Sahneye çıktığında henüz 14 yaşındaydı. 17 yaşına geldiğinde assolist olmuştu bile! Etkileyici mavi gözleri ve kalp titreten sesiyle hep zirvede kaldı. Türkiye’nin en ünlü, en başarılı şarkıcılarından biri haline gelmesi naifliğinden, sıcakkanlılığından bir şey eksiltmedi, egosu yüksek birine dönüşmedi. Hâlâ en büyük korkusu karşısındakini kırmak. Onun bu inceliği, telaşı size de geçiyor, sorduğunuz bir sorunun onu kırmasından endişe ediyorsunuz. O zaman da o tatlı gülümsemesiyle sizi rahatlatıyor. Hayatını masaya yatırdığımız sohbetimiz böylece derinleşiyor.
-Hayatınız perde arkasında da sahnedeki kadar ışıltılı mıydı?
Yaşadığınız süreç bazen nelerin ışıltılı nelerin ışıltısız olduğunu o anda algılamanızı engelliyor olabilir. Üzerinden zaman geçtiğinde bazı şeyler daha iyi algılanıyor. O yüzden bazen her şeye uzaktan bakmak gerekiyor.
-Şu an bakınca nasıl görünüyor?
Benim ışıltıdan anladığım; 33 yıllık bir kariyerin ışıltısı, erken kaybettiğim sevgili anneciğimin ve babacığımın bana verdikleri sevginin ışıltısı. Sevenlerimi 33 yıldır yanıltmamamın ışıltısı. Üç evladımın ışıltısı.
“Anne olmak hayatın en büyük güzelliklerinden. Bu duyguyu üç kez yaşadım, yaşıyorum. Şükürler olsun.”
-Yüzünüz hep gülüyor ve çok pozitif görünüyorsunuz. Bu planlanmış, çizilmiş bir imaj mı?
Sizin için oluşturulan bir imajı ne kadar sürdürebilirsiniz? Özünüzde olmayanı yıllarca nasıl aktarabilirsiniz? Pozitifliğim; olumsuz, duygu, düşünce ve davranışların beni esir almasına izin vermemek üzerine... Negatif düşünce ve duygulara esir olursam bilirim ki esaretten payıma, sevdiklerime hiçbir şey çıkmaz. Ben gülümseyen, hayata pozitif direnç gösteren insanları hep örnek almışımdır.
-Sizinle yeni tanışanları en çok şaşırtan özelliğiniz ne?
Sanıyorum içtenliğim. Kalp kırmazlığım. Kavga sevmemem. Yüksek sesle tartışmak, insanlara kötü davranmak, kötü söz söylemek yapamadığım şeyler. Hiç düşünebilir misiniz benim yüksek sesle bir şey söylediğimi, bağırdığımı, insanlara hakaret ettiğimi ya da ahkâm kesip herkese akıl verdiğimi. Yakışmaz! Sırf bana değil, hiç kimseye yakışmıyor.
-Takıntılarınız var mı?
En önemli takıntım titizliğim. Her şey tertemiz, pırıl pırıl olsun istiyorum. Ama bu sadece evim için değil, delice belki ama sokaklar, caddeler, binalar için de geçerli. Onlar da tertemiz, camları pırıl pırıl olsun... Bahçelerde çiçekler, ağaçlarda dallar kirsiz tozsuz olsun.
-Maksim’de yaşanmış, en unutamadığınız anınız neydi?
Fahrettin Aslan Beyefendi’nin Maksim Gazinosu dışında Livingroom isimli bir mekânı vardı. Rahmetle, sevgi ve hürmetle anıyorum; sevgili Seyfi Dursunoğlu kuliste hazırlanırken beni yanına oturtup Türk sanat müziği şarkıları söylememi isterdi. 1 Ağustos’ta, doğum günümde, ben sahnedeyken Seyfi Dursunoğlu sahneye çıkıp müzisyenleri durdurdu. Bana takılacak diye korktum. Bir heyecan bir heyecan... O gece dinleyiciler arasında kimler yoktu ki; Sezen Aksu, Onno Tunç, Egemen Bostancı…
- Sonra?
Seyfi Bey herkese hitaben “Bu gece Sibel Can’ın 15’inci yaş doğum günü. Ama ben ona değil, siz değerli dinleyicilere bir doğum günü hediyesi vermek istiyorum. Sibel Can’ın sesini ilk kez dinleyin” dedi. ‘Şimdi Uzaklardasın’ şarkısını istedi, okudum. Alkışlar, kıyamet koptu.
-Her şey o gece mi başladı?
O gece iki yıl süren dans hayatımın sonu oldu. Büyük övgüler aldım. O dans ettiğim son gecenin mihenk taşı Seyfi Dursunoğlu’dur.
“İstanbul’da ziyaret etmekten büyük manevi haz aldığım yerler var. Gider duamı ederim. Pandemiden önce sıklıkla gittiğim müzeler, galeriler vardı. Şimdi onun yerini daha fazla okumak aldı.”
- Her albüm döneminde hakkınızda ‘Kilo aldı, kilo verdi’ haberleri çıkar. Bu da bir şiddet değil mi?
İnsan bedeni üzerinden yapılan her yorum incitici. Bu sadece bizde değil, bütün dünyada böyle... Son dönemde her türlü şiddet olayının her platformda tartışılması konusundaki haberleri görünce seviniyorum. Biliyorum ki konuşa konuşa çözeceğiz, susarak değil.
-Kadına şiddet konusunda neler diyeceksiniz?
Sadece kadına şiddet değil, her türlü şiddetin karşısındayım. Şiddetin olduğu her yer; kabalığın, cehaletin, vicdansızlık ve insafsızlığın kol gezdiği yerdir. Şiddet sevgiyi, saygıyı, emeği, güzelliği, umudu, hayatı yok eden bir kavram. Sadece kadına değil, kendinden güçsüz olanı hırpalayacak fiziksel, duygusal taciz ve şiddet uygulayan herkesi kınıyorum.
-Hiç psikolojik ya da fiziksel şiddete maruz kaldınız mı?
Hayır, fiziksel şiddete maruz kalmadım. Kendime ‘Psikolojik şiddete maruz kaldın mı’ diye sorduğumda, kıyısından köşesinden, herkese olduğu kadar bana da uğramadan geçmedi diyebilirim. Şiddete uğrayanlar kendilerini korumak için etraflarına duvarlar örüyor. Bu duvarlar tüm insanları saraylarındaki kulelerin yalnız kral ve kraliçeleri yapıyor. Uzaklaşıyor insanlar birbirinden, yalnızlaşıyor. Ben inanıyorum ki bir gün sevgi ve saygı tüm duvarları yıkacak ve insanlar birbirine gerçekten daha yakın, daha sevecen, güzel bir dünyayı duvarsız kuracak.
-Birçok kişi aşklarını sizin seslendirdiğiniz şarkılarla yaşadı. Peki siz aşkı şarkılar dışında nasıl anlatırsınız?
Aşk, yaşayanın gerçeklerle hayalleri harmanlayıp kendi gerçeği gibi yaşaması bence. Çünkü Attilâ İlhan’ın anlattığı aşkla Murathan Mungan’ın ya da Can Yücel’in anlattığı arasındaki fark gibi; kitabı, kanunu, reçetesi yok. Belki de güzelliği burada. Herkes kendine göre tanımlamayı yapabilir. Kendi içindeki aşk tanımı bazen bir şiir mısrasında, bazen bir roman paragrafında, bazen de bir şarkının söz ve melodisinde bulunur.
-Sizin için?
Benim cevabım ‘hepsi’ şıkkı.
Karagümrük’ün yolu dar, belki tozluydu ama o yol hayallere çıkan bir Samanyolu oldu
-Gözlerinizi kapattığınızda çocukluğunuza dair zihninizde canlanan ilk görüntü ne?
Kahkaha ve müzik seslerinin doldurduğu, belki metrekaresi küçük ama kendisi çok büyük, herkesi, her şeyi, her duyguyu sığdırabilecek kadar büyük mü büyük bir ev...
-Karagümrüklüsünüz. Nebahat Çehre, Türkan Şoray, Müjde Ar... Birçok yıldız oradan çıktı. Orayı bu konuda hazine yapan neydi?
Bakmayın; yolu dar, belki de tozluydu ama o yol hayallere çıkan bir Samanyolu oldu hep. İçinde birçok yıldız barındıran bir yol... Ve orayı hazine yapan da bu yoldu.
-14 yaşında sahnedeydiniz. 17 yaşında assolist oldunuz…
14 yaşımda sahnedeydim ama şimdi bakın etrafınıza, 14 yaşında ve altında birçok çocuk çalışıyor. Bazıları atölyelerde, bazıları sokakta, bazıları tarlada, bahçede... Gönül ister ki reşit olmayan hiçbir çocuk okul dışında hiçbir yerde olmasın. Diyorum ya her şey kısmet, nasip... Bana yazılan yazı da 14 yaşında sahnede, 17 yaşında assolist olmakmış.
Hürriyet
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...