Yıllarca Abdullah Öcalan’ın en yakınında bulunan Şemdin Sakık, Öcalan’ın “hastalık numaraları”nı anlattığı mektubu ortaya çıktı. Öcalan’ın, hasta numarası yapıp yatağa girdiğini, militanların ise onun o halini sırayla gördüklerini ve bu durumdan hayli etkilendiklerini belirtiyor. Apo, bu taktiklerle militanları eylem için Türkiye’ye gönderiyor, Türkiye’deki militanlarını ise eyleme ateşliyor.
PKK’nın dağ kadrosunda 18 yıl görev yapan ve örgütte Apo’dan sonra “ikinci adam” konumuna kadar gelen Şemdin Sakık, Öcalan’ın zehirlendiği iddialarının “düzmece” olduğunu öne sürdü, “Örgütte bulunduğu dönemde de Apo’nun kendisinin zehirlenmek istendiğini sık sık belirttiğini” kaydetti.
PKK içindeki faaliyetleri nedeniyle “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına” çarptırılan Şemdin Sakık, Abdullah Öcalan’ın taktikleri konusunda, “mektup arkadaşı” araştırmacı Tuncer Günay’a, imlginç değerlendirmelerde bulundu.
Şemdin Sakık’ın 25 Mart 2007 tarihli mektubunda, Abdullah Öcalan’ın izlediği taktiklerle ilgili olarak şu iddialarda bulundu:
ETKİLİ OLAMIYORDUK: 1994 baharında Şam’daydım. Yurtdışındaki militan gruplarının Türkiye’ye dönme, Türkiye’deki grupların ise eyleme başlama zamanıydı. Ama ne yapsak, militanların tümünü harekete geçirmekte tam başarılı olamıyorduk. Propagandalar, uyarılar, tehditler etkili olmuyordu.
BEN HASTAYIM: Bir gün Öcalan, haremliğinden çıkıp eğitim kampına geldi. Gelir gelmez “ben hastayım” deyip kendini yatağa attı. Bazen tam, bazen yarı tanrı gibi gördüğümüz Öcalan hasta düşmüştü. Ben yalnız şaşkın değil, aynı zamanda şoktaydım. İlk iş olarak yemeyi, içmeyi, uyumayı, hatta bir sandalyeye oturmayı kendime yasakladım. Üzüntümden bir şey yemiyordum. Bir put gibi kaldığı odanın kapısında ayakta duruyor, çağırdığında içeriye girip sağlığını soruyordum. Her soruşumda hastalığının daha da ağırlaştığını söylüyordu.
APO YATAĞINDAN FIRLADI: Sanıyorum 3. gün dolmuştu ki “arkadaşlar benim hastalığımı nasıl karşıladılar” diye sordu. “Üzülmesinler, moralleri bozulmasın diye onlara söylemedik” dedim. Bu cevabım üzerine yatağından fırladı, “Bu ne vurdumduymazlık, bu ne küstahlık. Nasıl benim hastalığımı militanlarımdan gizlemeye kalkışıyorsun” diyerek bir yığın eleştiri yaptı. Gidip militanları toplamamı, hastalığı üzerine ders vermemi, başkanın başına bir şey gelirse başlarına nelerin geleceğini anlatmamı, bu hastalığın tek nedeninin militanların iyi savaşmamaları olduğunu anlatmamı istedi.
APO’YA AĞLIYORDUK: Apo’nun talimatı üzerine militanları topladım. Söylememi istediği her şeyi söylediğim gibi bütün yeteneğimi kullanarak duygusal bir ortam yarattım. Öyle ki militanların bir çoğu ağlamaya başladılar. Orada bulunan her militan, kendini suçlu hissetmeye “biz görevimizi yapmadığımız için başkan hasta oldu, başkan elden giderse halimiz ne olacak” demeye başladı.
ASMAYA HAZIRDIM: Özellikle ben öyle öfkeliydim ki Öcalan’ın hastalığına neden olduğumuza inandığım için içimden kendimi imha etmek geliyordu. Öcalan’ın yataktan kalkacağını bilsem, oracıkta kendimi asmaya hazırdım. Bütün militanlar da bu psikolojideydi.
YATAĞININ ÖNÜNDEN GEÇİRTTİ: Hastalığının 4. gününde Öcalan, yatağını iki kapılı bir odaya atılmasını, kendisi yataktayken orada bulunan militanların bir kapıdan girip, bir kapıdan çıkmaları koşuluyla kendini görmeye gelmelerini istedi. Bütün militanlar katafalkın önünden geçenler gibi, Öcalan’ın yatağının önünden geçirildiler. Her militan Öcalan’ı yatakta görünce duygusallık daha da arttı. Hepimiz derinden sarsılmış, kederlere boğulmuş, “ya başkanımıza bir şey olursa” diye tir tir titriyorduk. “Eğer, hepimizin ölümü Öcalan’ı kurtarır” diyen birisi çıksaydı, kendimle birlikte, orada bulunan herkesi feda etmeye hazırdım. Çünkü, “Apo hastaysa, Kürtler hastadır, Apo ölürse, Kürtler ölmüş demektir” sapıklığı içindeydim.
HERKES TÜRKİYE’YE: Apo’nun hastalığı etkisini hemen gösterdi. Birkaç gün içinde Türkiye’ye gelmek istemeyen tek kişi kalmadı. Hatta, bazıları intihar eylemi yapmak için izin verilmesini istediler.
HASTALIK NUMARASINI HEP YAPIYOR: Öcalan yerine, benim elden gideceğimi gören eski bir militan bir gün beni köşeye çekti, benden kızmayacağıma dair söz aldı. Ardından “Öcalan’ın hastalığı için çok üzülüyorsun, böyle giderse eriyip yok olacaksın. Ortada öyle üzülecek bir hastalık falan yoktur. Bu, başkanın bir tarzıdır. Hasta düşme, militanları motive etme taktiklerinden biridir. Zaten bu amaçla olduğu için hastalığını arkadaşlara bildirmediğin için sana ateş püskürdü. İnanmıyorsan sor-soruştur. Her baharda, okula gelip hasta düştüğünü, grupları Türkiye’ye gönderdikten sonra da yataktan çıktığını göreceksin” dedi. Araştırdım, tamamen doğru olduğunu gördüm. Zaten, bu olaydan sonra, onun hakkında farklı düşünmeye başladım.
TEK SİLAHI: Evet, yine bahar, yine yurtdışını militanların Türkiye’ye getirmek, içerdeki militanları eyleme kaldırmak üzere hareketlendirmek gerekiyor. Artık, çağrıların, propagandaların, tehditlerin, uyarıların bir etkisi kalmamış. Öcalan’ın elinde tek bir silah var. Oda, insanların duygularını sömürmektir. Bunu da ancak “beni zehirlediler” yalanını ortaya atarak yapabilir.
ZEHİRLENME YALANI: Zehirlenme yalanını ortaya atmasının bir diğer nedeni de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Öcalan’ın dosyasını yeniden ele almayı reddetmesi, daha önce verilen cezayı onaylaması ve hukuka uygun yargılandığına hükmetmesinden dolayı, Öcalan’ın gündemden düşmesidir. Geçmişte bu yolla gündemde kalmaya çalışan Öcalan, artık radyo-televizyon ve gazetelerde haber olmayacak, panellerde tartışılmayacaktır. Bu da, “gündemde kalma hastası” olan Öcalan için ölüm kadar korkunç bir gelişmedir.
ÖRGÜTTE TARTIŞMALAR: Şimdi ne mi olacak? Örgüt, “başkanımızı zehirlediler” diye ajitasyon yapacak, ateşli gençler, “başkanımızı zehirliyorlarsa biz niye duruyoruz” deyip sağa-sola saldırmaya kalkışacaklar, intihar eylemcileri çıkacak, en önemlisi de uzun bir süre örgüt içindeki tartışmalar, sorunlar dondurulacak, herkes kendini örgüte feda edecek, örgütte bu enerjiyi silahlı mücadeleyi geliştirmekte kullanacak.
SENARYO AYNI: Yani, mayıs ayının sonu itibariyle yine kan dökülecek, yine iki taraftan gençler ölecek, kan dökümü yaz ortalarına kadar sürecek. Sonra, yine Öcalan’ın “insanlığı” tutacak, “kan dursun” diye çağrıda bulunacak, yine sonbahar, yine kış gelecek. Bu senaryo hep sahnelenecek.
APO’NUN GERÇEK HASTALIĞI: Peki Abdullah Öcalan hasta değil mi? Olmaz olur mu? Hastadır. Onun yalancısıyım: “benim bedenim kaşınıyor, boğazım yanıyor, kulağıma bazı sesler geliyor, tansiyonum yükseliyor” diyordu. Bedenin kaşınması, tamamen banyosunun kirli kalması ve mantar üretmesinden kaynaklanıyor. Aynı sorunu ben de yaşadım. Özellikle kış mevsiminde göbeğime kadar kaşınıyordum. Sonra anladım ki banyom mantar üretiyor.
ONUN BOĞAZI: Sonra temizleyerek bu sorunu çözdüm. Sanırım, Öcalan son yıllarda kendisini öylesine bıraktı ki banyosunu temiz tutamadı. Kaşınma, bu mantarların sonucudur. Boğaz yanması ise şimdi ortaya çıkan bir hastalığı değildir. Şam’da olduğu yıllarda da aynı sorunu yaşıyordu. Onu, gördüğüm ilk yıllardan beri boğaz yanmasından şikayet ediyordu. Tansiyonun yükselmesi de normal. Çünkü, Şam’daki saray yaşamından, İmralı’daki hücre yaşamına düşmek kolay olmasa gerek.
Şemdin Sakık, mektubunun son bölümünde, artık resim yapmayı da bıraktığını, yeni bir kitap yazma çalışması içinde olduğunu da belirtiyor ve mektubuna son veriyor.
Haber: Saygı Öztürk/Hürriyet
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...