Ahmet Kekeç-STAR
Deniz Baykal’ı, ‘demokrat’ olmaktan başka bir seçeneği bulunmadığı yıllarda (90’ların ilk yarısında) yakından izler, verdiği öldürücü sert liberal mesajları adeta kana kana içerdim...
Muarız olarak karşısında Murat Karayalçın’ın SHP’si vardı ve bu parti o yıllarda ‘solda ana gövde’yi oluşturuyordu.
Ana gövde (yani SHP) doğal olarak statükocuydu.
Başında da, kötü bir politikacı olan rahmetli Erdal İnönü vardı.
Erdal Bey, ‘Bu işler bana göre değil, ben en iyisi fizik problemi çözmeye devam edeyim’ deyip köşesine çekilecek, parti ‘Ankara’nın yıldızı’ olarak anılan Murat Karayalçın’a kalacaktır.
Fakat, yönetme heva ve hevesi yeniden depreşen Deniz Baykal ne olacaktır?
12 Eylül darbecileri tarafından posası çıkarılan CHP’yi yeniden örgütleyecek ve başına geçecektir...
Öyle yaptı...
Deniz Bey, kendisini CHP’ye genel başkan seçtirdikten sonra, ‘küçük olsun, benim olsun’ tanımına uygun partisini, statükocu cenahta boş yer olmadığı için, biraz ortaya çekti, hafiften liberalize etti (Hakkı Devrim kızacak yine), üzerine bir tutam ‘demokratlık’, bir ölçek ‘özgürlükçülük’ serpiştirdi ve ortaya gerçek anlamda bir ‘sosyal demokrat parti’ çıkardı.
Bu işler, biraz da, rahmetli İsmail Cem’in başının altından çıkıyordu.
Ertuğrul Günay da var mıydı, hatırlamıyorum...
O dönemde en demokrat Baykal’dı.
En özgürlükçü...
En liberal...
En özelleştirme yanlısı...
Hatta, en serbest piyasacı...
Öyle açıklamaları vardı ki, bugün duysanız, rahatlıkla, ‘Bunları Kemal Unakıtan mı söylemiş?’ dersiniz.
Üstelik, ‘resmi ideoloji’yle de çata çat kavga ediyordu.
İkinci cumhuriyetçileri bile yaya bırakacak bir hırçınlık ve celadet...
Herkes eşit ve özgür olmalıydı.
İnançlar baskı altında tutulmamalıydı.
Farklılıklar çatışma nedeni sayılmamalıydı.
Resmi ve tektip toplum yaratma hevesinden vazgeçilmeliydi.
Cunta anayasası değiştirilmeliydi. Darbeciler yargılanmalıydı. YÖK külliyen ortadan kaldırılmalıydı.
Parti değil de, sanırsınız ‘Tahiri dergahı’ydı ve Baykal’ın içinde de rahmetli Kemal Tahir’in ruhu dolaşıyordu.
Sonra ne olduysa oldu, Baykal ana gövdeyi (yani SHP’yi) kendisine eklemlettirip Murat Karayalçın’a da yol verdikten sonra, solda tek parti konumuna yükselen ‘Birleşik CHP’nin başına geçti ve (statükocu cenahta yer boşaldığı için) bugünkü Baykal haline geldi.
Bugünkü Baykal, bazı darbe ve muhtıraları çok seviyor. (Sevmese de, anlamaya çalışıyor. 28 Şubat’ı çok sevmişti mesela. 27 Nisan muhtırasını da anlamıştı. 27 Mayıs’ı da anlamıştı yanlış hatırlamıyorsam.)
Başka?
Cunta anayasasını ve YÖK’ü sahipleniyor.
Başka?
301’i savunuyor.
Başka?
Özelleştirmelere karşı çıkıyor.
Başka?
Demokratik özgürlükleri ‘Cumhuriyet’in ve laikliğin kemirilmesi’ olarak değerlendiriyor.
Önceki gün bir konuşmasını izledim... Başörtüsü meselesine takmıştı yine... ‘Ülke laiklikten sıkıldıysa, çıkıp bunu açık açık söylesinler, rejimi şurasından burasından delmeye çalışmasınlar’ diyordu.
Ülke laiklikten sıkılmadı Sayın Baykal...
Ülkenin laiklikle ne alıp veremediği olabilir?
Sizden sıkıldı.
Ne zaman gerçek bir ‘sosyal demokrat’ olacaksınız diye beklemekten de fena halde yoruldu...