Cumhuriyet’in haber başlığı şöyleydi: “Üniversite hastanesi 250 milyon liralık borç nedeniyle faaliyetlerini durdurmak üzere.” Kast edilen Akdeniz Üniversitesi hastanesiydi ve görüşülen kişiler de başhekim ile rektör yardımcısı.
Oysa biliyoruz ki yalnızca üniversite hastaneleri değil, Sağlık Bakanlığı hastanelerinin çoğu da aynı sorundan muzdarip. Ancak Bakanlık kendi hastanelerinin açığını bütçeden bir şekilde kaynak aktararak kapatıyor.
Neden böyle? Neden Türkiye’nin referans kurumları olan hastanelerin iki yakası bir araya gelmiyor?
Sorunun nedeni sağlıkta dönüşümle bağlantılı olan ve adına iç piyasa, yönetilen rekabet, yönetilen piyasa gibi isimler verilen, ABD’den alınma hastane finansman modelindedir.
Hatırlanacağı gibi mevcut sosyal güvenlik sistemlerini SGK çatısı altında birleştiren Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası 2008 yılında uygulamaya konuldu.
Bu yasayla SGK sağlık hizmetlerinin fiyatını belirleyen tekelci bir konum elde etti. Hastaneler ise çok önemli derecede kamu güvencesinden çıkarılarak işletme haline getirildi. SGK hastanelerle her bir hizmet için belirlediği fiyatlar üzerinden sözleşme yapmaya başladı.
Hastaneler açısından SGK’nın önerdiği fiyatı kabul etmemek demek, sözleşme sisteminin dışında kalmak demekti. Böyle bir tercihin hiçbir pratik geçerliliği yoktu. Çünkü SGK ile sözleşme yapmamak demek SGK’ya prim ödeyen vatandaşa hizmet sunamamak, kısacası, sağlık piyasasının dışında kalmak demekti.
Amerikancı iç piyasa düzenlemesinde sağlık ortamındaki bütün aktörler birbirinin rakibidir. Yani hastaneler SGK’nın belirlediği fiyattan hizmet sunmak ve hasta kapmak için birbirleriyle yarışırlar. SGK ise hastaneleri rakip olarak görür.
SGK kendi bilançosunun derdinde olduğu için hizmet fiyatlarını olabildiğince aşağıya çeker ve çoğunlukla da maliyetin altında fiyat belirler. Nedeni, hizmet fiyatının yükselmesinin kendisini zarara uğratacak, bunun da sağlık primlerinin yükseltilmesi gereğini doğuracak olmasıdır.
Hastaneler açısından bakıldığında durum şöyledir: Hastane SGK’nın hizmet maliyetini bile kurtarmaya yetmeyecek düzeyde belirlediği fiyata boyun eğer. Bu durumda iki ihtimal ortaya çıkar: a) Hastane zarara girer, her tür tıbbi, temizlik, kırtasiye ve gıda malzemesini piyasadan satın almak zorunda olduğu için piyasaya borçlanır, borçlar birikir ve piyasanın artık hastaneye mal satmak istemeyeceği noktaya ulaşır. Cumhuriyet’in haberinde Akdeniz Üniversitesi hastanesinin bu sorunları nasıl can yakıcı biçimde yaşadığı anlatılıyor. b) Hastane maliyeti kurtarmak için kolay, ama geliri fazla işlere yönelir (örneğin hastaların yatırılması ve ameliyat edilmesi zarar yazan hizmetler iken, az da olsa para kazandıranlar poliklinik hizmetleri ile tetkiklerdir, oysa referans kurum olarak üniversite hastanelerinin ameliyatları reddetme şansları hiç yoktur) ve/veya o hasta için yapılması gerekmeyen işleri yapmaya, tetkikleri istemeye başlar.
Buradan şu sonuç çıkar: Hastanelerimizin sorunu yöneticilerinin kifayetsizliğiyle değil (bu da ihtimal ki vardır), sistemle alakalıdır. Yapılacak şey de sistemi değiştirmek, yalnızca hastaneleri değil, bütün sağlık hizmetini kamu garantisine almaktır.
Hastanelerimizin bu durumu sağlıkta dönüşümün, piyasacılığın iflasının ve sosyalizme mecburiyetimizin kanıtını sunuyor yalnızca.
Öte yandan Sağlık Bakanlığı’nın, kendisinin yarattığı bu karmaşayı üniversite hastanelerine el koymak için değerlendireceği de açık.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
|
|||||
|
Bunlar da ilginizi çekebilir...