16 Nisan referandumuna şurada sayılı günler kaldı.. Tayyip Bey ve AKP iktidarının tamamı, referandumda evet çıkması hizmetine kendini adamış durumdalar.. Devletin bütün organları evet’çi kesilmiş, bütün olanaklar “evetçiliğin” emrine verilmiş.. Buna karşılık hayır’ı savunmak adeta büyük bir cesaret işi haline getirilmiş durumda..
İstanbul’un bütün sokaklarında Tayyip ve Binali Beylerin evet’çi sözleriyle süslenmiş portreleri dalgalanıyor.. Tabii biz İstanbul’da yaşadığımız için böyle diyorum, bütün Türkiye’deki manzaranın da aynı olduğundan kuşkum yok. İç ve Dış politikada, görevleri Adalet, Milli Savunma, Sağlık v.b. olan bütün Bakanlıklarda, herkes evetçi hizmetlerin emrinde.. Bakanları başta olmak üzere, Diplomasi alanındakiler de, Tayyip Bey’in Nazi, Faşist gibi sözlerle başlattığı son politikanın takipçisi oldular. Amaç Almanya, Fransa, Hollanda, İngiltere gibi Batı ülkelerinde yaşayan vatandaşlarımızın da evet oyu vermelerini sağlamak.. Lakin bu yüzden o ülkelerin hepsiyle aramız açıldı.. İsviçre ile, Bulgaristanla bile seçim meseleleri dolayısıyla kavga halindeyiz.. Batı ülkeleri de bu durum karşısında ne yaptılar? Bizi gerici, tek adam yönetimindeki Asya ülkeleri mesabesine indirdiler..
Elbette her konuda olduğu gibi, sonuçta bu işten de zararlı çıkan biz olduk.. Ama sonuçtan onlara ne? Olan bitenin nihayetinde evet’e katkı var mı yok mu, onlar ona bakarlar..
Tayyip Bey’in Faşistler, Nazi Almanyası falan gibi sözleri bana tarihimizden Almancı Enver diye anılan Enver Paşa’yı çağrıştırmış, bu yüzden iki haftadır o Paşa’dan söz edip durmuştum.. Biliyorum konuyu uzattım, ama işte şimdi son veriyorum.. Lakin izninizle Enver Paşa konusunda, Meşrutiyet ve I. Dünya Savaşı günlerinin önemli tanıklarından biri olan ve olayların pek çoğunun içinde yaşamış bulunan ünlü yazar Halit Ziya Uşaklıgil’e de kısaca söz hakkı vereceğim..
Uşaklıgil, Padişah Mehmet Reşat döneminde Mabeyn Baş katibi olduğu için devletin üst kademesini oluşturan Nazırlarla, Paşa’larla yakın ilişki içinde olmuş, İttihatçı liderler Talat, Enver, Cemal Paşa’larla olan anılarını Saray ve Ötesi eserinde kitap haline getirmişti.
Halit Ziya Uşaklıgil, I. Dünya Savaşının çıkmasına sebep olan Saraybosna suikastinin cereyan ettiği günlerde Viyana’da tedavide idi.. Savaşın ayak seslerini hissettiği için hemen yurda dönmeye karar vermişti. Fransa üzerinden, bir gemi yolculuğuna çıktı, binbir güçlüğe katlanarak yurda gelebildi. Bir süre köyünde dinlendi. Fakat Alman gemilerinin Karadenizi bombaladığını duyunca derhal İstanbul’a koştu..
Harbe girişimizi “çılgınlık” olarak nitelendiren yazar, sonraki gelişmeleri anılarında ayrıntılı anlatırken şöyle der:
“..Çanakkale’ye sığınan iki Alman harp gemisinin Türk bayrağı altında çıktığı Karadeniz’de Rus şehirlerini bombalaması tam bir çılgınlıktı.. Memleketin başına uzun felâketler zinciri dolayacak olan bu çılgınlığın mesuliyeti herkesten ziyade Enver’e aitti.”
Ve satırlarının devamında Enver Paşa’nın portresini şöyle çizer:
“Çok büyük yükselme ve şöhret hırsı bulunan, küçük rütbeli bir subayken, nasılsa, seri adımlarla atlaya atlaya Harbiye Nazırlığına kadar yükselmenin yolunu bulan bu genç adam, görgü ve bilgisinin kıtlığına rağmen, kendine ölçüsüz şekilde güvenerek, Almanya’ya duyduğu aşırı eğilimle, bütün vatanı da arkasında sürükledi, yuvarladı..”
“…O günlerde Talat Paşayı görmek istedim. Enver’in, Hükümetteki sorumluluk ortaklarını da arkasında sürükleyişinde, beni en çok hayrete düşüren, o kişilerin arasında Talat’ın da bulunmasıydı.. Nasıl olmuştu da Talat’ı da sürüklemişti?”
Dahiliye Bakanlığına gittim.
— Ne yaptınız? Buna nasıl karar verdiniz? Dedim. Onun canını sıkan hadiselerde dudaklarına zorla gelen bir tebessümü vardı. Bana sadece;
— Git Enver’den sor!” dedi.
Neyse, Halit Ziya da böyle diyor..
Bence de Enver Paşa bu idi.. Döneminin tek adamı olmuş, adeta devleti ele geçirmiş, Talat, Cemal ve diğer önemli Paşaları da kafa kola almış, Devleti savaşa sokmuş, millete acılar, Sarıkamış dramları yaşatmış, yıkılışı getirmişti..
Bütün bu hakikatlere rağmen ben Enver Paşa’yı bile asla silip atmam.. Zaten herkes hakkındaki düşüncem ve değerlendirmem de böyledir.. Her insanın hataları ve yanlışları, iyi tarafları da kötü tarafları vardır derim.. Onları ortaya koymaya çalışır, önce bilgi vermek isterim. Enver Paşa bizi harbe soktu, yanlış yaptı.. Tamam.. Peki niye soktu? Asırlardır duraklama ve gerileme devrine girmiş olan Devleti, bu savaşı kazanırsak belki yeniden yükselişe götürebiliriz ümidiyle.. Peki savaştan sonra ne yaptı? Öteki İttihatçı Paşalarla birlikte kaçtı.. Ancak onun aklı ülkesinde idi.. Batum üzerinden Türkistan’a gitti.. Turancı faaliyetlerde bulundu. Ruslarla savaş halinde olan Basmacıları örgütledi. Çatışmaları yönetti. Duşanbe’yi ele geçirdi.. Emrindeki Türkmen birliği ile Horasan’a yürüdü. Amacı emrinde birliği genişletip, Ordular toplamak, Anadolu’ya gelmek, işgalci düşmanı yurttan atmaktı.. Fakat başaramadı. Tacikistan’da Bolşevik kuvvetleri ile yaptığı çarpışmada havan topu ile şehit edildi. Ve Çeğen köyüne gömüldü.
Evet düşündüklerinin tümü hayaldi.. Ama ya gerçekleşseydi?.. Enver Paşa’yı da şimdi bir kurtarıcı olarak anacaktık.
ABDÜLHAMİD'İN TÜRKÇÜLÜĞÜ
İşte böyle.. Mesela Enver Paşa ve öteki İttihatçıların tahttan indirdikleri Padişah 2. Abdülhamit Han nasıl bilinir? Kimileri Ulu Hakan diye niteler, yüceltirler.. I. Ve II. Meşrutiyetleri ilan eden hürriyetçi Padişah derler.. Kimileri de Kızıl Sultan, İstibdatçı, Mithat Paşa’yı Taif zindanında boğduran acımasız adam diye nitelerler..
Ben Abdülhamit hakkında da, her kişi hakkındaki düşüncelerimi sürdürür, iyi tarafları ve kötü taraflarını dile getirerek değerlendirmemi yaparım..
Onunla ilgili, az bilinen bir iki olaydan söz edeyim.. Meclis’i kapatıp, Yıldız Sarayına çekildiği, 30 yıl süren istibdat döneminde iken bir Türk bahçivan, bahçedeki çiçekleri sulamaktadır.. O sırada oradan geçmekte olan Arnavut asıllı bir subayın üzerine su sıçratır. Arnavut subay, “Dikkat etsene pis Türk!” diyerek kızar.
Hadiseyi Sarayın penceresinden Padişah da izlemiştir.
Arnavut subaya seslenir:
“Unutma ki ben de bir Türküm..”
Yani bugün bile hasretini çektiğimiz, milliyetimizi seslendiren bir ses çınlar Yıldızda..
ABDÜLHAMİD'İN IZTIRABI..
Geçen hafta 102. yılını kutladığımız, Atatürk’ü kahramanlıkları ile bir kez daha andığımız.. Fakat bazı siyasetçilerin ise evet için istismar etmeye çalıştığına tanık olduğumuz Çanakkale Savaşları.. Savaş günlerindeyiz:
«Hükümet, Çanakkale çarpışmaları başladığı zaman, Boğaz'ın iyi korunamadığı ve bu sebeple bir gün düşmanın Çanakkale'den geçerek İstanbul'a da geleceğini düşünmüştü. Ve buna tedbir olmak üzere, hükümet merkezinin Eskişehir veya Konya'ya taşınması istenmişti. Hatta devlete ait bir kısım eşyalar da ambalajlanarak yola çıkarılmıştı. Sürgünde bulunduğu Selanik'ten İstanbul'a nakledilen ve o sırada Beylerbeyi Sarayında oturan eski Padişah Abdülhamit'e Başmabeyinci Tevfik Bey gönderilerek kendisine durumun iletmesi istenmişti. Tevfik Bey, Çanakkale muharebesinin durumunu anlatıp, Hükümetin başkenti taşıma kararını bildirdikten sonra, kendisinin de İstanbul'dan ayrılması gereğini tebliğ edecekti..
Tevfik Bey bunları anlatmış ve Abdülhamit dinlemişti..
Sonunda "sözünüz bitti mi?" diye sordu.
"Evet" cevabını alınca, o zamana kadar başı önünde söylenilenleri dinleyen Abdülhamit, doğruldu ve; "Benim zamanımda da Rus muharebesi (1787-88 yâni 93 Harbi) esnasında Vekiller Heyeti, hükümet merkezini Gelibolu'ya taşımaya karar vermişti. İhtiyar bir Namık Paşa vardı (O sırada huzurunda duran Tevfik Bey, Namık Paşa'nın torunu idi) onu göndererek kararlarını bana bildirdiler. Kesinlikle kabul etmedim" dedikten sonra sesinin tonunu değiştirerek; "Rumeli elden gidiyor diye beni Selanik'ten buraya getirdiler. Akıbet, Rumeli elden gitti. Şimdi de İstanbul tehlikededir diye, Konya'ya taşınmaya karar vermişler, İstanbul'dan taşınmak askerin maneviyatını sarsar, düşmana cesaret verir, İstanbul'a gelen düşman, Konya'ya da uzanır. Sonra da geldiğimiz yere, yâni Ortaasya'ya mı döneceğiz? Ben şuradan şuraya gidemem. Düşman donanmasını Kız Kulesi açıklarında görünce de intihar ederim. Biraderim Reşat 'a (Padişah V. Mehmet Reşat) söyleyiniz, o da aynı şeyi yapsın. Asla İstanbul 'u terketmiyelim!"
Tevfik Bey geri dönerken Padişah, «Haydi.. Haydi.. Orada (Çanakkale) Süleyman Paşa ile Namık Kemal'in mezarları var. Oraya düşman ayak basamaz. Bu milleti ecdadının mezarını çiynetecek kadar kokuşmuş mu sanırlar!..» diye seslenmiştir.
Ve İstanbul 'dan taşınmaktan vazgeçilmiştir."(*)
BİR GÜZEL HABER: Bu yazımı tamamladım, televizyonun başına geçtim. Ulusal Kanalı açtım.. Ekranda kimi göreyim; Yaşar Okuyan’ı.. İki ay kadar önce önemli bir kalp ameliyatı geçirmiş olan sevgili Yaşar iyileşmiş, ekranlara dönmüş.. Çok sevindim.. Sevenlerine de duyuruyorum.
(*) Yeşil Ordu sa: 39-40 /Yalçın Toker- Toker Yayınları www.toker yayinları.com- Tel: 0535 3199349 ve [email protected]