26 Temmuz 2007
Düşünüyorum… 10 yılı geride bıraktığım gazetecilik hayatımda ne hükümet devirdim, ne de yetiştirdiğim gazeteciler şimdi önemli yerlerin bir numaralı adamları oldu. Ama yine de medyadaki vefasızlığı yada ilişkilerin gazetecilik ana referansından ziyade eklemlenmeye fikslenmiş işleyişini izlemek bir gazeteci olarak içimin burkulmasına ve kızmama yetiyor. Bu bir şey… Şimdi de şöyle düşünün: 30 yılı aşkın bir gazetecilik geçmişi… Köşe yazarlığı, genel yayın yönetmenliği, tv programcılığı, gündem yaratan sayısız haber ve söyleşinin sahibi... Yetiştirdiği onlarca gazeteci bugün Türkiye’nin üç büyük haber kanalını yönetiyor… Hadi şunu da ekleyelim: Basın tarihinde iki hükümet deviren tek gazeteci. Eğer tüm bunlar tek bir ismi işaret ediyorsa ve o isim bu geçmişe rağmen işsiz kalabiliyorsa, işsiz kaldığı dönemde gazeteci dostları telefonlarına bile çıkmıyorsa, evini satarak yada borç parayla geçiniyorsa biraz daha öfkeli, daha yüreği burkulmuş ve daha sert olmasından doğal bir şey yok. Evet, Ardan Zentürk’ten bahsediyorum. Okuyacaklarınız sadece Zentürk’ün gazetecilik öyküsü değil. Basın tarihinin çarpık yüzü, geçmişten günümüze kuralları değişen var olma gerçeği ve... Daha fazlası için, röportaja buyurun.
ARDAN ZENTÜRK: Ben gazetecilik şansıma daima güvenmişimdir ama bir yönümün de kabul edilmesi lazım; ben, olunması gereken yerde olan adamım. Oralarda o dönemlerde bulunmam kesinlikle şans değildi. Ben Dağlık Karabağ’dan ilk raporu geçip, Ebulfeyz Elçibey’i dünyaya tanıttığımda kimse Azerbaycan’da halk cephesi diye bir şey olduğunu bilmiyordu. Ama ben biliyordum. Eğer biliyorsanız önden gidiyorsunuz. Genç arkadaşlara söylüyorum; gazetecilik doğru yerde doğru insanı bulma sanatıdır. Eğer bunu becerebiliyorsanız zaten iyi gazetecisiniz. Ben olayları gördüm. Mesela şimdi Türkiye’nin yaşamakta olduğu en kritik seçim sürecindeyiz. O güne kadar yoktum Ankara’da. Ankara’ya tam da cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin başlamasına bir hafta kala geldim. Çünkü kriz çıkacağını gördüm. Şimdi bu bir tesadüf olabilir mi? Neden ben 4,5 yıldır hiç Ankara’ya gelmemişim de tam bu süreçte geliyorum. Çünkü görüyorum. Diyorum ki buradan bir melanet çıkabilir en iyisi gideyim yerinden rapor edeyim.
TURKTİME: Kanal 24’te sizinle birlikte pek de alışık olmadığımız bir unvan duyduk; Uzman kıdemli muhabir. Böyle bir kadro fikri nereden doğdu? Bununla yapmak istediğiniz şey nedir?
ARDAN ZENTÜRK: Ben bu meslekteki bütün kartvizitleri gördüm. Artık benim için kartvizitlerin, masaların, odaların hiçbir anlamının kalmadığı bir dönemden geçiyorum. Patronluğun dışında bütün kademelerde görev yaptım. İsteseydim patronluk da yapardım ama galiba biraz risk konusunda tembelim. Rahmetli Ufuk gibi atak bir davranış sergileyebilirdim ama sergilemedim. Ama şimdi bütün genç arkadaşlara bir tek şey göstermeye çalışıyorum. Uzman kıdemli muhabirlik kavramı, bu mesleğin temelini teşkil eder. Son yıllarda yaşanılan bütün bu hatalar çerçevesinde uzman kıdemli muhabir kavramı yok edilmiştir. Bizim mesleğe başladığımız 1970’li yıllarda vardı bunlar. Ve şimdi kıdemli uzman muhabir kavramının giderek sıradan köşe yazarlığına dönüştürülmesi ve uzman muhabirlere yatırım yapılmamasının Türkiye şu anda çok ciddi medyatik acısını çekiyor. Gittiği yeri yorumlayan yok, gittiği yerden renkleri taşıyan yok, Türkçe yok, iyi fotoğraf yok. Gençleri alacaksınız tabi ama uzman foto muhabiri, kıdemli yazar ama köşe yazarı değil, seri yazan, iyi yazan, araştırma yapan adamlar nerede?
TURKTİME: Bu adamların olmaması hem iş hem de ücret bakımından mesleğin adeta amelesi olarak görülen muhabirlerin durumlarını eşitlemek için bir an önce köşe kapmaya çalışmasından kaynaklanmıyor mu?
ARDAN ZENTÜRK: Evet, maalesef öyle. Herkes köşeye geçmek istiyor. Sistemin yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Bu meslekte dünyada iyi muhabirler editörlerden iyi para kazanırlar. Bir de bu sistemin oturtulması gerekiyor. Editör sonuç itibariyle teknik bir iş yapan, alanda değil, tamamen arkada muhabirden yada kameramandan gelen malzemeyi değerlendiren adam. Alsın çok maaşını, bunda bir şey yok. Ama iyi muhabir, dünyanın her yerinde bağlı olduğu editörden bile yüksek maaş alabilen kişidir. Biz bu sistemi yıktığımız için doğal olarak genç arkadaşlar 30’lu yaşlara geldikleri an kendilerini bir an önce bir masaya atmak ve genel yayın müdürlerinin biraz da yakınında bir yere oturarak yılbaşı geldiği zaman şu zam meselesini bir daha konuşalım deme şansını yakalamaya çalıyorlar.
“BU DÖNEMİN AKILLI GAZETECİLERİ MASADA DEĞİL ALANDA YER KAPMAYA ÇALIŞIRLAR”
TURKTİME: Siz kurumunuzda bu yönde bir düzenlemeye gidiyor musunuz?
ARDAN ZENTÜRK: Ben zaten bunun düzenlenmesi için alana inmiş bir adamım. Burada en güzel günlerimi geçiriyorum. Çünkü burada çalışan insanlar, genel yayın müdürü dahil, hepsi bana abi diyor. Ben bu kanalın abisiyim. Bu esası genel yayın müdürlüğünden daha çok önemsiyorum. Ama bunun bütün Türkiye’ye ve bütün yayın organlarına giderek oturtulması ve alanlarında uzman insanlarla çalışmamız gerekiyor. Bütün seçim kampanyası boyunca Anadolu’daydım. Oradan canlı yayınlar yaptık. Aynı şekilde gazetede köşe yazarlığı dışlında son 18 ayda en çok manşete çıkan yazarlardan biriyim. Çünkü muhabirlik yapıyorum, yazarlık yapmıyorum esas olarak. Mesela eğer Başbakan Afyon’daysa ve ondan bir cümle alınması gerekiyorsa üşenmiyorum Afyon’a gidiyorum sorumu soruyorum, cevabımı alıyorum ve yazımı yazıyorum. Böyle bir yazarlık böyle bir gazetecilik bana keyif veriyor.
TURKTİME: Bizde bu sistem oturabilir mi?
ARDAN ZENTÜRK: Evet, oturur. Mesela Yavuz Donat. Bunun güzel örneklerinden biridir. Yada Habertürk’ü sırtına alıp taşıyan Taki Doğan. Yine iyi bir örnektir. Bence bu dönemin akıllı gazetecileri alanda yer kapmaya çalışırlar, masada değil. Bugünün genç gazetecileri için gelecek masalarda değil alanlarda. İnternet yayınları dahil bütün herkesin ihtiyaç duyacağı adam tipi alandan doğru bilgiyi zamanında aktaran insan tipi olacak.
TURKTİME: Mesela uzun zamandır Ankara Temsilciliği yapan isimler görünmez oldular ama yeni dönem Ankara temsilcileri köşelerini birebir alandan aldıkları bilgilerle yazıyorlar ve onların yazıları gündemi belirliyor. Bu da belirttiğiniz yönelişin bir göstergesi olarak okunabilir mi?
ARDAN ZENTÜRK: Tabii ki. Bu arkadaşlarımız da meseleyi çok doğru teşhis ettiler. Onlar da esasında olgunluk çağlarını yaşıyorlar, hepsi kırklı yaşlarında ama alandan ayrılmıyorlar. Bence çok doğru bir şey yapıyorlar ve ilerisi için de çok büyük mesleki yatırım yapıyorlar. Artık birkaç internet haberine bakıp yorun yapan gazeteci tipolojisi bu meslekten silinecek. Bir de ben farklıyım, marjinal yorum yaparım diyenler de silinecek. Bu meslek gazetecilere kalacak. Bunu patronlar da durduramaz, lobi şefleri de. Bu meslek alanda aslanlar gibi risk alarak, karda kışta koşturarak işini yapan insanlara kalacak. Bunu herkes böyle bilsin. Çünkü başka türlü ne gazeteler okunur, ne de televizyonlar seyredilir. Masa başından bam güm efektleriyle süslenmiş haberleri şimdi kaç kişi seyrediyor? Belki bundan beş yıl önce herkes onları seyrediyordu. Her şeyin bir sonu var. Normaline geliyor iş.
“ALEV ER İYİ BİR GAZETECİYDİ AMA SOSYAL İLİŞKİLERİ FELAKETTİ”
TURKTİME: Patronların sizi taşıyamadığını söylemiştiniz ve şimdi yine temsilcisiniz. Şimdiki durumunuz nasıl? Rahatsızlık var mı patronajla aranızda?
ARDAN ZENTÜRK: Ben çok rahatım. Aslında enteresan bir durum. Mesela Star Gazetesi’nde TMSF döneminden beri rahatım. Şimdi Sabah’ta da aynı durumu görüyorum, TMSF döneminde devlet bürokratları gazetecilere müdahale edince sanki devlet müdahale etmiş, yetkilerini aşmışlar gibi bir spekülasyona uğrayacaklarından korktukları için bize hiç müdahale etmediler o dönemde. Sonradan inişli çıkışlı bir ilişkimiz oldu bu grupla. Alev Er geldi, ben kenara çekildim.
TURKTİME: Alev Er’in gelmesi neden sizi kenara çekti?
ARDAN ZENTÜRK: Aslında Alev Er iyi bir gazeteciydi ama sosyal ilişkileri felaketti. Belki de o yüzden kaybetti. Çünkü genel yayın müdürlüğü sadece gazetecilik değil. Aynı zamanda sosyal bir yıldız gerektiren bir şey. İyi bir gazeteciyken iyi bir genel yayın müdürü de olamıyorsunuz bazen. Belki çok iyi bir ilişkimiz olmadı ama takdir ettiğim manşetler kazandırdı Star’a. Başa dönersek, tahmin edemeyeceğin kadar rahat bir çalışma yürütüyorum. Şu ana kadar o kadar program yaptık ama şu gelsin bu gelmesin diye hiçbir müdahale olmadı. Bu arada sayın Baykal’a da çok ciddi gönül koydum.
TURKTİME: Neden?
ARDAN ZENTÜRK: Tam seçim kampanyaları başladığı dönemde Baykal’ı programa çıkarmak için Nesrin Baytok’u aradım ve Nesrin hanımdan şöyle bir cevap aldım: “O kanalı inceliyoruz, bakacağız.” Kanal şu olur bu olur, bilemem ama ben Ardan Zentürk’üm. Beni mi inceliyorsun? Senin patronun 93-2003 arasında hiç çıkmadıysa benim programlarıma 20 kez çıktı. Beni nasıl incelersin? Kanalı incelersen incele ama Ardan Zentürk’ü inceleyemezsin. Benim arkamda 30 yıl var. Bana bunu yapamazsın. Bir daha da aramadım. Baykal’ı da getirseydim bu kanalın patronajının bir şey demeyeceğini bilerek arıyordum ben. Nitekim Ak Parti medyası diye adlandırdıkları Kanal 24’te bizim programda Mehmet Ağar’ın Ak Parti için söyledikleri yenilir yutulur şeyler değildi. Ama geldi söyledi ve hiçbir şey de olmadı.
TURKTİME: Kanal 24 yada Star Ak Parti medyası mı gerçekten?
ARDAN ZENTÜRK: Cumhuriyet gazetesi CHP medyası mı yani? Değil. Ama CHP’ye yakın olabilir. Gerçi son zamanlarda MHP’ye de yaklaştı ama o ayrı bir hikaye. Köşe yazarları, manşet yorumları farklı bir şeydir ama medyanın şunun yada bunun medyası diye adlandırılmasından rahatsızlık duyarım.
ATILGAN BAYAR’A İRONİK CEVAP: “O GAZETECİ Mİ? TANIMIYORUM!”
TURKTİME: Siz böyle diyorsunuz ama mesela Habertürk yazarı Atılgan Bayar bir yazısında Star gazetesi’nin gazete olmadığını, Ak Parti bülteni olduğunu yazmıştı. Bu analizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
ARDAN ZENTÜRK: Şunu anlamıyorum; medya üzerine çok yazı yazan insan var bu meslekte. Ama biz bu arkadaşların backgroundlarını bilmiyoruz. Hangi birikime dayanarak bunu yazıyorlar, bu öngörülerde bulunuyorlar anlamak mümkün değil. Ancak gördüğümüz kadarıyla bazı insanlar bu konuda kendilerini çok önemli kılmışlar. Ben o bahsettiğiniz arkadaşı tanımam, bilmem. Gazeteci mi? Daha önceden gazetecilik yapmış mı? Türkiye’ye yansımış, o günün gündemini değiştirmiş bir haberi yada söyleşisi var mı? Ben bilmiyorum. Bunu şunun için söylüyorum: Bu mesleğin başarı kıstasları değişti. Bu mesleğin başarı kıstasları adam gibi haberci olmaktır. Benim karşıma bir şahıs gelmişse ona ben “ben sizin şu haberinizi görmüştüm ama orada şu eksiğinizi görmüştüm” diye bir cümle kurmalıyım. Bazı insanlar kendi kendilerine uzman oluyorlar bazı konularda. Hayat hikayelerini istetiyorum. Bilmem hangi holdingin finans bölümünden kaydırılmış köşe yazarı. Tamam, yazar da, ekonomiyi yorumlar, medyayı yorumlamaz. Bunun gibi o kadar karmaşık adamlar var ki bu meslekte. Ben bu meslekte 30 yıl fiilen, 23 yıldır da yöneticilik yapıyorum. Bu meslekte son 23 yılda gelmiş geçmiş bütün önemli muhabirleri ve editörleri tanırım. Ama öyle adamlarla karşılaşıyorum ki ilk defa adını duyuyorum. Bu ne yapmış, ne etmiş, nasıl bir mesleki başarı öyküsü var ki böyle yorumlar yazabiliyor anlamıyorum. Ama üzüntü duyduğum başka bir şey daha var. Pakize Suda ve Ümit Zileli ile bir gün yemeğe gittik. Yemeğe gittiğimiz Etiler’deki kebapçının sahibi bir imza defteri getirdi ve ünlü yazar diye sadece Pakize Suda’ya imzalattı. Ümit Zileli ve bana bakmadı bile. Pakize Suda o kadar utandı ki… Adama “bir dakika, geri gel” dedi ve o da geldi. “Sen bana ünlü gazeteci diye imzalattın bu defteri. Peki bu adamı tanıyor musunuz?” dedi. Adam bana baktı ve “tanır gibiyim” dedi. Suda, “O Star haber merkezinin kurucusu Ardan Zentürk, bu da bin yılın gazetecisi Ümit Zileli. Pes…” dedi. Pakize Suda entelektüel namusu olan bir kadın. Ama adam haksız mı? Hayır, değil. Günün modası bu. Onu lanse edersen öne çıkıyor, diğerini kenara itersen çıkmamış oluyor.
“AB İLE ENTEGRASYON SÜRECİ MEDYANIN TEKELLEŞMESİNE İZİN VERMEYECEK”
TURKTİME: 30 yıllık meslek hayatının fonksiyonel özeti “Kurtarıcı” olarak niteleniyor. Nedir bu kurtarıcılık öyküsü?
ARDAN ZENTÜRK: Geçmişte böyle bir fonksiyonum oldu. Gazeteciliğimin dışında, yöneticiliğimde iyi bir kriz yöneticisiyim. Bu özelliğimi biraz da şartlar bana kazandırdı. Uzan ailesi ile çalışmak da bu yeteneğimin gelişmesine neden oldu. Uzan grubu bizim çalıştığımız dönemde krizin birinin bitip birinin başladığı garip bir gruptu. Ve ben de genel yayın müdürü olarak mümkün mertebe yara almadan bu meselelerin içinden sıyrılmaya çalıştım. Sonrasında Kanal 6 yine kriz dolu bir kanaldı. Yine Nokta dergisi, aynıydı. Hatta eşim bana derdi ki “sen batmış yerleri ayağa kaldırıyorsun ama adın uğursuza çıkacak. Gittiğin yeri batırıyor musun diye. Halbuki batmış yere gidiyorsun, kurtarıyorsun.” Ama sonra 2003 yılında bir deklarasyonla bunu noktaladım; “Üst yöneticilik istemiyorum, ben alana döneceğim” dedim. 2004 yılında Star’dan madem alana dönüyorsun A-Z Dosyaları yapın dediler. Ve alana dönme işi öyle başladı. Bundan çok da mutluyum.
TURKTİME: Kanal24’e de kurtarıcı olarak mı geldiniz?
ARDAN ZENTÜRK: Hayır. Burası batmakta olan bir yer değil ki. Daha yeni, yapılanmaya çalışan bir yer.
TURKTİME: Peki bu kurtarıcı özelliğiniz Nokta’yı kurtarmaya neden yetmedi?
ARDAN ZENTÜRK: Çünkü patron zayıf kaldı. Eğer patronun yapılmakta olan işle gönül bağı zayıflamışsa, siz bir profesyonel olarak ne yaparsanız yapın çözemiyorsunuz. Çünkü masaya oturup konuşacağınız bir adam var, o da patron. Karşınızdaki patron diyorsa ki ben senin bütün çabalarını hayranlıkla karşılıyorum ama benim nefesim bitti, bende bir şey kalmadı, ondan sonra yapabileceğin fazla bir şey yok.
TURKTİME: Nokta’daki yanlış neydi?
ARDAN ZENTÜRK: Birçok yanlış vardı. Masum Türker’in patronajında irtifa kaybettiği yıllar var Nokta’nın. Tamamen bir ilişkiler dergisi oldu. Sonra benim değerli dostum Nida Ergenç’in satın aldığı bir dönem oldu. Bakın, iki grup asla medyaya girmemeli. Bir bankacılar medya sahibi olmamalı bir de hukukçular. Çünkü hukuk gizlilik isteyen bir meslek. Düşünün, Türkiye’nin en ünlü hukuk bürosu ve avukatı Nokta dergisini yapıyor. Bu Rus ruleti oynamak gibi bir şey. İyi bir avukat olabilirsiniz, çok para kazanabilirsiniz, o parayla derginizi de ayakta tutabilirsiniz ama zamanla her ikisinde de büyük düşüşler olur. Sana müvekkilin bir dosyayla geliyor, o adamı kurtarmaya çalışıyorsun ama o dosya aynı zamanda haber konusu oluyor. Adam nasıl gelsin sana. Ben bunu Nida’ya söyledim. Haklısın, bir an önce kurtulmaya çalışıyorum dedi. Ve ben ayrılırken de zaten Nida da dergiyi sattı. Ama yine de benim kurtarıcılık misyonumla ilgili şöyle bir espri yapıyorlar. Diyorlar ki “Abi sen neden Aydın doğan ile çalışmıyorsun.” Ben de “daha yıkılmıyor” diyorum.
TURKTİME: Aydın Doğan batma sürecine girerse orada da çalışır mısınız?
ARDAN ZENTÜRK: Allah batırmasın… Aydın bey kurumsallaşmasıyla, çalışmalarıyla ve elindeki çok değerli yayın organlarıyla gerçekten de Türkiye’nin bir numaralı lideridir. Binlerce meslektaşımıza ekmek parası veriyor. Dolayısıyla onların kötülüğü asla düşünemem. Zaten öyle bir sürece gireceklerini de zannetmiyorum. O grup giderek daha büyüyor, enteresan yapılar kazanıyor.
TURKTİME: Ama her geçen gün daha bir belirginleşen bir tekelleşme süreci yaşıyoruz medyada. Bu, bir gazeteci olarak sizi düşündürmüyor mu?
ARDAN ZENTÜRK: Dünya buna izin vermeyecek. Çağdaş dünya dediğimiz entegrasyon süreci “benim ülkemde ben bunu yaparım, kimse bana karışamaz” gibi bir şeyi kabul etmiyor. AB’den çok daha yumuşak olan ve sadece ticari bir birlik olan NAFTA’nın iki büyük ülkesi Kanada ve ABD aralarına 3. dünya ülkesi pozisyonundaki Meksika’yı aldılar. NAFTA’nın AB gibi sert sosyal kuralları olmamasına rağmen, Meksika NAFTA’ya girdikten sonra ciddi bir değişim yaşamak zorunda kaldı. NAFTA’YA girdiğinde işbaşındaki iktidar partisi 7 yıldır ülkeyi yönetiyordu, korkunç çürümüş bir siyasi yapıya sahipti ve ülkenin medyası da bu partiyle yakın ilişki içinde olan iki aileye bağlıydı. Aradan 3 yıl geçti o parti ve o aileler yok oldu. Şu anda Meksika tıpkı diğer demokratik ülkelerdeki gibi yeni partiler tarafından çoğulcu demokrasiler gibi yönetiliyor ve medyası da Latin Amerika’nın en demokrat medyası olarak adlandırılıyor. Demek ki AB entegrasyon sürecine girmiş bir ülkede ben tek başıma dans ederim diyerek hareket edemezsiniz. Zaten Doğan gurubu da bazı medya gruplarını elden çıkarmaya başladı.
“ERTUĞRUL ÖZKÖK TAM TÜRKİYE TİPİ POLİTİKACI GÖRÜNTÜSÜ VERİYOR”
TURKTİME: Doğan Grubu’nun en çok tartışılan ve eleştirilen ismi; Ertuğrul Özkök. Siz de genel yayın yönetmenliği yaptınız. Özkök’ü ve Özkök’e yapılan eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
ARDAN ZENTÜRK: Ertuğrul Özkök’ün bu kadar uzun süre Hürriyet’in başında olmasını bir başarı öyküsü olarak görüyorum. Türk medyası açısından iğneli bir fıçıdır hürriyet gazetesi. Hem Doğan Grubu’nun, hem Türk medyasının amiral gemisi ve sen onun kaptan koltuğundasın. Ve bunu da yıllarca yapıyorsun. Zaman zaman inanılmaz manevralar, insan kaydırmalar yapıyor. Tam Türkiye tipi politikacısı görüntüsü de veriyor. Bir parti lideri ancak bu kadar başarılı yönetebilir bulunduğu bölgeyi. Özkök’ün bulunduğu makamı ben önemsiyorum. O makam dışarıdan çok kolay eleştirilebilecek bir makam değil. Çünkü Hürriyet Gazetesi genel yayın müdürlüğü toplumun tüm siyasal ve sosyal güçleriyle dirsek temasında olmayı gerektiren çok hassas bir yer. Ve Özkök biraz esnek bir yapıyla çok başarılı bir şekilde götürüyor. Onu eleştirenler o makama oturduğu takdirde benzer şeyleri yapacaklardır. Ben Özkök’ün fikirlerinden birçoğuna katılmam ama meslek hayatının büyük bölümü genel yayın müdürlüğü olarak geçirmiş bir meslektaşı olarak onun yerinde olsam ne yapardım diye düşününce hemen hemen aynı şeyleri yapardım gibi geliyor. Çünkü bir yanında Türkiye’nin en büyük patronlarından biri var, kendi patronun. Diğer yanında o patronun direkt işbirliği içinde olduğu Türkiye’nin beş büyük patronu daha var. Diğer yanında Ankara oligarşisi var. Bu işler internet sayfalarında herkesin çala kalem eleştireceği işler değil. Eğer zaten bu ülkede genel yayın müdürlüğünün kolay olduğunu söylersem kendimi inkar etmiş olurum. Hepimiz bazen keşke bunu yapmasaydım dediğimiz anları da yaşıyoruz. Ama o an sizin kontrolünüzün dışında olan anlardır. Ben zaman zaman Özkök’ün yazılarında da kendi kontrolü dışındaki anların hesaplaşmalarını görüyorum. Ama sonuç itibariyle son derece başarılı buluyorum.
“İSLAM KERİMOV BENİM İÇİN HAYAL KIRIKLIĞIYDI”
TURKTİME: Gorbaçov, Elçibey, Kikmetyar, Arafat, Hüsnü Mübarek, Türkmenbaşı… Dünya siyasetine yön veren isimlerden söyleşi yaptıklarınızın bazıları. Bu isimler arasında sizi en çok etkileyen kimdi?
ARDAN ZENTÜRK: Gorbaçov…
TURKTİME: Gorbaçov’da sizi etkileyen şey neydi?
ARDAN ZENTÜRK: Yalan söylemiyor. Türk cumhuriyetlerin bir gün çok güçlü olup Türkiye ile işbirliği yapabilecekleri yönündeki soruma “biz buna izin vermeyiz” diye cevap verdi. Ve gerçekten de izin vermedi. Aradan geçen 10-12 yıl içinde Kremlin, benim o hayalci soruma Gorbaçov’un verdiği cevap doğrultusunda tavır koydu. O sorumla beni Gorbaçov biraz da hayalcilikle suçlamıştı. Senin bu söylediklerin olmaz, çünkü olursa bütün Avrasya modeli çöker dedi. “Tabi ki Türkiye ile Türki cumhuriyetler arasında ilişkiler ağı olacaktır ama biz hep orada olacağız” demişti. Ben de o zaman bozulmuştum. Ama aradan geçen zaman gösterdi ki Gorbaçov aslında tarihi değiştirmiş ve bu tarihi değiştirirken de bunu hak etmiş. Ayrıca onun çok farklı bir ışığı vardı.
TURKTİME: Onun dışında etkilendiğiniz liderler var mı?
ARDAN ZENTÜRK: Aslında tarihi etkileyen herkes boşuna oraya gelmiyor. Mesela Aliya İzzet Begoviç’le Mostar’da bir bunkerde röportaj yaptım. Üzerinde rütbesiz bir askeri üniforma vardı. Ve o zaman Hırvatların topçu ateşi altındaydı. Ama orada bile duruşu, konuşması, soğukkanlılığı, olaylara hakimiyeti, ne yapacağını bilmesi ile inanılmaz bir liderlik sergiliyordu. Ebulfeyz Elçibey, Azerbaycan’ın bağımsızlık kahramanıdır. Ben şu andaki yönetimi çok yadırgıyorum. Haydar Aliyev’i haklı olarak öne çıkarıyor olabilirler ama Elçibey’den hiç söz etmemeleri bence tarihlerine karşı haksızlık oluyor. Yada Rauf Denktaş. Denktaş’ı Türk tarihinden attığınız zaman 20. yy. de Mustafa Kemal’den sonrasını boşaltmış gibi olursunuz. Yani bunların hepsi dava adamlarıdır. Ve bunların hepsinin kıvılcımları vardır.
TURKTİME: Peki tanıyınca sizi rahatsız eden ve “kalıbının adamı değilmiş” dediğiniz lider oldu mu?
ARDAN ZENTÜRK: Özbekistan lideri İslam Kerimov, korkunç sinirliydi. Herhalde röportaj yapacağımız zaman bir şeye alınmış. Aslında Özbekler çok alıngan insanlar. Kerimov için bir Özbek liderle ilk kez röportaj yapıyorum diye çok umutla gitmiştim. Benim için hayal kırıklığı olmuştu.
RÖPORTAJ: ERSİN TOKGÖZ
FOTOĞRAFLAR: EROL TÜMAYER
TURKTİME: Köşe yazarlığı, muhabirlik, tv programcılığı, yöneticilik… Bunlar zaman zaman aynı anda götürdüğünüz zaman zaman birinden birine geçtiğiniz alanlar. Biraz fazla iştahlı mısınız, hepsini yapabilecek kadar yetenekli mi yoksa hem yetenekli hem iştahlı hem de çalışkan mı?
ARDAN ZENTÜRK: Belki biraz çevrenin zorlaması. Bizden önceki ekolde, genel yayın müdürleri tashih servisinden başlayıp genel yayın müdürlüğüne kadem kademe gelen insanlardı. Biz paraşütle inmiş genel yayın müdürlerini son yıllarda yaşadık. Ben bu ekolün galiba son temsilcilerinden biriyim. Mesleğe 1977 yılında Hürriyet gazetesinde yazı işlerine bağlı sayfa kontrolörü olarak başladım. Daha sonra muhabirlik, asistan editörlük, editörlük, yazı işleri müdürlüğü yaparak devam ettim. Güneş Gazetesi’nde yazı işleri müdürüyken 32, Star’ın genel yayın müdürü olduğumda 36 yaşındaydım. Bütün bunlar çok hızlı gelişen şeylerdi ama klasik ekolün ürünüydü. Bu mesleğin her yerinde çalıştım. Yayıncılık denen kavramın her cephesini gördüm ve yaptım. Buna yetenek diyebilirsiniz, çalışkanlık diyebilirsiniz. Ama ne derseniz deyin, önemli olan yapabilmek. Ve ben yapabiliyorum.
TURKTİME: Sizce bunlardan en başarılı olduğunuz alan hangisi?
ARDAN ZENTÜRK: Ben kendimi her zaman iyi bir dış haberci olarak gördüm. Çok genç yaşta dış haber editörüydüm ve hiçbir zaman aynı gazetelerde çalışamadık ama dış haberciliğin iki büyük ustası Sami Kohen ve Zafer Atay tarafından gelmiş geçmiş kuşağın en iyi dış habercilerinden biri olarak adlandırılmak her zaman bana keyif vermiştir. Aynı zamanda beraber çalıştığım üç dev gibi genel yayın müdürü, yani Güneri Civaoğlu, Mehmet Barlas ve Nezih Demirkent, her zaman benim dış haberciliğimle ilgili çok olumlu konuşmuşlar ve bana her zaman moral vermişlerdir. O nedenle kendimi oldum olası iyi bir dış haberci ve iyi bir uluslar arası strateji araştırmacısı olarak gördüm. Bu alanda yazdığım yazıları ve yorumlara bakıyorum, hepsi kitap olabilecek düzeyde ve yanılmamışım.
“EKİPÇİ DEĞİLİM, EKİPÇİLERİ DE SEVMEM… ÇÜNKÜ EKPÇİLER KARTELLEŞEN MEDYADA ÇETELEŞEN UNSURLARDIR!”
TURKTİME: Çalıştığınız gazeteler: Tercüman, Güneş, Sabah, Günaydın, Türkiye, Star... Televizyonlar: HBB, Star, Kanal D, HBB, Kanal 6, 24… Neden bu kadar çok kurum değiştirdiniz?
ARDAN ZENTÜRK: Çünkü ben kurum adamı değilim. Gazeteciliği de zaten bu yüzden seviyorum. Büyük kurumlara gideyim de o büyük kurumun parçası olayım derdindeki bir adam olmadım hiçbir zaman. Benim için bu meslek nerede yapıyorsam oranın büyük olduğu bir meslektir. Ve girdiğim yeri büyütmüşümdür. Büyük bir kurum içinde kendini bir yere çekip oturtup nasıl olsa 20 yıl içinde elbet bir gün genel yayın müdürlüğü verirler diye hiç düşünmedim. Her zaman duygularımın ve hedeflerimin doğrultusunda tek başıma yürüdüm. Ekipçi de değilim. Benim de bir ekibim olsun, ekip başı olarak hareket edeyim diye bir şey duymamışsınızdır benimle ilgili. Sevmem de ekipçileri.
TURKTİME: Neden?
ARDAN ZENTÜRK: Ekipçileri her zaman şöyle görürüm; kartelleşen medyada çeteleşme gibidirler. Medya sermayesinin tekelleştiği bu ortamda ekipleşen insanlar, bu tekelleşmeyle birlikte çeteleşen unsurlardır. Ki bizim meslekte o tür çeteler var. Ama ben ne o çetelerden oldum, ne de etrafımda oldurdum. Çünkü gazetecilik ancak öyle yapılırsa anlamı olan bir meslek. Yoksa birinin kuyruğuna takılacağım, bir müessesenin birinde yıllarca masaları eskiteceğim, Sovyetler Birliği Komünist partisi politbürosunda olduğu gibi beni alacaklar bir yere tayin edecekler… Hayır. Her zaman kendi hedeflerim doğrultusunda makamlarımı kendim yarattım.
TURKTİME: Ortaya koyduğunuz duruş belki idealize edildiği zaman olması gereken bir duruş. Ama medyadaki genel işleyişe baktığımızda biliyoruz ki çok da geçerli değil. Bu, olanla olması gereken arasındaki fark nedeniyle zorluk çekmediniz mi?
ARDAN ZENTÜRK: Tabii ki. Çok zorluk çektim. Mesela medyada herkes birbirini destekler ama beni kimse desteklemez. Ama sevmediğim duruşlardan birinde olmaktansa zorluk çekmeyi tercih ederim. Bakın, ben bu ülkede 1995 ve 1998’de iki tane hükümet devirmiş bir gazeteciyim. Türkiye’nin son 65 yılında hükümet devirebilmiş gazeteci yok. Ben iki tane devirdim. 95’te Tansu Çiller’in başbakanlık yaptığı azınlık hükümeti döneminde Star’ın ekranına çıkıp da “Bu kadın ülkeyi polis devletine çeviriyor” diye bas bas bağırmış bir editörüm. Çok şükür Hüsamettin Cindoruk ve Gökberk Ergenekon’un desteği ile onu devirdim. Ama o dönemde Deniz Baykal bana kazık attı.
BAYKAL NASIL KAZIK ATTI?
TURKTİME: Nasıl bir kazık?
ARDAN ZENTÜRK: 1995 yılında Tansu Çiller azınlık hükümeti kurdu. Azınlık hükümeti O dönemde bazı grupların baskısıyla ortaya çıkan bir hükümet denemesiydi. 1995 yılının sonbahar aylarında SHP ile bütün bağlarını kopararak bu denemeyi yaptı. Hatta MHP ve Bülent Ecevit’ten dışardan destek talebinde bulundu. Bayram Meral TÜRKİŞ başkanıydı o zaman. Ve biz; Gökberk Ergenekon ve Hüsamettin Cindoruk Çiller’in bu azınlık hükümetinin sonucunun Türk demokrasisi açısından çok önemli riskler taşıdığını ve özellikle Türkiye’yi polis devletine çevirme eğilimi içinde olduğunu fark ettik. Ve demokrasinin geleceği açısından bu hükümetin bir an önce devrilmesi gerektiğini düşündük. Ve gerek DYP içinden Cindoruk ve Ergenekon gibi gerçekten değerli politikacılar, gerek Baykal ve TÜRKİŞ Başkanı Bayram Meral, görüşmeleri kilitledi biz hep beraber demokrasinin geleceği açısından hep beraber bir yaptık ve hükümet yıkıldı. Biz de o gün hepimiz birbirimizi kutladık. Geleceğe dönük yeni bir umutla evlerimize gittik. Ertesi sabah ben Star’daki Ankara bürosundaki odama geldim ve baktım ki masamın üstünde CHP antetli bir kağıt var. Kağıtta “Genel Başkanımız Deniz Baykal Tansu Çiller ile yeni koalisyon görüşmelerini saat 11’de başlatacaktır” yazıyor. Benim ve bütün bu olay içinde Baykal’la beraber mücadeleyi ortak yürütmüş insanların halini düşünebiliyor musunuz? Akla gelmedik laflar edilmiş, mesleki açıdan falan riskler alınmış.
TURKTİME: Siz ne yaptınız bu durum karşısında?
ARDAN ZENTÜRK: Hemen sayın Baykal’ı aradım ve bu ne demek diye sordum. “Bu sizin konumunuzu etkilemez” dedi. O dönem Star Uzan grubunundu. O zannediyor ki ben kendisini Uzan Grubu adına arıyorum. Ben de kendisine “Grubu etkiler yada etkilemez, o Uzan’ların işi, beni ilgilendirmiyor sayın başkan. Beni ilgilendiren bizim ilkelerimiz, demokrasiye bağlılığımız. Bu kadınla zannediyor musunuz ki Türkiye’yi sağlam bir yere götürebiliriz.” dedim. O da “hayır, ben erken seçim için yapıyorum bunu” dedi. ve türkiye’yi apar topar erken seçime sürükledi ardından da Refah-Yol kuruldu. Ve Türkiye 28 Şubat süreciyle de demokrasisine çok ağır bir darbe aldı. O nedenle o dönemi ve Baykal’ın o satışını hiçbir zaman unutamıyorum.
TURKTİME: Gazetecilerin siyasi bir duruşu illa ki olacak ama böyle ucu hükümeti düşürecek bir tavrın içine girmesi gazetecilik açısından ne kadar doğru bir duruş? Böyle bir misyonu var mı gazetecilerin?
ARDAN ZENTÜRK: Hayır, öyle bir misyonu yok. Ama bazen tarihin zorladığı şartlarda zaten siz onu bir gazeteci olmanın ötesinde ülkenizin demokrasisine olan sorumluluğunuzla yapıyorsunuz. Mesela gazetecilerin kağıt üstünde PKK’ya karşı da bir şey yapma zorunluluğu da yok. Ama ne zaman bir şehit versek, bütün medya olarak ayağa kalkıyoruz. Bu çok doğal bir reflekstir. Esasında mesleğin genel kuralları açısından baktığınızda kağıt üstünde o da biraz abartma gibi. Ama bazı dönemin şartları insanı böyle bir noktaya taşıyabiliyor. Mesela Korkmaz Yiğit’in kaseti meselesinde ne yazık ki o dönemin hükümeti böyle bir yolsuzluğa bulaşmıştı. Nitekim Anayasa Mahkemesi’ndeki davalar zaman aşımından dolayı durduruldu, ilgili şahıslar beraat ettiği için değil. Onu da ortaya çıkarmak kamuya karşı görevi olan gazeteciye düşüyor. 1998’de Korkmaz Yiğit’e malum kaseti hazırlatıp Mesut Yılmaz başkanlığındaki hükümetin o kasetle yıkılmasını sağlayan genel yayın müdürüyüm.
“BU MESLEKTE ÇALIŞANLAR DA MEDYA PATRONLARI DA KORKAKTIR!”
TURKTİME: Bu tavrınız dengeler açısından riskli değil mi?
ARDAN ZENTÜRK: Bunlar zor işlerdir. Bu işler eğer patronun kuyrukçuluğu içinde genel yayın müdürlüğü yapıyorsanız yapılabilecek işler değildir. Özgür gazetecilik, bağımsız gazetecilik dediğimiz şey ben bağımsızım demekle olmaz. Sonra bir gün gelir o bağımsız dediğiniz gazeteyi o patrona satmak zorunda kalırsınız. Esasında belki başlangıçtan beri o patronla çalışıyorsunuzdur.
TURKTİME: “Medya tarihinde iki hükümet devirebilen gazeteci yok, bunu ben yaptım” diyorsunuz ama medya tarihine böyle bir not düşülmedi. Neden?
ARDAN ZENTÜRK: Doğrudur. Çünkü insanlar sevmediler bu tür davranışları. Farklılığı, bu cesareti sevmediler. Biz korkak insanlarla omuz omuza çalışıyoruz. O yüzden çok zorluk çektim.
TURKTİME: Hükümet devirmeniz size nasıl bir karşılık olarak döndü?
ARDAN ZENTÜRK: Özellikle 1998 yılındaki hükümeti devirmem bana 3 yıl işsizliğe mal oldu. Bu meslekte patronlar da korkaktır. Kazara gazetenin başına beni geçirip yanına çağırarak “Ardan bey, ben seni taşıyamıyorum. Senin ne kadar düşmanın armış” diyen bir medya patronuyla çalıştım. Ailem zorluk çekti, yılların birikimini heba etmek zorunda kaldım, evimi sattım.
“TÜRKİYE’DE KÖŞE YAZARLIĞI İSRAFI VAR”
TURKTİME: Bu zorlukları yaşarken pişman oldunuz mu?
ARDAN ZENTÜRK: Hayır, pişman değilim. İyi ki de yapmışım. Hırsıza hırsız diyeceksiniz. Ben sabahları kalktığımda bir saat spor yaparım. Aynaya ıslık çalarak bakar ve tıraş olurum. Eşim beni sever ve her zaman destek olur. Tüm zorluklarda eşim Canan Zentürk tam bir Osmanlı kadını gibi yanımda dik durmuştur. İki çocuğumuzla mütevazı evimiz ve küçük arabalarımızla çok mutlu hayatımız var. Eşim çok sert bir kadındır. Eğer şu yada bu nedenden dolayı yan çizmiş olsam öncelikle kendi evime giremem. Dolayısıyla bir gün bile düşünmedim öğrenmeyi. Sadece insanların değişik gazetelerde bile olsalar birbirlerine nasıl destek olduklarını, o berbat, fikir kırıntısı bile olmayan köşe yazılarını günün köşe yazısı diye birbirlerine ilan ettiklerini gördükçe üzülüyorum. Ülkede bir köşe yazarlığı israfı var.
TURKTİME: Siz de köşe yazarısınız ama…
ARDAN ZENTÜRK: Ben kendimi hiçbir zaman bir köşe yazarı ifade etmedim. Ben çalıştığım gazetelerde haftada maksimum 3 gün köşe yadım. Bunun da nedeni insan haftada maksimum 3 gün yazmalıdır. Haftada 7 gün yazan insan saçmalar. Arada bari bir gün insanın okuyacak bir kitabı, izleyecek bir filmi olmalı. Ama o saçmalıkları başkası da almış ne kadar büyük bir saçmalama bu diye. o da ilginç tabi.
“BANA MESLEKİ JENOSİT UYGULADILAR… BU ÇOK KANIMA DOKUNDU…”
TURKTİME: Size o zor döneminizde gazeteciler destek olmadı mı?
ARDAN ZENTÜRK: Hayır. Telefon ettiğim insanların bile ikinci telefondan sonra kaçmaya çalıştıklarını gördüm bu üç yıl içinde. Çünkü hükümetini devirdiğim adam Başbakan yardımcısıydı ama ülkeyi hala yönetiyordu. Bir çok oyunu mu bozdum bilemiyorum ama galiba insanlar benden nefret ettiler. Kimseden de yardım talep ettiğimi söyleyemem ama çok kanıma dokundu. Çünkü benim kalibremde benim deneyimlerimde kaç kişi var ki Türkiye bu kadar hoyrat davranıyor, beni dışlıyor? Buna şaşırdım açıkçası. 30 yıla varan meslek birikimi, binlerce kitap, yüzlerce kilometre yapılmış seyahatler, röportajlar, genel yayın müdürlükleri… Bütün bunları kenara atıyorsunuz ve “Ha, o mu. Almayalım, arıza çıkarır, Mesut bey bana kızabilir…” gibi şeylerle bir nevi mesleki jenosit içinde yaşatıyorsunuz. Vakur durmaya çalıştım. O dönemi bilen hiç kimse diyemez ki ardan o zorluklar içinde şu yanlışı yaptı. Hiçbir şey yapmadım. Ben parasız yatılıyım. Sadece parasız yatılı yatakhanesinden 40 yıllık arkadaşlarımdan borç para istediğim zamanlar oldu. Çünkü bir tek onlar benim kardeşimdir. Onların desteği ile o günleri aştım.
“BAZI GAZETECİLER AĞIZLARINDA GÜMÜŞ KAŞIKLA DOĞUYORLAR…”
TURKTİME: Siz bu backgrounda rağmen borç para alacak durumda kalıyorsunuz ama bir de birkaç yıl öncesine kadar muhabirlik yapan gazetecilerin TV kurduklarını, milyon dolarlarla anılan gazetecilerin olduğu başka bir gerçek var. Sizin duruşunuz gazetecilik açısından doğruysa o gazetecileri nereye koyacağız?
ARDAN ZENTÜRK: Bazı insanlar ağızlarında gümüş kaşıkla doğuyorlar. Ne kadar kötü bir şeyler yaparlarsa yapsınlar daima revaçta oluyorlar. Bazı insanlar da ne kadar iyi şey yapsalar da adları bile duyulmuyor. Ben bu ülkede Bostancı açıklarında suya daldım ve depremde kaybolmuş bir ada buldum. Hakkı Devrim benimle dalga geçti. Meğer herkes biliyormuş o adayı. Oysa ki ben çıkartana kadar kimse bilmiyordu. Sonra kendi kendime düşündüm; daha başka ne yapabilirim? Herhalde bunun bir sonraki aşaması Kutsal Kase’yi bulmak olmalı. Demek ki adayı bulurken bile ünlü bir isimle bulacaksın dedim. Yani bazı insanların yıldızı daha parlak. Sen parasız yatılı yatakhaneden gelip beyaz gibi gözüken zenci Türk olarak bu kadar yapabiliyorsun, bu kadar desteklenebiliyorsun diye düşündüm. Bazı insanlar daha rahat yürüdüler bu meslekte. Benim yetiştirdiğim çocuklardan da bazıları beklenmedik bir şekilde, yeteneklerinin ötesinde yükseldiler. Yetenekli çocuklar da vardı tabii. Mesela benim haber merkezimde yetişmiş 3 yetenekli arkadaşım bugün Türkiye’nin üç büyük haber kanalını yönetiyor. NTV’yi yöneten Cem Aydın, CNN Türk’ü yöneten Gürkan Zengin ve şimdi beraber çalıştığım bunların en yeteneklisi Mustafa Hoş. Bu bir tesadüf olamaz. Ama bazıları çok hızlı gitti.
MEDYADA HIZLI YÜKSELMENİN ANAHTARLARI: EŞCİNSELLER LOBİSİ, NİŞANTAŞI LOBİSİ, DOĞAN GRUBU LOBİSİ…
TURKTİME: Bu hızlı gitmenin kodları nedir?
ARDAN ZENTÜRK: Öncelikle şu yada bu şekilde İstanbul’da ve bir lobinin içinde olacaksınız. Eşcinsel olabilirsiniz. Onların ayrı bir lobisi var. Nişantaşı lobisi var. Oraya girip beyaz beyaz dolaşabilirsiniz mesela. Sonra Doğan Grubu lobisi var. Birbirlerini çok güzel destekliyorlar, çok güzel tutuyorlar. Kadro hiç değişmiyor. O da patron açısından sıkıcı olsa gerek ama benim gördüğüm kadarıyla Aydın Doğan’ın kadrosu son 25 yıl içinde değişmedi. Hep beraber yaşlanıp gidiyorlar. Hızlı gitmek isteyenler için böyle bir lobi içinde olmakta fayda vardır. Genel yayın müdürlüğüne oynamak istiyorsanız daha tumturaklı patronlarla bu işi oynamakta yarar var. Mesela ben Cem Uzan’la genel yayın müdürlüğü yaptım. Zor adamdı. Sonra başına gelenleri biliyorsunuz. Mesela o dönemde Aydın Doğan yada Dinç bilgin’le oynasaydık bu oyunu daha karlı çıkabilirdik. Arada bir de jüri falan olmanızda yarar vardır.
TURKTİME: Lobiler dışardan girişi kabul ediyor mu? Mesela Nişantaşı lobisine girmek için çırpınan gazetecileri hepimiz ibretle izliyoruz…
ARDAN ZENTÜRK: Allah kolaylık versin. İnanın bunu bilmiyorum. Benim de dışardan gördüğüm şeyleri anlatıyorum. Geçende bir genel yayın müdürü ile bir yazarın Diyarbakır’a gidişlerini anlatışlarını gördüm, sanki Zimbabve’e gidiyorlar. Ben bu yıl hiç gitmediysem Diyarbakır’a 7 defa falan gittim. Yazılarına bakıyorum, güleyim mi ağlayayım mı karar veremiyorum. Bu aşırı yabancılaşmayı da kavrayabilmiş değilim. Ama bu aşırı yabancılaşma ülkede satıyor. Genç gazetecilere tavsiye ederim. Aşırı yabancılaşsınlar hızla yükselirler. O genel yayın müdürü arkadaşa ayrıca duyurayım; Diyarbakır Zimbabve’nin başkenti değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde güzel bir kenttir. Akşamları Bağlar semtinden biraz daha dikkatli geçerse daha iyi olur. Ama hepsi o kadar, başka da bir şey yok.
“BAZEN BEKİR COŞKUN’UN FRENLERİ PATLIYOR VE…”
TURKTİME: Peki ne diye bunları okumak zorunda kalıyoruz yada ne diye Türk medyası böyle bir görüntü çiziyor?
ARDAN ZENTÜRK: Mesela ben Bekir Coşkun’u ben çok severim. Ama bazen trenleri patlıyor. Diyor ki bir yazısında bu seçimde Cumhuriyet ile Ak Parti sandığa gidiyor. İşte büyük hata. 30 yıllık bir gazetecilikten sonra bunu nasıl dersin? Ak Parti de Cumhuriyet’in şemsiyesi altında faaliyet gösteren bir siyasi parti. Zaten cumhuriyet ilkelerinin dışına çıkarsa onu tırpanlayacak çok güç var bu ülkede. Bakın, Ak Parti çok büyük bir oy patlaması yaptı. Ne yani, şimdi Mustafa Kemal mi kaybetmiş oldu? Hayır. Ben asla böyle bir şey kabul edemem. Benim böyle bir mantığı kabul etmem, Mustafa Kemal’in cumhuriyetini 6 yıl önce kurulmuş bir partiyle aynı seçime sokmam gibi bir mantık düşünülemez. Ama kırk yıllık Bekir abi bile günü geliyor freni patladığı zaman bu hatayı yapıyor.
TURKTİME: Bu hatayı neden yapıyor?
ARDAN ZENTÜRK: Şu odalardan bir çıkabilseler… Çıkın dolaşın. Karadeniz’de mıhlama, Diyarbakır’da lahmacun ye. Oradaki halkla konuş bakalım. Cumhuriyetle Ak Parti mi seçime giriyor yoksa CHP ile Ak Parti mi! Bunların hiçbiri bu ülkeyi yansıtamıyor ve yansıtamaz. Sadece belli noktalara kıçlarını koyarlar ve o masaların da patron bordrolarında bir karşılığı vardır, onları alırlar ve akşamları da oturup kafayı çekerken memleketi bir kez daha kurtarırlar. Bu da bize gelen bir iş değil.
AYDIN DOĞAN, ÖZKÖK’ÜN KALİTELİ ŞARABA 1 YIL İÇİNDE HARCADIĞI PARANIN TAMAMINI BÜTÜN HAYATI BOYUNCA ŞARABA YATIRMAMIŞTIR...”
TURKTİME: Aslında Diyarbakır’ı Zimbabve’nin başkenti gibi gören gazeteci tipi yabancı değil. Bu aşırı yabancılaşan gazeteciler bir de bunu “Beyaz Türkler” diye niteleyerek iyice halktan soyutlanmayı taçlandırıyorlar. Sizce nasıl bir bakış bu?
ARDAN ZENTÜRK: Sanki Türklerin aristokratları varmış gibi… Bu yazıları okuyunca yerlere yatıyorum. Türkler Osmanlı’dan bu yana aristokrasisi olmayan bir millettir. Paşazadeler vardır ama onlar Avrupa’nın mavi kanlarından değildirler. Bizde mavi kan yoktur. Biz hepimiz zenciyiz esasında. Ama bazılarımız krem rengi oluyor. Toplum krem rengin arttığı bir dönemden geçiyor. Beyaz Türk dediğimiz, hafif griye çalan krem rengidir. Yaşam merdivenlerini tırmanan insanlar beyaz diye tarif ettiğimiz kültür dairesinin içine giriyor. Bunlardan biri de benim. Ben de genel yayın yönetmenliği yaptım, rahmetli Sakıp bey de iyi bir dostumdu. Seni yaptığın iş, sosyal konumun kazandığın para bir yere taşır. Bu çok doğaldır. Ama sonuç itibariyle kendini nerede görüyorsun? Bunun cevabı önemli. Bence Türkiye’de köşe yazarlığı kavramının çok yanlış değerlendirilmiş olmasından dolayı kendini beyaz Türkler grubunda gören insan sayısı artıyor. Geçmişte dinci bir grubun içinde yer alıp şimdi merkez medyada görev yapan bazı arkadaşlar var. dönüp dönüp geçmişleriyle hesaplaşıyorlar. Hesaplaşsın… Ben de kendi geçmişimle hesaplaşıyorum ancak kendime bir renk katmamaya çalışıyorum. Bunlar sonuçta fantezi. Hepimiz bir tek iş yapıyoruz. Bilgi çağında, enformasyonun dayanılmaz boyutta hızlandığı bir çağda bütün o bilgileri en iyi şekilde süzeceğiz, doğrulatacağız, bütün bu bilgilerin en doğrusunu yapacağımız tahlillerle topluma vereceğiz. Yapacağımız iş bundan ibaret.
TURKTİME: Bu fantezinin geliştirilmesi ıskalanan toplumsal hikaye açığını kapatmak için geliştirilen bir savunma mekanizması mıdır?
ARDAN ZENTÜRK: Bizim mesleğin geçmişine baktığımız zaman Bedi Faik, Yunus Nadi, Nadir Nadi ailesi, Simaviler, Karacanlar… Geçmişten şöyle bir baktığınız zaman asıl bunlar bu mesleğin beyaz unsurları. Ama son dönemde patronajda böyle bir beyazlık yok. Onlar şimdi yeni dönem zenginleri. Belki de profesyonel gazeteciler patronaj düzeyindeki bu zencileşmeye alternatif olarak kendilerini beyazlatıyor olabilirler. Ben Aydın Doğan’ı daima takdir etmişimdir. O Gümüşhaneliğini ve Anadolu’dan gelmiş havasını bozmadan yaşıyor ve ailesini de öyle yaşatıyor. Aydın Doğan Anadolu’nun bir nevi İstanbul’daki başarı öyküsünü oluştururken yanındaki İzmirli arkadaşın daha beyaz bir görüntü sergilemesi enteresan bir tablo çıkarıyor ortaya. Tahminime göre Aydın Doğan kendi genel yayın müdürünün bir yıl içinde kaliteli şaraba harcamakta olduğu paranın tamamını bütün hayatı boyunca şaraba yatırmamıştır.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
Bunlar da ilginizi çekebilir...