10 Temmuz 2007
Her gazetecinin tek bir tatmini vardır: Haberinin manşete çıkıp gündem yaratması. Peki daha fazla ne ister bir gazeteci? Sanırım bunun hep böyle sürüp gitmesini. İşte tam da bu noktada belki en şanslı isimlerden birisi Saygı Öztürk. Çünkü gündem sık sık onun haberleri tarafından belirleniyor. Bu durum Öztürk’ün gazetecilik yanının tatmini açısından şans olsa da öyle tesadüfen oluşan bir şey değil. Küçük haber büyük haber ayrımı gözetmeden koşması, mesleğini “Kural tanımam, yasak takmam, işin içinde haber oldu mu babamın bile gözünün yaşına bakmam” diyecek kadar her şeyin önünde tutması ve haberini “Çöpe atarım ama başkasına vermem” diyecek kadar sahiplenmesi belki bir ipucu olabilir. Sadece ipucu... Daha fazlası mı? Lütfen okuyun…
TURKTİME: Biraz tehlikeli sularda yüzüyorsunuz. Hiç tehdit alıyor musunuz?
SAYGI ÖZTÜRK: Açarlar, küfrederler… Ama ben bunu tehdit olarak algılamam. Benim durumumda olan gazeteciler biliyorum ki 4-5 koruma ile dolaşıyorlar. Ama benim korumam yok. Ben kadere inanırım ve sadece Allah’a sığınırım. Tehdit eden insanlara da, “eğer bu haberi bugün ben yazmasam haber değeri olan bir şeyse başka birisi yazacaktır, ben suçlanan kişinin görüşünü de almışım, farkım bu” diyorum. Habere konu olan kişinin görüşünü da koyduğunuz zaman hiçbir sorunla karşılaşmıyorsunuz. Hatta bu konuda teşekkür bile alırsınız.
TURKTİME:Yine de hiç korktuğunuz olmuyor mu?
SAYGI ÖZTÜRK: Korkarak gazetecilik yapılmaz. Mayınlı arazide de yürüyorum. Gidilmeyecek yerlere de gidiyorum. Buralara canınızı tehlikeye atarak gidiyorsunuz. Gazetecinin kaderi de bu. Ben Güneydoğu’ya en çok giden gazetecilerden birisiyim. Yolda giderken “Şu PKK’lılar çıksa, yolu kesse de bir röportaj yapsam, fotoğraf çeksem” diye düşünerek gazetecilik yaptım. Bir de yasak diye bir şey tanımam gazetecilikte. Gittiğin yol yasaksa o yoldan gitmezsin de arkadan dolaşarak gidersin olay yerine. Ben bunları yapıyorum. Gazetecilikte yapamam dediğim iş yoktur. O yüzden çalıştığım gazetelerde “yapılamayacak iş, girilemeyecek, ulaşılamayacak bir yer varsa bana verin” derim.
TURKTİME: Hiç şiddete uğradınız mı?
SAYGI ÖZTÜRK: Gazetecilik hayatımda tek bir fiske bile yemedim.
TURKTİME: Bu dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
SAYGI ÖZTÜRK: Tartışmam... Eğer polis yada jandarma size yasak diyorsa onunla tartışıp ben gazeteciyim, basın kartım var falan diye yasağı delmeye çalışmanın anlamı yok. Başka bir yol bulmak lazım. Mesela Peşmergelerin Türkiye’ye geliş döneminde jandarma bizi durdurdu, yasak dedi. Baktım Kızılay arabaları geliyor. İki bölmeli kamyonlar vardı, gittim kamyonun içerisine atladım ve oradaki adamlar benim üzerime oturdu ve o yasağı deldim. Her şeyin yolu yöntemi var. O yasağı böyle deleceksiniz. Yoksa oradaki kişilerle tartışarak bir şey yapamazsınız. Gece yarısı mayınlı arazide bir katırın ipine tutuna tutuna habere gittim. Bunları yapmasanız da gazetecilik olmuyor. Bunu sadece ben yapıyorum iddiasında kesinlikle değilim. Bunun gibi nice sıkıntılar yaşamış arkadaşlarımız vardır. Ben sadece iyi gazeteci olmaya çalışıyorum, başka bir çabam yok.
“MEDYANIN SINIR ÖTESİ OPERASYON HABERLERİNE SADECE GÜLÜYORUM…”
TURKTİME: Medya magazin haberleri verir gibi sınır ötesi operasyon haberleri veriyor. Medyanın olaya bakışını, haber ve analizlerindeki isabet oranını nasıl görüyorsunuz?
SAYGI ÖZTÜRK: Basının bu haberleri verişine sadece gülüyorum. Bu sınır ötesi haberleri ilk kez çok sayıda şehit verildiğinde Başbakan Ağrı’daki il kongresinde “yarın bakanlar kurulu çok büyük olaylara gebedir” dediği zaman “Başbakan bunu dediği zaman ertesi gün sınır ötesi operasyon başlayacak” diyerek başladı. Ben aynı gün gazetedeki köşemde “Sınır ötesi operasyon olmayacak” diye yazdım.
TURKTİME: Bunu neye dayanarak yazdınız?
SAYGI ÖZTÜRK: Biliyorsunuz ki TBMM’nin bu konuda karar alması lazım. Karşınızda Amerika olduğunu, onların sınır ötesi operasyona sıcak bakmadığını falan biliyorsunuz. Yani ülkenizi, yapıları ve dinamikleri bildikten sonra haberin her zaman doğrusunu görmeniz mümkündür. Herkesin olacak dediği gün ben tam tersini yazıyorum. Bir gün sonraki haberlere bakıyorsunuz: sınırdaki asker sayımız 250 bin oldu. Akşam, asker sayısı 270 bine çıkartılıyor. Ertesi gün 350 bine çıkıyor. Adeta asker sayısı ile ilgili açık artırma yapılıyor. O kadar asker yığmakla sınır ötesi operasyon olmaz ki. Zaten bizim orada güvenlik güçlerimizin sayısı bellidir. Böyle bir harekat yapılsa bile asker sayısında farklılık zaten olmayacak. Güneydoğu’da ne kadar askerimiz varsa o askerlerin bir bölümü sınır ötesine gidecektir. O yüzden sınır ötesi konusu çok sulandırılarak götürülüyor.
TURKTİME: Bu sulandırma medyadaki cahillik mi uzmanlaşamamanın getirdiği bir sonuç mu?
SAYGI ÖZTÜRK: Ülkenizi iyi tanıyamamaktan, askerinizi, hükümetinizi iyi görememekten kaynaklanıyor. Bir de böyle sıcak olaylar yaşanınca Güneydoğu’ya çok sayıda gazeteci arkadaşımız gidiyor. Ama hiçbir şey yok. Bir şey göremezsiniz. Asker dağda. Hanginiz Gabar’a yada kırsaldaki yerlere, dağlardaki karakola vb. gideceksiniz. Oralara gidemezsiniz. Ama gittikten sonra ister istemez bir haber yapmanız lazım. E ne yapılıyor; orada bir komutana rica ediliyor, askerler tatbikat gibi gösteri yapıyor ve işte operasyonu falanca muhabir adım adım izliyor diye haberler yapılıyor. Diğer meslektaşımız da geri kalmamak için bir iki uçak ve helikopter görüntüsü eşliğinde operasyon başladı haberleri yapar, teröristler çembere alındı der. Başka biri çember daralıyor, yoğun kan izleri görülüyor, çok sayıda teröristin öldüğü haberleri ulaştı der. Daralır daralır bir gün temsilci ada istihbarat şefi muhabire bu nasıl çember ki bir türlü kapanmıyor der ve sonra da teröristler gece karanlığından yararlanarak kaçmayı başarır ve operasyon iptal edilir.
BALON HABERİN ADI NASIL ÖZEL HABER OLDU?
TURKTİME: Nasıl olur da böylesi önemli bir konuda bu kadar gayri ciddi davranılır?
SAYGI ÖZTÜRK: Bakın, bir gün çok kıymetli iki arkadaşımız haber yaptılar. İki büyük gazetede manşet: “Cemil Bayık falanca ülkede yakalandı.” Diyorsunuz ki Cemil Bayık yakalansa Türkiye’de belli yerlerin haberi olur. Ben çok üst makamlarda kaynağı olan gazeteci değilim. Genelde alt birimlerden haber alabiliyorum. Emniyetten alt kademeden birisini aradım ve “İki büyük gazetede Cemil Bayık’ın yakalandığına yönelik haberler var. Böyle bir şey olsa senin haberin olur mu” dedim. “Mutlaka olur” dedi. Ertesi gün o dönem çalıştığım gazete olan Star’da aynen yazdım: Balon haberin adı özel haber oldu. Çünkü gazetelerde kocaman özel haber logosuyla verilmişti. Ben o manşetlere rağmen çok alt düzey bir memurun verdiği bilgiye dayanarak meslektaşlarını suçladığım, iki büyük gazetenin haberini yalanladığım bıçak sırtı olan bir yazı yazdım. O zaman bizim gazetenin genel yayın yönetmeni “galiba bu haber doğru” dedi. Çünkü öyle bir hava oluşmuştu ki. Ben de “muhabirine güven” dedim. Güvendi ve benim haberi birinci sayfada yok böyle bir şey diye kullandı.
TURKTİME: Peki Kim haklı çıktı?
SAYGI ÖZTÜRK: Bu haberlerin devamının ne olacağını merak ettim. Çünkü yazımın sonunda “bu haberler böyle devam eder, işin aslını herkes anlamaya başlayınca da ‘İran son dakikada Cemil Bayık’ı bıraktı’ diye yazılır ve biter” demiştim. Nitekim üçüncü gün TV’de Etimesgut’taki uçakların görüntüleri çekiliyor, bordo bereliler almaya gidiyor diye haberler çıktı. Oysa ülkenizi bildikten, mevzuattan, işleyişten haberdar olduğunuz zaman böyle bir şeyin asla mümkün olmayacağını bilirsiniz. Çünkü bir ülkede herhangi bir terörist yakalandığı zaman bunun bir iade süreci vardır. İnterpol devreye girer, Adalet Bakanlığı dosyasını gönderir, evraklar hazırlanır. Bunlar 40 gün içinde yapılır. Bu mevzuatı bilirseniz bu işlerin böyle olmadığını anlarsınız. Tamam ben belki o haberi yazarak meslektaşlarımızı biraz kırmış oluyorum. Hiçbir zaman onların haberlerini yalanlamak niyetinde olmam ama ben de gazeteciysem bu haberi neden atladım diye sorgularım ve işin doğrusu neyse onu yazmaya çalışırım. Ve sonuçta ben haklı çıktım.
TURKTİME: Siz hiç haksız çıkmıyor musunuz? Haber atladığınız olmuyor mu?
SAYGI ÖZTÜRK: Olmaz mı? Zaman zaman benim de atladığım, çok içimi yakan haberler oluyor. Her atladığım haberin suçlusu olarak kendimi görürüm. Demek ki ya iyi ilişki kuramamışım yada karşımdaki adama güven verememişim derim.
“EN BÜYÜK YARDIMCILARIM, OKUYUCULARIMDIR…”
TURKTİME: Aslında sadece güvenliğe değil, eğitime de bakıyorsunuz. Eğitim alanında ortaya çıkardığınız önemli dosyalar neler?
SAYGI ÖZTÜRK: Evet, ben aynı zamanda eğitim muhabiriyim ve eğitimle de ilgili çok kaliteli haberler yazdım. İlksan skandalını ben ortaya çıkardım. Türkiye’de Anadolu liseleri soru kitapçıkları satılıyor diye sınavlar iptal edildi, ben iptal ettirdim.
TURKTİME: Gazeteciye kaynak sorulmaz ama yine de merak ediyorum. Özel bir bağlantınız yok mu gerçekten? Özel haberleriniz hangi kaynaktan besleniyor? SAYGI ÖZTÜRK: Gazeteci hangi alana bakıyorsa, o alanda iyi olmak zorunda. Ve herkesle yarış içinde olmak durumunda. Ben bugün dahi en küçük, kimsenin önemsemediği haberi bile yaparım. Küçük haber büyük haber diye ayrım yapmam. Çünkü küçük haberi alamayan büyük haberi hiçbir zaman alamaz. Dolayısıyla önce hep küçük haberlerin peşindeyim. Çalıştığım gazetelerde santrale gelen telefonlarla kimse görüşmüyorsa o telefonları bana bağlayın derim. Çalan her telefonun bir gün bana manşet olarak geleceğini düşünürüm. Nitekim bir gün Diyanet’ten bir telefon geldi ama kimse ilgilenmedi. Bana bağlayın dedim. Ve o telefondan Diyanet İşleri Başkanı’na bir milletvekilinin silah çekmesi olayı çıktı. Hemen olay yerine gittim ve ertesi gün Türkiye’de kıyamet kopartacak o olayı ben patlattım. Okuyuculardan gelen istihbaratlarla yaptığım haberlerden dolayı ödüller aldım. Okuyuculardan gelen bilgilere her zaman açığım. Okuyucularla konuşmadan haber bulamam. En büyük yardımcılarım okuyucularımdır. Okuyucular bu işleri bir hesabı olmadan yazdığını düşündükleri isimlere çok sayıda belge gönderir, onlardan birisi de benim.
“DERİN DEVLETİN NE OLDUĞUNU BEN DE MERAK EDİYORUM… BİLENLER ANLATSIN!”
TURKTİME: Daha derin devleti nereye koyacağımızı bilmiyorken Hasan cemal “Derin PKK” kavramını ortaya attı. Sizce de var mı Derin PKK?
SAYGI ÖZTÜRK: İnanın bilemiyorum. Hasan ağabeyin bu konuda bir bildiği varsa ortaya koyması lazım. Birisi çıkıyor derin devlet diyor. Nedir bu yani? Varsa bir şey bunların ortaya çıkartılması gerek. Bu tür sözler, derin tabirler çok ilgi çektiği için son dönemlerde çok kullanılıyor. Bakanlardan gazeteci ağabeylerimize kadar sıkça kullanılan bir kelime. Ama ne ise ortaya çıkartılması lazım. Çünkü ben de herkes gibi ne olduğunu çok merak ediyorum.
TURKTİME: Korkut Eken cezaevindeyken siz ciddi bir destek verdiniz. Sonuçta devlet tarafından suçlu bulunmuş birisiydi. Yasalar içeri atıyor ama siz destek veriyorsunuz. Onu içeri atan devletten farklı ne biliyordunuz ki bir suçluya destek verdiniz?
SAYGI ÖZTÜRK: Devletten daha fazla bilgim olması mümkün değil. Ben en başta da söyledim; haber olan her yere giderim. Korkut Eken de terörle mücadelede çok önemli bir isim ve herkesin röportaj yapmak istediği birisi. Eğer “hayır, ben Korkut Eken ile röportaj yapmam” diyen bir gazeteci varsa ben onun gazeteciliğinden şüphe duyarım. Nitekim o dönemde Korkut Eken ile röportaj yapabilmek için çok önemli ağabeylerimiz talepte bulundu. Ben de görüşmek için çok uğraştım. Böyle birisiyle nasıl röportaj yapmazsınız? Öcalan’ın öldürülmesi ile planlamalar yapıldığı bir dönemde öldürmek için adam yetiştirilmesinde kilit isimle, o güne kadar hiçbir yerde konuşmamış birisiyle konuşmamak diye bir şey söz konusu olabilir mi? Benim röportaj yaparken Korkut Eken’e şu soruyu da sormamış denilebilecek herhangi bir şey var mı? Her şeyi sormuşum. Parasını, mal varlığını, bu olaydaki rolünü, bir gazetecinin sorması gereken her şeyi sormuş muyum sormamış mıyım ona bakmak gerekiyor. Abdullah Çatlı’yı tanıyor mu tanımıyor mu?
TURKTİME: Korkut Eken ile geçmişte tanışıyor muydunuz?
SAYGI ÖZTÜRK: Hayır, daha önce ne o beni tanırdı ne de ben onu.
“KORKUT EKEN BENİM GÖZÜMDE KAHRAMANDIR…”
TURKTİME: Ama diğer röportajlarınızdan farklı olarak uzun süre devam ettirdiniz Korkut Eken dizisini… Neden bu fark?
SAYGI ÖZTÜRK: Belirtmiştim; ben haberi yapınca benim işim bitmiş olur. Haber çıkarsa da devamını yaparım. Ne zamana kadar yaparım? Haberin en son çıkmadığı güne kadar. Korkut Eken ile röportaj yapıyorum tam sayfa çıkıyor. Takip eden günlerde yapıyorum, tam sayfa. Şimdi bir gazeteci olarak bunu yapmayayım mı? Diyor ki, ben Abdullah Çatlı’yı Abdullah Çatlı olarak tanıyorum. Herkes Mehmet Özbay olarak tanıyorum deyip cezaevinden kurtarırken O “hayır, ben bunun Çatlı olduğunu bile bile kendisine şu görevleri verdim” diyor. Ve ben sormam gereken sorulara devam ederek gazeteci olarak orada görevimi yapıyorum. Bir dönemin en önemli kilit ismini, Susurluk davasının çete lideri ile röportaj yapıyorsun. Bu kişi özel kuvvetler komutanlığı, MİT’te güvenlik dairesi başkanlığı yapmış. İlk polis özel timlerini kuran kişi. Bir gazeteci için bundan güzel kaynak mı olur?
TURKTİME: Ne yani, sadece gazeteci-haber kaynağı ilişkisi miydi?
SAYGI ÖZTÜRK: Evet, gazeteci olarak haber kaynağı olarak gördüm. Birçok olayın perde arkasını Korkut Eken ile dostluğumuz sayesinde öğrendim. Yazılmak üzere anlattıklarını yazdım. Yazılmamak kaydıyla anlattıklarını da zaten hiçbir yerde konuşmadım. Dolayısıyla benim Korkut beyle yaptığım sadece gazetecilik çerçevesinde bir görüşmedir. Bunun dışında Korkut beyi cezaevinde 5-10 kez ziyaret ettim. Gerçekten ben insan olarak Korkut beyi çok sevdim. Bir ağabey, iyi bir dost olarak görüyorum. Benim yazdığım yazılarda özellikle Korkut beyle ilgili bölümleri hep başkaları anlattı. Onlardan dinledim Korkut Eken’in neden efsane olduğunu. Ama birçok olay yazılamadığı için ben de yazamadım. Benim gözümde Korkut bey bir kahraman.
TURKTİME: Ama devletin suçlu bulup hapse attığı bir kahraman…
SAYGI ÖZTÜRK: Bakın, dikkat edilirse onun şu olayı var, şu cinayeti işledi, şu olayı emretti gibi hiçbir şey yok. Onunla ilgili sadece aranan bir kişiyi, aranmasına rağmen irtibatlı olduğu, onu kullandığı yönündeki suçlamalar var. Onun dışında başka bir şey yok.
“KORKUT EKEN KURBAN SEÇİLDİ!”
TURKTİME: Sizce o suçlama suç değil mi yani?
SAYGI ÖZTÜRK: Suçu varsa, onun cezasını çeker. O beni ilgilendirmez. Korkut Eken bunu kullandı deniliyor ama Eken bunu asla kendiliğinden kullanamaz. Eğer kırmızı bültenle aranan bir kişiyi kullanıyorsa bu onların, devletin sorunudur, benim değil. Ve bunlarla ilgili bir suçu varsa cezasını çeker. O ayrı bir konu. Ben de dosyaların içerisine girmeden farklı düşünüyordum. Bir de vefa diye bir şey var ve ben çok vefalıyımdır. Kimseyle görüşmezken sizi tercih etmiş, o kadar gazeteci arasından sadece sizinle konuşmuşsa sizin de size güvenen insanların zor gününde yanında olmanız lazım. Cezaevinden çıktıktan sonra sadece telefonda konuşuyorum. Hepsi bu kadar. Bu da son derece insani bir olaydır.
TURKTİME: Korkut Eken’i kurban olarak mı görüyorsunuz? Yoksa ben mi yanlış anladım?
SAYGI ÖZTÜRK: Evet, Korkut Eken bu olayda kurban olarak seçildi. Mesela Sedat Bucak gibi birçok isim ifadelerinde “Ben onun Abdullah Çatlı olduğunu bilmiyordum, işadamı Mehmet bey olarak biliyordum.” diyor. Ama O diyor ki “Hayır, ben tanıdığım birisini o değil diye nasıl söyleyebilirim.
TURKTİME: Ve etkilendiniz…
SAYGI ÖZTÜRK: Evet, açıkçası etkilendim. Ve çocuklarını ve ailesini tanıdıktan sonra daha bir bağlılığım oldu.
TURKTİME: Kurban yada değil, vatan için savaştığı söylenen birisine devlet suçlu dedi cezaevine koydu. Siz o suçu tırnak içinde okuyorsunuz. Ve günümüzün konusu, yine vatan için hareket ettiklerini söyleyen bir grup devlet tarafından gözaltına alındı. Onların suçuna da tırnak içinde şüpheyle mi bakmalıyız?
SAYGI ÖZTÜRK: Onların Korkut Eken olayı ile ne ilgisi olabilir? Nasıl birileri çıkıp dinimizi kullanıyorsa birileri de çıkıp Atatürk’ü kullanıyor. Vatan, millet, Sakarya diyor. Kimler var bunların arasında onlara bakmak lazım. Her vatan millet diyen bunu gerçekten vatan millet için mi diyor? Esasında bunlardan, vatan millet diye çok öne çıkanlardan korkacaksınız. Korkut Eken’i yada başka birilerini bir yerlerde gören mi var? Bunların değişik bazı hesapları vardır, çıkarları vardır, bunlara insanların iyi görüp alet olmaması lazım. Her vatan millet diyenin peşinden gitmek de doğru değil.
YOZGATLI GAZETECİLERİN ÇIKIŞININ SIRRI NE?
TURKTİME: Bir ayağınız internet medyasında, bu gücü hissediyor musunuz?
SAYGI ÖZTÜRK: Benim bu kadar arşivim var. Hiç kimsenin yazısını kesip saklamadım. İnternetten hiçbir bilgiyi alıp bir yere depolamadım. Onlardan asla haber yapmadım. Benim bizzat kendimin ulaşmadığı hiçbir belge, bizzat kendimin konuşmadığı hiçbir haber yoktur. Mutlaka belgelere kendim ulaşacağım, konuşmam gereken kişiyle kendim konuşacağım. Ben her habere yanlış olarak bakıyorum. Mutlaka eksik vardır diye düşünüyorum. Birileri haber yapıyor, ertesi gün haberin aslı astarı çıkmıyor. O yüzden her haberim doğrusu ve yanlışı ile bilgi ve belgesi ile tamamen bana aittir. O yüzden internet medyasından çok fazla yararlanmıyorum. İnternetle haber alışverişi olan yada haşır neşir olan birisi değilim. Sadece diğer meslektaşlarımız gibi basında neler oluyor diye bakıyorum.
TURKTİME: Gazeteciler arası polemiklerde isminizi pek göremiyoruz. Kimseyle bir sıkıntınız olmadı mı?
SAYGI ÖZTÜRK: Yıllarca Hürriyet gazetesinde çalıştım, gittiğim hiçbir yerde Hürriyet’in adı geçecek bir kelime yazmadım. Aynı şekilde Sabah’ta yada Star’da çalışıp gittikten sonra buralarda şu haksızlılıklara uğradım yada bunlar oldu gibi bir şey yazmam da konuşmam da. Aradan 10 yıl geçtikten sonra Hürriyet’e döndüysem belki bunun da sonucudur. Genç arkadaşların bu konulara dikkat etmesini de öneriyorum.
TURKTİME: Bu bize de bir eleştiri mi? Malum, bu polemiklerin yer aldığı haberlerimiz ve röportajlarımız oluyor…
SAYGI ÖZTÜRK: Hayır, bu eleştiri size değil. Siz gazetecisiniz. Birileri konuştuktan sonra tabi ki yazacaksınız. İlgi çekiyor ve zevkle de okunuyor. Bu, arkadaşlarımızın sorunu. Birileri size konuşuyorsa, bu haberleri çarptırmadan ortaya koyacağınıza samimiyetle güveniyorsa, sizin göreviniz onları gazetecilik ahlakı içerisinde onları yazmak.
TURKTİME: Basında bir Yozgatlılar çıkışı görülüyor: Siz, Metehan Demir, Talat Atilla, Metin Özkan gibi. Yozgat’ın suyundan mı havasından mı neden kaynaklanıyor bu?
SAYGI ÖZTÜRK: Agah efendi de Yozgatlıdır. Biz de Agah Efendi’nin torunlarıyız. Dolayısıyla Yozgatlıların basında yer almaları gayet doğal. Bizler şimdi torunları olarak açtığı yolda devam ediyoruz.
Fotoğraf:Erol Tümayer
TURKTİME: 4 günde kitap yazdığınız efsane gibi konuşuluyor ve Emin Çölaşan sizi haber fabrikası, kitap fabrikası olarak niteliyor. Bu işin sırrı nedir? Yemez, içmez ve uyumaz mısınız?
SAYGI ÖZTÜRK: Uzun zaman kitap yazmaya çok korktum. Yıllarca elime çok önemli belgeler geldi. Ama bunları haber yapıp işim bittikten sonra başkalarının eline geçmesin, kimseyle paylaşmayayım diye ne kadar gizli belge olursa olsun parça parça eder atardım. Eskiden belge biriktirme adetim de yoktu. Son yıllarda bakıyorum, herkes kitap yazıyor, kitapları çok güzel ilgi görüyor. Mesela Yavuz Onursal ile Star’da birlikteyken sohbet ederdik. İlla kitap yaz diye baskı yapardı. Zaman zaman kitapevlerine giderdik, orada arkadaşlar bana “Bak herkes ne güzel kitaplar yazmış, sendeki bilgilerin dörtte biri bende olsa ne güzel kitaplar yazardım” derlerdi. Bunlar da benim üzerimde büyük bir baskı oluyordu. Kitapçılara gittiğim zaman aynı lafları duyacağım diye görünmemeye çalışırdım.
TURKTİME: Neden korkuyordunuz?
SAYGI ÖZTÜRK: Kitap yazmak çok büyük bir sorumluluk. Ben yapamam diye düşünüyordum. Biraz da çekingenim. Giderim, yayınevinden beğenmezler, refüze olurum diye korkuyordum. Adam 25 yıllık gazeteci daha birinci baskısı bile bitmedi derler diye düşünüp kendi kendime korkuya kapılıyordum. O yüzden yazamıyordum.
TURKTİME: Bu korkuyu nasıl aştınız?
SAYGI ÖZTÜRK: Devletin Derinliklerinde kitabım bir röportaj şeklinde olmuştu ama okuyuculardan bunu ne zaman kitap haline getireceksiniz diye yoğun bir talep geldi. Ve kitap yapmaya karar verip aracılar koyarak korka korka Ümit Yayınevi’ne gittim. Yayınevinin sahibi Ümit ağabey bir gazeteci büyüğümüzdü. Ama yine de acaba basar mı endişem vardı. Basmaya karar verdiğimiz zaman ne kadar basacaklarını sordum ve 2 bin adet basacaklarını söyledi. Ben “5 bin bassanız olmaz mı, bu çok büyük ilgi görür diye düşünüyorum” dedim. Ümit ağabeyin o zaman attığı kahkahayı hiç unutamam. Birçok ünlü ismi örnek göstererek “Daha birinci baskıyı bile zor bitirdim” diyince, hemen geri adım attım. Ama kitap basıldı ve ikinci gün bitti. Ve benim kitap bir ay içerisinde 7 baskı yaptı. Kitap yazmak bu muymuş diyerek böylece kitap işine girdim. Kitapçılık geçmişim 4 yıl falan. Ve buna rağmen 8’nci kitabım çıktı.
TURKTİME: Peki nasıl bu kadar hızlı yazıyorsunuz?
SAYGI ÖZTÜRK: Kitap yazmaya başladığım zaman bir an önce bitireyim diye üzerimce çok ciddi bir baskı hissediyorum. Eğer o işi uzatırsam, yapamıyorum. Nitekim, her türlü belgesi hazır olan ve üzerinde çok çalıştığım bir kitabı yazmaya başladım ama bir iki gün bıraktım bir daha da onu yazamadım. Ama içimin ısındığı bir konu olursa hemen başlarım, gece gündüz yazarım. Ama her ne kadar bir haftada yazdım diyorsak da bu bir haftanın arkasında 25-30 yıllık bir deneyim var.
"EMİN ÇÖLAŞAN’IN ÖNSÖZ YAZMASI BANA UĞURLU GELİYOR"
TURKTİME: Kitaplarınızın önsözünü genelde Emin Çölaşan yazıyor. Bu özel bir tercih mi?
SAYGI ÖZTÜRK: Ben ilk kitabımı yazdığımda Star gazetesindeydim ve Emin ağabeye söyledim. Emin ağabey basında çok saygı duyduğum, önemli bir kalem. Hem gazeteciliğini hem insanlığını her zaman örnek aldığım bir insan. Yaşantılarımız da çok benzer. Dolayısıyla ilk kitabıma onun önsöz yazmasını arzuladım. Ve ondan sonra da ona söylüyorum. Sağolsun O da beni hiç kırmıyor. Bir de Emin ağabey uğurlu geliyor. O önsözü yazmaya başladığı zaman ben de kitap yazmaya başlıyorum. Son kitapta benden öne geçti, önsözü benden önce yazdı.
TURKTİME: Fabrikatörler iyi para kazanır. Kitap fabrikatörü olarak iyi kazanıyor musunuz?
SAYGI ÖZTÜRK: Yemin ediyorum ne kadar kazandığımı bilmiyorum.
TURKTİME: O kadar çok mu kazanıyorsunuz yani?
SAYGI ÖZTÜRK: Hayır. Para pul hesabında olan birisi değilim. Son iki kitabımı biliyorum ama ondan önceki iki kitabımın ne kadar olduğunu vallahi bilmem. Kitap yazıyorsunuz, kitabınız çıkıyor. Onun duygusu zaten yetiyor size. Artı olarak her kitabımın korsanı da çıktı. Demek ki okunuyorum diyorsunuz ve hoşunuza gidiyor.
TURKTİME: Korsanlar, tam da sizin konunuz. Aranız nasıl?
SAYGI ÖZTÜRK: Onlarla aram çok iyidir. İlk kitabım çıktığı zaman Murat Çelik ve Sezai Şengün ile beraber yürürken sokaktaki bir korsan kitapçıyı gördük. Korsancıyla tanıştık, “kitap nasıl gidiyor?” dedim. “Ağabey süper” dedi. “Bu saate kadar 80 tane sattım.” Ve benden kitabımı imzalamamı istedi. Ben de korsan olan kitabımı korsancıya imzalayıp verdim.
TURKTİME: Ticari bir bakışınız olmadı mı hiç kitaplarınızla ilgili?
SAYGI ÖZTÜRK: Hayır. İyi yayınevi ile çalıştığınız zaman düzenli ödemeler yapılsın yeter. Ama yayınevinden alacağım mı vereceğim mi var bilemiyorum. Ümit abi ne gönderiyorsa oydu. Daha sonra başka bir yayınevi ile çalışmamız oldu. O da bizim kitapların üstüne yattı. Bir defa para gönderdi daha da göndermedi.
TURKTİME: Ne kadar alacağınız var?
SAYGI ÖZTÜRK: Belki 20 milyar.
TURKTİME: Ne yaptınız vermeyince?
SAYGI ÖZTÜRK: Ne mahkemeye verdim, ne kitabımın yayın hakkını geri aldım. Ara sıra telefonla konuşuruz, sıkışık olduğunu falan söyler. Yani öyle kaldı. Çok önemli belgeler bulup o zaman dizgi için o yayınevine göndermiştim. Bunun bir örneği de orada kaldı. Bu kadar iyi niyete rağmen kısa bir süre önce baktık ki bizim dizdirdiğimiz belgeler başka bir kişinin imzasıyla kitap olup karşımıza çıkmış. Bunlar da oluyor ama ne yapalım artık, sadece keşke olmasa diyorsun. Şu anda Doğan Kitap ile çalışıyorum. Daha önce yayınlanan kitaplarım da buradan eklemelerle çıkıyor.
TURKTİME: Yeni bir kitap hazırlığınız var mı?
SAYGI ÖZTÜRK: Klasörlerimde 20 kitaplık konu var. Ama zaman ayırıp yazmak lazım. Demek ki gazeteciliğe başladığım dönemde yol gösteren olsaydı şu ana kadar belki 50 tane kitabım olurdu. Belki de tarihe gerçekten ışık tutacak bilgiler ve belgeler içeren kitaplar olurdu.
“SIRLARI OLAN BİR GAZETECİ DEĞİLİM!”
TURKTİME: Hep derin devlet, mafya gibi konuları yazıyorsunuz. Bu yöneliş kendi tercihiniz mi yoksa şartların ve haber kaynaklarının getirdiği zorunluluk mu?
SAYGI ÖZTÜRK: Her gazetecinin baktığı bir alan vardır. Ben de gazetecilikte ilgi alanı olarak organize suç örgütleri, bunların başındakiler, onlarla mücadele eden insanlar, yasa dışı örgütler, terör suçlarını seçtim ve o konularda bilgi sahibi oldum. Bunlar gazetecilikte her zaman yer bulan iyi haberlerdir. Toplumda mafya, yer altı dünyası haberleri de çok ilgi uyandırıyor, terör, güvenlik, asayiş, eğitim haberleri her zaman ilgi çekiyor ve ben gazeteciliğe başladığım andan itibaren hep bu konuları işledim.
TURKTİME: Bu, sıkıntılı bir alan değil mi? Mafya, organize suç örgütleri, terör… Bunların üstüne gitmek biraz cesaret istemiyor mu?
SAYGI ÖZTÜRK: İşin gerçek yüzünü ve bunları alabildiğine tarafsız bir şekilde yazarsanız hiçbir sorun olmuyor. Korkusuz, yansız ve objektif bir biçimde yazdığınız her olayda rahat edersiniz. Ben lokanta yada başka bir yere yalnız gitmeye çok korkarım. Ama organize suç örgütünün lideri ile yemekte buluştu gibi gazeteciliğime laf gelecek diye korkarım. Onun için kiminle görüşüyorsam, gazetecilikte hangi bilgilere ulaşıyorsam çalıştığım gazetede ulaşırım. Odamın kapısı her zaman açıktır. Bilgisayarım, evraklarım 24 saat meydandadır. Gizlim saklım yoktur. Çünkü ben bunları ertesi gün zaten yazıyorum. Onun için gizlemeye gerek olacak bir şey yok. Yazmayacağım bir şeyi hiçbir yerde konuşmam. Perde arkasında çok şey bilen gazeteci değilim. Sırları olan, gizli saklısı olan bir gazeteci değilim. Bildiğim ne varsa okuyucularımla paylaşırım. Birisinin yazılmamak kaydıyla bir şey anlattığı şeyler olabilir. Gazetecilik ahlakı gereği yazmadığım şeyleri de başka yerde anlatmam. Eğer bir konuyu yazmıyorsam hiçbir yerde o öyle değildi, bakın aslı budur diye telaffuz etmem.
TURKTİME: Herkesin merak ettiği soru şu; Siz derin gazeteci misiniz?
SAYGI ÖZTÜRK: Hayır. Derin diye bir şey yok. Ben derin lafını kabul etmiyorum. Dediğim gibi her gazetecinin baktığı bir alan vardır ve baktığı alanla ilgili bilgi sahibi olur. Ben de alanım gereği bu konularda bilgi sahibiyim. Bir de Türkiye’de gizli saklı diye bir şey yok. Mesela en gizli olan organize suç örgütü... Bunlarla ilgili her türlü doküman mahkemelere ulaşıyor. İyi bir gazetecinin bunlara ulaşması çok zor değil. Mesela ben Şemdinli ile ilgili bir kitap yazdım. Şemdinli olayı olduğu zaman gazeteci olarak orada neler oluyor diye zaten bakıyorsunuz. Bu herhangi bir sağlık muhabirinin ilgi duyacağı bir konu değil. Alanım gereği benim ilgilenmem gerekiyor ve konuyla ilgili herkesle görüşüyorsun ve bilgilere ulaşıyorsun. Ve o olayla ilgili belli bir aşamadan sonra her şey mahkemeye geliyor. O olayla ilgili olarak avukatlardan birisine mahkeme kayıtları sizde var mı dedim. “Var, hatta birkaç gazeteci istedi onlara da 30-32 klasörlük kayıtları verdik” dedi. Ben de bakmaya gittim ve bana bir CD uzattı. Şimdi burada her şey ortada. Zaten bildiğiniz bir konu. Onları bağlamak da size kalmış.
TURKTİME: Yani derin gazetecilik yok, iyi gazetecilik mi var?
SAYGI ÖZTÜRK: Evet, bana göre öyle. Gazeteciliğin derini falan, asla öyle bir şey olamaz. Eğer derin gazetecilik varsa, o gazetecilik değildir. Orada başka ilişkiler vardır ki ben gazetecilikten başka kimliği olan birisi değilim.
“BİRİLERİNE KİN DUYUP YAZMAK BENİM GAZETECİLİK AHLAKIMDA ASLA YOKTUR”
TURKTİME: Kapı arkalarında böylesi ilişkiler işçinde olan gazeteci kimliği taşıyanlar olduğu söyleniyor. Bunları nereye koyacağız?
SAYGI ÖZTÜRK: Her meslek kolunda olduğu gibi basında da kirli ilişkiler içine giren meslektaşlarımız oluyor. Bunların örneklerini de biliyoruz. Haberi para karşılığında yapanlar, borsayı maniple etmek için farklı biçimde haberler oluşturanlar olduğunu duyuyoruz.
TURKTİME: Biz de duyuyoruz. Örneğin geçmişte farklı ilişkiler içinde olan gazetecilerle ilgili bilgileri Saygı Öztürk imzalı haberlerden öğrenmiştik…
SAYGI ÖZTÜRK: Benim ortaya çıkardığım sadece bir olay var ve bu olaydan dolayı iki kişi tutuklanmıştı. Yurtbank’tan maaş alan gazetecileri gündeme getirdim. Ama bugün her biri yine önemli köşelerde. Gazeteci olarak böyle bir olayı bilip de yazmasam o zaman ben mesleğime ihanet etmiş olurum. O yüzden bu ilişkileri her şeyden önce meslektaşlarımızın yazması lazım. İtirafçılara itibar edip onların söylediklerini haber yapan gazeteci bakıyorsunuz bu itibar ettiği kişilerin bir gün kendilerini de benzer ifadelerle vurabileceğini düşünemiyorlar. Ve belli zaman sonra itirafçı diyor ki falan gazeteci bunları söylememiz için bize kadın ikram etti. Ben bunu bilip de TBMM tutanaklarında da geçiyorsa gazeteci olarak yazmayacak mıyım? Bunları hep yazıyordum. Gazetecilerle ilgili en çok haber yazan gazeteci benim. Ama asla kimseyi zan altında bırakmam. Kiminle ilgili iddia gündeme getiriyorsam, örneğin Yurtbank’tan maaş alan gazetecileri belgelere dayanarak anlatırken o gün kimi yazıyorsam, aynı gün o gazetecinin de görüşüne yer veririm. Bunları sırf gazetecilik adına yapıyorum. Bunun dışında meslektaşlarımla alıp veremediğim bir şey asla olamaz. Hele hele birilerine kin duyup yazmak benim gazetecilik ahlakımda asla yoktur.
“MİT İLE SIFIR İLİŞKİSİ OLAN BİR GAZETECİYİM”
TURKTİME: Bazı gazetecilerin MİT gibi güvenlik kuruluşlarıyla daha yakın ilişki içinde olduğu söyleniyor. Bu ilişki türünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu anlamda sizin MİT gibi kuruluşlarla ilişkileriniz nasıl?
SAYGI ÖZTÜRK: Belki MİT ile sıfır ilişkisi olan bir gazeteciyim. Ben bu yakıştırmaları anlamıyorum. Benimle ilgili şu bağı vardır gibi en ufak bir şey bilen varsa ortaya koysun. Belki hayatımda birkaç kez oradaki düzenlenen etkinliklere çok sayıda gazeteciyle birlikte gittim. Onun dışında bir ilgim ve bilgim yok. O kuruluşla ilgili haber yazan birisi de değilim. Ama şunu söyleyeyim; kaynak bulsam, haber alabileceğim bir yer varsa koşarak giderim. Haber için her yere giderim. Gazetecinin her kesimle ilişkisi vardır. O kuruluşlara, bazı yerlere ulaşamamak benim için gazetecilik adına eksikliktir. Niçin haber imkanı olan bir yerle ilişki kurmayayım.
TURKTİME: Sizin gazetecilik aşkınızı biliyoruz. Kalp ameliyatından çıkar çıkmaz haber peşine düşmüştünüz… Bu aşk nereden geliyor?
SAYGI ÖZTÜRK: Küçükken gazeteci olmaya karar verdim ve fiilen lise 1’de gazetecilik yapmaya başladım. O zamandan beri de hayatımı gazetecilikle kazanıyorum. Kalemimin dışında hiçbir zaman başka bir gelirim olmadı. Zerre kadar yan gelirim varsa zehir zıkkım olsun. İşimi çok seviyorum. İşimden başka da başka bir şey düşünmem. Hayatım gazetecilik üzerine kuruludur. Mesleki heyecanım belki bugün ilk başladığım günkünden daha fazla.
“HABERCİLİKTE KURAL TANIMAM, BABAMIN BİLE GÖZÜNÜN YAŞINA BAKMAM!”
TURKTİME: Bir anlamda hayat tarzınız haline gelen gazeteciliğinizdeki kırmızı çizgiler neler?
SAYGI ÖZTÜRK: Habercilikte kural tanımam. Ne varsa yazarım. Şu şunun aleyhineymiş, şunu yazsam acaba incitir miyim, yada devlete mi zarar veririm gibi bir şey düşünmem. Ama şuna da dikkat ederim. Haber, kiminle ilgiliyse, kimin adı geçiyorsa, kim suçlanıyorsa mutlaka ve mutlaka onun cevabını da gazetede vermeye çalışırım. Tanıdığım biri bile olsa haberse onları da yazarım. Yazmadan önce “bakın, hakkınızda belge var, bunu yazacağım. Ben yazmazsam bunu mutlaka bir gün başka meslektaşımız yazar. Benim şu anda tek artım siz ne diyorsanız sizin dediğinizi de kelime kelime yazmak olacaktır.” derim. Böyle bir tavır ortaya koyduğunuz zaman herkes size saygı duyar. Gazeteciliğin kurallarını siz de yerine getirmiş oluyorsunuz. Genelde gazeteciler haberde suçlanan kişiyle görüşmez. Nasıl olsa ertesi gün haber çıktıktan sonra o kişi bizi arar, biz de haberin devamı olarak ikinci gün yazarız denir.
TURKTİME: Sizin bu genel eğilimin tersine cevap hakkına bu kadar önem vermeniz nereden geliyor?
SAYGI ÖZTÜRK: Bir dönem bizde Mehmet Ali Kışlalı Ankara temsilciliği görevinde bulundu. Biz bir türlü Mehmet Ali beyden haberi geçiremiyorduk. Her zaman “karşı taraf ne diyor” derdi. Biz, geçiştirmeye çalışırken “hayır, onun da görüşü alınacak” diye ısrar ederdi. Karşı tarafın da görüşünü alarak yazmaya o dönemden başladım. Kışlalı’dan gazetecilik adına en çok yararlandığım uygulama odur. Ama bununun dışında babamın gözünün yaşına bakmam. Geçmişte abimin Mardin Valiliği yaptığı dönemde Mardin valiliği ile ilgili benim yazdığım haberler yüzünden soruşturma açıldı. Kim olursa olsun yazarım. Bilip de yazmamak çok büyük ahlaksızlık.
“HABERİMİ BAŞKASIYLA PAYLAŞMAM… ÇÖPE ATARIM AMA BAŞKASINA VERMEM!!!”
TURKTİME: Basında ciddi bir denge unsuru söz konusu ve bu unsur çoğu zaman haberden daha önemli olabiliyor. Siz babamın gözünün yaşına bakmam diyorsunuz ama biliyoruz ki patronajın, gözünün içine baktığı birçok yer var. Bu gerçek sizin gazetecilik duruşunuzla bir araya getirildiği zaman nasıl uyumlu bir hal alıyor?
SAYGI ÖZTÜRK: Ben haberimi yazarım. Ve benim sorumluğum yazıp Ankara’daki yetkiliye verdiğim andan itibaren kalkar. Ertesi gün başka haberin peşinden koşarım. O haber gazetede çıksın yada çıkmasın benim sorunum olamaz.
TURKTİME: O haber sizin için çok önemli olsa bile mi?
SAYGI ÖZTÜRK: Hiç önemli değil. Gazetelerin kendi bakış açıları vardır.
TURKTİME: Bu şekilde girmeyen haberleriniz oldu mu?
SAYGI ÖZTÜRK: Evet… Her gazetecinin olur bu.
TURKTİME: Böyle bir durum karşısında ne hissediyorsunuz?
SAYGI ÖZTÜRK: Çok üzülürüm, keşke girseydi derim. Ama o saatten itibaren başka bir haberin peşine koşarım. Haberi yazdığım andan itibaren bitmiştir benim için. İster manşet çıksın, ister çıkmasın, ister tek sütun çıksın. O benim dışımdaki olay. Sorun yapmam. Yapmamın anlamı da yok. Gazete o haberi kullanmıyorsa demek ki kendilerine göre bir bilgileri vardır. Benim görevim haberin gazeteye girmesi değil, haberi yazmak.
TURKTİME: Diyelim ki gazetede yayınlanmadı ama siz o haberin öğrenilmesini, okunmasını çok önemsiyorsunuz. O haberi arkadaşlarınıza paslamaz mısınız?
SAYGI ÖZTÜRK: Ben habercilikte çok kıskancım. Hiçbir haberimi başkasıyla paylaşmam. Çöpe atarım ama başkasına vermem. Hep alıcı olurum, haberimi hiç kimseye vermem. Bir de o önem verdiğiniz haber bugün çıkmamış olabilir ama aradan zaman geçip öyle bir gündem olur ki sizin o çıkmayan haberiniz bakarsınız ki manşet olur. nitekim bunun birçok örneğini yaşadım. Onun için son dönemlerde bu tür haberlerin belgelerini saklıyorum ve bu belgeler çok işe yarıyor.
TURKTİME: Hiç pişman olduğunuz, keşke bunu yazmasaydım dediğiniz bir haber oldu mu?
SAYGI ÖZTÜRK: Bugüne kadar binlerce haber yazmışımdır. Günde 5-6 haber yazardım ki birisi çıksın diye. Özel haber yazan bir gazeteciyim. Geriye dönüp baktığım zaman keşke yazmasaydım dediğim bir haber vardır. Ankara Gazi mahallesinde üniversite öğrencisi bir genç bunalım geçirmiş; kapı, pencere, eşyalar ne varsa aşağı atıyor. Biz de foto muhabiri arkadaşla gidip haber yaptık. Sadece o haberden dolayı pişmanlık duymuşumdur. Belki o genci teşhir etmememiz, o halini yansıtmamamız gerekiyordu. Tek o haber dolayısıyla içimde acı duyarım, üzülürüm. Onun dışında hırsızlık, yolsuzluk, perde arkasında kimsenin yazamadığı haberleri yazmaktan çok büyük zevk alırım.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
Bunlar da ilginizi çekebilir...