanması gibi. 3 milyon yeni iş gücü yaratılmasına rağmen işsizlik oranı yüzde 9.9'a ancak düşürüldü.
Müsiad'la başlayan süreçle bugün gelinen Kalvinist işadamı tartışmaları arasında bir bağ var mı? Daha açık sormak gerekirse Kalvinist işadamı etiketi Müsiad sürecinin bir sonucu mu?
Müsiad'ın doğuşunda iki sebep şudur: Birincisi 24 Ocak 1980 kararlarından sonra Türkiye'de ekonomide, siyasette ve toplumsal hayatta bir serbestleşime dönemi başladı. Bu, her alanda Anadolu insanının her alanda kabuğunu kırma dönemidir. Bürokraside, siyasette, sanatta, kültürde, ticarette ve ekonomide Anadolu insanı "ben de varım" diyebildi. Yüksek tahsiliyle, müteşebbis gücüyle ve vizyonuyla ekonomide sesini duyurdu. İşte bu, Türkiye'de Anadolu kökenli bu müteşebbis kitlenin yeni gelenlerin bir dayanışma platformu olarak ortaya çıktı.
MÜSLÜMAN İŞADAMININ BAŞARI ÖYKÜSÜ
İkinci neden de Müsiad üyelerinin ekonomik hayattaki güçlenmesinin önemli etkileri arasında kendi aile tasarruflarına, öz sermayelerine ve güçbirliği yapmalarına dayalı bir anlayış etkili oldu. Bu da bizim İslam inancından aldığımız bir güçtür.
Kalvinistler ileri gitmiş olabilir ekonomide. Ama bu sadece ekonomide başarmak, Kalvinistlere özgü bir durum değil. Biz, Coma İslamicos dediğimiz Müslüman İşadamının başarma öyküsünün temsil ediyoruz.
Eğer Müslüman işadamı kimliği taşıyan insanlar bu kadar başarılı olmasalardı böyle bir tartışma yaşamıyor olacaktı. Diğer taraftan biz bu tartışmaların polemik şekline dönüşmemesi ve tartışmayı çıkaranların bu konuyu daha fazla gündemde tutmak istemelerine zemin hazırlamamak için, tepki göstererek katılmak istemedik. Çünkü böyle bir davranış bu tartışmalara güç kazandıracak bir eğilim olacaktı.
Bizim buradaki yaklaşımımız polemik ve tartışmak yerine iş yapmaktır. Zaten Müsiad'ın başarısının arkasında yatan temel nedenler, Müsiad'ın kuruluşundaki temel değerlerin ve sebeplerin haklılığıdır. Müsiad'ın, hizmet, çözüm ve faaliyet odaklı bir çalışma yapmasıdır. Biz bu tartışmalarda ilk başta tavrımızı net bir şekilde ortaya koyduk. Anadolu'daki işadamımızın başarısı kalvinist öğretiden değil, tamamen Türk İslam ahlakından ve öğretilerinden kaynaklanıyor.
Öteden beri özellikle dış kaynaklı ve içerde bazı odakların, İslam dünyasında yaşanan siyasi, ekonomik ve sosyal sıkıntılar sanki İslam'dan kaynaklanıyormuş gibi "saçma bir ithamla" İslam"da yenilikler ve reform yapma gibi bir arayış içerisinde oldukları biliniyor. Batının gelişmişlik standartlarına ulaşmak için Batı'nın yaşadığı bir Protestanlaşma sürecinin İslam dünyasında da yaşanması gerektiği şeklinde iddia ve beklentilerin bulunduğu bir gerçek. Bunu gerek dini gerekse iktisadi hayatla ilgili konularda zaman zaman gündeme getiriyorlar. Biz bunu reddediyoruz, bu görüşe katılmıyoruz. Bunu açıkça ifade etmek isterim.
İNANCIMIZA GÖRE DÜNYA GİBİ AHİRET DE ÖNEMLİ
Burada şunu da ifade etmek gerekir. Kalvinist öğretide, insanlar bu dünyada başarılı olur, çok para kazanırlarsa, ahiretde de cennetlik olurlar. Bunu başaran bir insan ahiretini de garanti altına almış oluyor. O zaman gayrı meşru bütün işler, ahlaki ve sosyal yönden haksız elde edilmiş bütün kazançlar, sonuç başarıya odaklandığı için bütün bunlarda meşruymuş anlayışı var. Halbuki bizim inancımıza göre insan hem bu dünyası için çalışmalı, hem de ahiretini kazanmak için çalışmalıdır.
Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyanız için, yarın ölecekmiş gibi ahiretiniz için çalışınız diyen bizim peygamberimiz. Dünya ahiretin tarlasıdır hadisi şerifiyle peygamberimiz bizlere bir yol göstermiş zaten. Bu da gösteriyor ki, bir Müslüman ister işadamı olsun, ister serbest meslek sahibi, ister işçi, ister çiftçi olsun, ister esnaf olsun herkes kendi alanında başarılı olmaya çalışmalı. Bunu yaparken, ahireti için de ayrıca hazırlık yapması lazım. Müslümanı kalvinistlerden ayıran temel unsurlardan birisi de budur. Bu çok önemli bir farklılık. Bu kalvinist anlayışı bizim kabul etmemiz mümkün değil. Bu bizim inancımızla ters.
Özellike Türkiye'deki ya da Uluslararası ekonomik ve siyasi gelişmelere göre raporlar hazırladığınızı ve bunları kamuoyuyla paylaştığınızı biliyoruz. Ülke yöneticileri bunlardan yeterince yararlanıyorlar mı?
Bundan önceki hükümetler fazla yararlanmadılar. Refahyol Hükümeti'nin yararlandığını söyleyebilirim. Mevcut hükümetin de ciddi anlamda yararlandığını gördük. Zaten Müsiad'ın görüşleri ve raporları, geniş bir şekilde Anadolu'ya yayıldığımız için 28 şubemizle beraber tabanın sesi
Müsiad'ın önerileri ve görüşleri hiçbir zaman ferdi menfaatler bazında hazırlanmaz.
ORTAYA KOYDUĞUMUZTESPİTLER SAĞDUYUNUN ESERİ
Önce Türkiye ve halkımız prensibiyle toplum ve ülke menfaatleri göz önünde tutularak hazırlanır. Dolayısıyla reel ekonominin, üreten kesimin görüşlerini ihtiva ettiği için hükümetlerin Müsiad'ın görüş ve raporlarından daha fazla yararlanmaları gerektiğine inanıyoruz. Geçmişte bunları gözardı eden hükümetlerin ömrü de fazla uzun olmadı. Bunu da hep beraber siyasette gördük. Dolayısıyla Müsiad olarak ortaya koyduğumuz tespitler, sosyal, siyasal ve dış politika meselelerinde hamdolsun genellikle hep doğrulanmıştır ve bu anlamda da sağduyunun sesidir.
Düzenlediğiniz Fuarlara gelmek istiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam ilk olarak İzmir'de başlamıştınız. Ama şimdi Uluslar arası bir boyuta ulaştı.
Evet, ilk Müsiad Fuarı, 1993 yılında başladı. 1993, 1994 ve 1995 yıllarında İzmir"de gerçekleşti. 1996"dan itibaren İstanbul'da yapılıyor. Şuana kadar 11 Uluslar arası Müsiad Fuarı gerçekleştirildi. Uluslar arası hüvviyeti vardır. Gerek ziyaretçiler ve gerekse katılımcılar bazında hem yurt içinden hem de yurt dışından binlerce işadamları yer almaktadır.
İSLAM DÜNYASININ EN BÜYÜK TİCARİ BULUŞMASI
En son 2006 Kasım ayında gerçekleştirdiğimiz Uluslar arası Fuarımıza ve Uluslar arası İş Foumu Kongremize 61 ülkeden 1704 işadamı katılmıştı. Yurtiçi ve Yurtdışından toplam 23 bakan ve sayın başbakanımız dahil 2 tane de misafir başbakan iştirak etmişti. Ayrıca İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri, İslam Ticaret Odaları Başkanı ve İslam Kalkınma Bankası Başkanı da katılımcılar arasındaydı.
Bu da gösteriyor ki Müsiad Uluslar arası Fuarı ve Uluslar arası İş Forumu IBF Kongresi, İslam Dünyasının en büyük ticari buluşmasıdır. Hem sorunlar konuşuluyor, projeler konuşuluyor, hem de ticaret yapılıyor fuarlar vasıtasıyla.
Fuarları düzenlerken beklentileriniz gerçekleşiyor mu?
Kesinlikle karşlılık buluyoruz. Fuarlar sayesinde Türkiye'ye gelen sermaye için bir rakam telafi etmek çok zor. Çünkü firmaların kendi aralarındaki ikili münasebetleri bizim rakamsal olarak tespit etmemiz mümkün değil. Ayrıca fuarlardan birkaç ay sonra da bağlantılar devam ediyor.
Ama şunu söyleyebilirim; Müsiad, Türkiye'nin komşu ve çevre ülkeleri ile İslam dünyasıyla olan münasebetlerinin gelişmesinde en fazla katkıyı ve lobi çalışmasını yapan kuruluş olmuştur kurulduğu 1990'dan bu yana. Bunun etkisini şöyle söyleyebilirim; 2000 yılında komşu ve çevre ülkelerle ticaretimizin toplam ticaret içindeki payı yüzde 3 iken, bu oran 2006 yılında yüzde 30'a çıkmıştır. İşte Müsiad'ın yoğun dış ekonomik faaliyetleri ve lobi çalışmaları, fuarlar, ihracat gezileri, artı hükümetin komşu ve çevre ülkelere yönelik diplomaside, siyasette ve ekonomide yaptığı ciddi çalışmalar meyvesini vermiştir.
MÜSİAD KOMŞU VE ÇEVRE ÜLKELERE MODEL OLDU
Ortaklaşa iş yaptığınız ülkelerde Müsiad benzeri kuruluşlar var mı varsa ortaklaşa üzerinde çalıştığınız projeler var mı?
Müsiad'ın kuruluşu ve başarısı, kendi içinde bir model oldu. Yurtiçinde, hem iş hayatında hem de sosyal hayatta Müsiad'ın başarısı öyküsü temel alınarak onlarca farklı gönüllü teşekküller kuruldu.
Aynı şekilde dışarda da Hem Türklerin yoğun olarak yaşadığı Almanya, Hollanda, Belçika, İngiltere, Danimarka gibi Avrupa ülkelerinde hem de İslam ülkelerinde de bir model olarak alındı ve bu ilkelerde Müsiad benzeri işadamları teşkilatları kuruldu. Çünkü İslam dünyasında sivil toplum anlayışı ve geleneği çok zayıf. İşte Müsiad modeli bu anlayışı büyük ölçüde olumluya çevirdi. Müsiad benzeri kuruluşlar oralarda da kuruluyor ve çalışıyor.
Onlarla karşılıklı ticaretimizin, ortak yatırımların ve proje birlikteliklerinin artması için sürekli bir iletişim içindeyiz. Karşılıklı işadamları gezileri, Müsiad Uluslararası fuarları ve o ülkelerdeki katılım, yılda bir defa Uluslararası İş Forumu Kongreleri çerçevesinde bu birliktelikler hızla artıyor.
Asya ülkelerinde yaşanan ekonomik krizden neredeyse bütün dünya etkilendi. Fakat iddia edildiği kadar uzun sürmedi. Böylesi durumlara karşı dünya ülkelerinde yeterince önlem alındı mı?
Güneydoğu Asya krizden hızlı kurtuldu. 3 - 4 yıl içinde kurtuldular ve 2000'den sonra çok hızlı bir büyüme sergiliyorlar. Krizden de önemli dersler çıkardılar. Yine ihracata dayalı büyüme modeliyle büyük bir kalkınma ve büyüme atağı gerçekleştiriyorlar. Döviz rezervleri 3 buçuk trilyon dolar sınırına geldi.
KRİZDEN İYİ DERSLER ÇIKARILDI
Rusya 1998 Ağustos'unda girdiği krizden özellikle 2001 - 2002'den sonra hammadde, petrol ve doğalgaz fiyatlarının 3 katına kadar çıkması nedeniyle o da çok büyük bir hızla çıkş yakaladı. Hamdolsun Türkiye de 2002'den itibaren 2000 Kasım - 2001 Şubatında girdiği krizden büyük ölçüde çıkmaya başladı.
Önümüzde Orta Asya ülkelerindeki petrol ve doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınma projesi önümüzde duruyor. Türkiye nasıl bir strateji izlemeli?
Türkiye'nin enerji sektöründe ciddi problemleri var. O da şu; Türkiye enerji kaynakları itibariyle zengin bir ülke değil, hammadde itibariyle de fazla zengin değil. Geçen yıl petrol, doğalgaz ve kömür gibi enerji ithalatına ödediğimiz para 28 buçuk milyar dolar. Türkiye'nin ciddi bir enerji sorunu var. Türkiye'de yılda yüzde 8 tüketim artıyor. Türkiye enerjide özellikle ithalata bağımlı.
Enerji ithalatımız 2002'de 9 buçuk milyar dolar. Bunun içinde petrol ithalatı 4 buçuk milyar dolar ama bugün enerji ithalatımız 28 buçuk milyar dolar. Enerjide ithalata olan bağlılığımızı azaltmak zorundayız.
Yerli kaynaklar itibariyle hidrolik yani su kaynaklarımızın yüzde 40'ını kullanabiliyoruz. Yaşadığımız 2006 - 2007 kuraklığında da su kaynakları bakımından da bir sıkıntımız olduğu gözüküyor. Termik kömür kaynaklarımızda da henüz kullanabileceğimiz imkânlar var ama biz bütün yerli kaynaklarımızı kullansak bile bazı senaryolara göre 2020 yılı itibariyle yerli kaynaklarımızın sonuna gelmiş olacağız. Enerjide ciddi bir darboğazla karşılaşabiliriz. Dolayısıyla bizim yerli petrol ve doğalgaz keşfetme ve bunları artırma çabası içerisinde olmamız gerekiyor.
Nükleer enerjiden mutlaka istifade etmemiz gerekir. Bütün bunları birleştirdiğimizde, Rusya'ya doğalgazda olan bağımlılığımız; elektrik üretimimizin yüzde 45'i doğalgazdan, ısınma noktasında da doğalgaza ciddi bir bağımlılığımız var. Petrol ithalatımız yüzde 90 iken doğalgazdaki ithalata olan bağımlılığımız yüzde 95. Elektrik üretiminde doğalgazın payı yüzde 45 ve doğalgazda da Rusya'ya bağımlılığımız yüzde 65. Dolayısıyla doğalgaz anlamında İran, Cezayir, Mısır ve Katar doğalgazı gibi alternatif kaynaklara da yönelmemiz şart.
RUSYA TÜRKİYE'Yİ DEVRE DIŞI BIRAKMAYA ÇALIŞIYOR
Bunlar yapılmaya çalışılıyor. Rusya'ya olan bağımlılığımız aşağıya indirilmeye çalışılıyor. Ama Rusya'nın özellikle Türkiye'nin bir enerji köprüsü olma noktasında baktığımızda Türkmen ve İran doğalgazını Nabuko Projesiyle Orta ve Batı Avrupa'ya ulaştırma projesine sıcak bakmadığını gözlemliyoruz.
Petrolde Burgaz-Dedeağaç boru hattı projesiyle Samsun-Ceyhan hattını devreden çıkarmaya çalışıyor. Yine çok taze yeni bir proje olarak Karadeniz üzerinden Samsun'a gelen doğalgazı Mavi Akımla Ankara'dan Orta ve Batı Avrupa'ya ulaştırma projesini de devreden çıkarma girişimini görüyoruz. Rusya'nın doğalgazı Karadeniz kıyısından Burgaz'a, oradan da ya Bulgaristan ya da Yunanistan üzerinden Batı Avrupa'ya ya da Güney Avrupa'ya iletme çabası vardır.
Türkiye'nin enerjide ithalat ve yerli kaynaklarını çeşitlendirmeye çabalarken hem de Enerji köprüsü ve transit merkezi olmaya çabalıyor. Bu noktada Ruya ya da Türkmen gazının Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine pazarlanma çabalarını devreden çıkarmaya çabaladığını görüyoruz.
Türkiye İMF ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
2000 Kasım ve 2001 krizinde Türkiye ekonomisi dibe vurdu. İç ve dış borçlarını ödeyemez konuma gelmişti. O nedenle Türkiye İMF ile iyi niyetle standby anlaşması yapmak zorunda kaldı.
TÜRKİYE ARTIK İMF'DEN ÇEKİLMELİ
Standby anlaşması, hasta bir ekonomi için uygulanan bir program. Bize göre Türkiye'nin İMF ile olan istikrar sürecinin artık sonuna geldi diyebiliriz. Türk ekonomisinde istikrar süreci sağlandı. Makro göstergelerde cari açık ve işsizlik dışında hamd olsun olumlu kazanımlar var. Fakat seçimlerden sonraki yeni dönemde Türkiye'nin İMF ile olan standby anlaşmasını yenilemeden bir yumuşak çıkış stratejisiyle bu dönemi kapatmasını tavsiye ediyoruz.
Güçlü bir üretim ekonomisi programıyla bir kalkınma mimarisini öneriyoruz. Bunun yanında Türkiye'nin D-8 projesi, komşu ve çevre ülkelerle siyasi, diplomatik ve ekonomik ilişkilerini geliştirme projelerini mutlaka derinleştirmesi ve geliştirmesi çok önemli. Bir yandan da AB ile de tam üyelik müzakerelerini de çapa olarak kullanması da Türk ekonomisinin dış vizyonu açısından gerekiyor. Böyle bir yapı, Türkiye'yi çekim merkezi haline getireceğini düşünüyoruz.
Türkiye'nin 1990 yılında Dünya gündeminde çok önemli iki tane insiyatifi oldu. Bir tanesi 1991'de gündeme getirdiği Karadeniz Ekonomik İşbirliği projesi 1992'de resmiyet kazandı. Bu yıl da 15'inci yılı kutlandı İstanbul'da. Rahmetli Özal'ın büyük projesiydi ve İstanbul'da kuruldu. İkincisi de Başbakanlığı döneminde Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın gündeme getirdiği D-8 Projesiydi. Bu iki proje, 1- ekonomik ve siyasi bütünleşme projesiydi. Karadeniz İşbirliği Projesini Avrupa Birliği sabote etmeye çalıştı. Özellikle bu projede yer alacak ülkeleri tam üye yaparak büyük ölçüde kendi tarafına çekti ve bu şekilde projenin gelişmesini engellemeye çalıştı. D-8 projesi de daha çok ABD etrafında endişe doğurdu.
Baktığımızda D-8 projesini imzalayan liderlerin hemen hemen hiç birisi iktidarda uzun süre kalamadı. Bu noktada siyasi iktidarlarda D-8 projesini devam ettirme konusunda fazla istekli görünmediler ve siyasi irade göstermediler. Dolayısıyla D-8 Projesi ve Karadeniz İşbirliği bir nevi rölantide. Bunların canlandırılması, üye ülkelerin iradesine ve siyasi konjonktüre bağlı.
Dünya Bülteni
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...