“Tezkerenin geçmemesi için ben de çalıştım. Herhalde 30 milletvekilini ikna etmişimdir!” Bu bakan neden tezkere aleyhine çalıştığını anlatırken şu gerekçeyi öne sürmekteydi: “Madem Amerika sadece Irak’a girecekti, neden Türkiye’ye 62 bin asker konuşlandırıyordu? O kadar liman yetmedi bir de Samsun ve Trabzon limanını neden istedi? Bu iki limanın Irak savaşı ile ne ilgisi var? Tezkere reddedilmese Amerikalıları Türkiye’den sökmemiz mümkün değildi. Harekât sırası İran ve Suriye’ye gelecekti.”
Tezkere oylaması öncesinde söz konusu bakan ile Başbakan Erdoğan arasında Meclis’te bir tartışma yaşanıyor. Erdoğan siyasi yasağı sebebiyle milletvekili seçilmediği için sadece parti genel başkanı sıfatı vardı. Başbakan Abdullah Gül’dü, ama tezkerenin geçmesi sorumluluğu parti genel başkanı olarak daha ziyade Erdoğan’daydı. Erdoğan, tezkerenin reddedilmesi çabalarını AK Parti’yi bölmeye yönelik bir girişim olarak değerlendiriyordu. O süreçte bir gün bu bakanı Meclis’te kolundan tutup odasına götürüyor ve “Partimi parçalıyorlar, sen de bu işe alet oluyorsun.” diyor. Başbakan Abdullah Gül de o süreçte çok sıkıntılı günler yaşadı. Bir AK Parti yetkilisi, “Abdullah Gül, tezkerenin oylanacağı günün gecesi sabaha kadar uyumadı. Evinde ayakta dolaşıp durdu. Saçlarına beyazlar ilk o gece düştü!” diyor.
Aslında tezkere görüşmelerinin ilk sürecinde ABD talepleri arasında Trabzon ve Samsun limanları yoktu. İstenen sadece Mersin ve İskenderun limanlarıydı. Sonradan Trabzon, Samsun ve İzmir limanları da ilave edildi. Aynı şekilde başlangıçta istenen havaalanları sadece İncirlik, Afyon, Diyarbakır ve Antalya’ydı. Sonradan havalanları sayısı da 14’e çıkarıldı. İstenen yeni hava alanları arasında Batman, İstanbul Sabiha Gökçen, Muş, Balıkesir, Konya, Van, Erzurum, Erzincan, Çiğli vardı. Aynı şekilde Türkiye’ye gelecek Amerikan uçağı sayısı başta 233 olarak belirtilmişken bu sayı 250’ye çıkarıldı. Türkiye’ye konuşlanacak Amerikan askeri sayısı da ilk önce 40 bin olarak düşünülmüş, sonra 80 bine çıkmış, müzakerelerle 62 bine inmişti.
İlginç olan tezkere öncesinde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Tayyip Erdoğan’a, “60 bin Amerikan askeri ne zaman Türkiye’den çıkacak?” sorusunu yöneltmesi ve Erdoğan’ın “Vallahi ben de bilmiyorum.” cevabını vermesiydi. Konuyla ilgili olarak Dışişleri Bakanlığı bürokratlarının yaptığı değerlendirmede de şöyle deniliyordu: “Burada söz konusu olan, Cumhuriyet tarihimizde görülmemiş büyüklükteki bir yabancı kuvvetin ülkemize kabul edilip edilmeyeceğidir… ABD, bir anlamda açık çek istemektedir. Bu açık çek, Türkiye’yi Kuveyt’in konumuna indirgeyecektir… Ülkemizde artan ABD mevcudiyeti, ABD’nin Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması projesiyle bağlantılı olarak sürekli bir nitelik taşıyabilecektir.”
Şüphesiz tezkerenin reddedilmesinde başka faktörler de etkili oldu. CHP’liler de aktifti. Bir CHP milletvekili Meclis kürsüsünden AK Partililere, “ABD’den değil, Allah’tan korkun.” diyordu. Bir AK Partili milletvekili ise rüyasında kefenleri içinde kendisinden hesap soran Iraklıları gördüğünden bahsediyordu.
Tezkerenin geçmesini Kuzey Irak’taki Kürt gruplar da istemiyordu. Örneğin, 1991’deki Birinci Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’den kaçarak Türkiye’ye sığınan kişilerden biri olan KDP yöneticisi Sami Abdurrahman, “Türk askeri Saddam’dan daha büyük tehlike.” diyordu. Irak’taki tepkiler tezkerenin reddinden sonra bile sürdü. 3 Mart günü Erbil’de toplanan 50 bin gösterici, “Kürdistan Türkiye’ye mezar olacak.” diye slogan attı. Felluce Belediye Başkanı, “Irak’a Türk askeri çağırmak, ABD’lilerin Iraklıları cezalandırması anlamına gelecektir.” diyordu.
1 Mart tezkeresi reddedildi; ama pek çok Amerikan özel kuvveti, askerî araç ve malzeme geçişine izin verildi. Türkiye savaşın başladığı gün hava sahasını ABD savaş uçaklarına açtı. Büyükelçi Deniz Bölükbaşı’nın açıklamasına göre, harekâtın sadece ilk günü Türkiye üzerinden Irak’a 145 füze fırlatıldı. Türk hava sahası, savaşın birinci günü, ilk kullanılan hava sahası oldu. İlk bir hafta on gün yoğun bombardıman için Türk hava sahası kullanıldı.
ASKER RAHATSIZ MANŞETİNİN PERDE ARKASI
Amerika ile yürütülen tezkere görüşmeleri, Genelkurmay’ın istediği biçimde sonuçlanmasına rağmen, tezkerenin TBMM’de hangi faktörlerden dolayı geçmediği sorusu bugün hâlâ tartışılıyor. Kimileri Meclis Başkanı Bülent Arınç’ı sorumlu tutarken, o süreçte tezkere için defalarca Türkiye’ye gelen ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, “Türk Silahlı Kuvvetleri, tezkerenin Meclis’ten geçmesi için gereken liderlik rolünü yeterince yerine getirmedi.” iddiasını ortaya attı. Nitekim Süleymaniye baskını Wolfowitz’in bu öfkesine bağlandı. “Çuval emrini Wolfowitz verdi.” inancı giderek yaygınlaştı.
Tezkere görüşmeleri sürecinde yaşanan en ilginç olaylardan biri Milliyet gazetesinin 26 Şubat 2003 günü “Asker rahatsız” manşetiyle çıkmasıydı. Fikret Bila’nın imzasını taşıyan habere göre üst düzey bir askerî komutan, “Tezkere bu haliyle çıkmazsa daha iyi.” demişti. Bu komutan, Orgeneral Hilmi Özkök veya Orgeneral Yaşar Büyükanıt olamazdı. Çünkü tezkere görüşmelerini yürüten Bölükbaşı’nın dediği gibi, ABD ile anlaşmaya varılan askerî mutabakat metninde son sözü Büyükanıt ve Özkök söylemişti. O halde bu komutan kimdi? Bu komutan, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’dı.
Nitekim Ankara ve Washington’da yaygın olarak kabul gören görüşe göre Wolfowitz’i, “TSK liderlik rolünü yerine getirmedi” açıklamasına iten sebep, Milliyet’in bu manşetiydi. Yalman, Irak savaşı konusunda önceki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun görüşlerini paylaşıyordu. Zaten, 2002’de Jandarma Genel Komutanlığından emekli olması gerekirken, onu Kara Kuvvetleri Komutanı yapan kişi de Kıvrıkoğlu’ydu. Yalman’la, emekliliğinden sonra, 19 Kasım 2005 günü İstanbul’da katıldığı bir toplantıda konuştuk. Yalman 1 Mart tezkeresinin reddedilmesiyle ilgili şunları söyledi: “Şu anda her şeyi sizinle paylaşamam. Bazı bilgiler benimle beraber mezara gidecek. Acaba 1 Mart’ta Türkiye ne ile karşı karşıyaydı? Bu olayı, büyük resimde, Büyük Ortadoğu Projesi’nde nereye yerleştirebiliriz? Buna bakarsak cevabı buluruz. Olay, o büyük resmi görmek. O büyük resmin içerisinde 1 Mart’ın konumunu tespit etmek mecburiyetindeyiz. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde acaba Türkiye’nin konumu ne idi?”
O gün bir konferans veren ve “Askerlik hayatımın 15 yılı terör mücadelesiyle geçti” diyen Yalman’ın şu sözleri de konuya ışık tutacak cinsten: “Türkiye’de ulus devlet modeli antiemperyalist bir mücadele sonrasında ortaya çıktı. Güneydoğu sorunu Şark meselesinin devamıdır. ABD bölgeye hâkim olmazsa, Çin ve Hindistan’ın hâkim olacağını düşünüyor. Emperyalist güçlerin bu bölgeye hâkim olma mecburiyetleri var… Artık ABD dünyayı kadife devrimlerle şekillendiriyor. Belki bu arada Türkiye de şekillendi. Suriye ve İran da ciddi anlamda bu resmin içerisindeki ülkelerdir. Kürdistan ancak Suriye’den bir katılım ile mümkün olur. Çünkü denize açılmayan bir Kürdistan yaşayamaz… Osmanlı Batılıların dayatmalarını yerine getirerek battı. Şimdi Türkiye Batı’nın sanal dayatmaları ile karşı karşıya… Emperyalist güçler kendi istedikleri bir Türkiye için terörü kullanıyor. O yüzden bu terör askerî üstünlük ile bitmiyor. Bu, emperyalist güçlerin böl, yönet taktiğidir…”
AMERİKALI YETKİLİ: TEZKERENİN REDDİ BELKİ DE İYİ OLDU
Aslında Ankara’da hiç kimse Türkiye’nin savaşa girmesini istemiyordu. Ne var ki ABD Türkiye’nin müttefikiydi ve bu ilişki ABD’nin taleplerine cevap vermeyi gerektiriyordu. Orgeneral Özkök’ün dediği gibi Türkiye “kötü” ile “daha kötü” arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Böylece, ABD ile yürütülen müzakerelerde, Türkiye’nin savaştan en az hasar görmesi stratejisi benimsendi. İkinci nokta, ABD’nin Türkiye’ye yönelik askerî taleplerini mümkün mertebe aşağıya çekmek ve Türkiye’nin askerî ve ekonomik kazanımlarını en yüksekte tutabilmekti. Bunun ilk şartı Türk askerinin de ABD güçleri ile birlikte Kuzey Irak’a girmesiydi. Ama sonuçta 1 Mart tezkeresi Meclis’te reddedildi ve belgeye bağlanan müzakere sonuçları resmiyet kazanamadı.
Tezkerenin reddi olayının Türkiye ve ABD açısından ne tür sonuçlar doğurduğu çeşitli bakış açılarına göre değişiyor. En ilginç yorumlardan biri, üniversite öğrenimini ABD’de yapmış olan, 1985-95 arasında Milliyet gazetesi Washington temsilcisi olarak görev yapan ve bir süre once vefat eden gazeteci Turan Yavuz’a ait. Yavuz “Çuvallayan İttifak” kitabında şöyle diyor: “Türkiye’nin nüfuzunun olduğu bölgelerde meydana gelen intihar saldırıları sonucu, ‘Kurtlar Vadisi’, ‘Kan Gölü Vadisi’ olacak; hemen her gün Türkiye’ye ay yıldızlı bayrağa sarılı şehit cenazeleri gelecek ve Türkiye belki de ABD’den daha fazla yara alacaktı. Zira Türkiye bir Hıristiyan ülkenin davasını, kardeş Müslüman ülkeye karşı yapıyor ve savaşıyor olacaktı. Bu da bölgedeki intihar saldırılarını kendi üzerine çekecekti. Hâlâ Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda geniş bir alan ABD bayrağı altında ‘girilmez bölge’ halinde olmaya devam edecek ve belki de Suriye ve İran’a karşı operasyonlar çok önceden başlamış olacaktı. Bu yüzden 1 Mart’ta Meclis’in sergilediği tavır, Türkiye Cumhuriyeti tarihine altın harflerle yazılmalıdır.”
Amerikan tarafından da tezkere olayına Wolfowitz’den farklı yaklaşımlar geldi. Örneğin ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris bir röportajında şöyle diyor: “Dürüst insanlar bugün, tezkere geçseydi ve 40 bin Türk askeri Kuzey Irak’ta olsaydı sorunlarla başetmek daha da zorlaşacaktı diye düşünüyor.” Türkiye ile tezkere görüşmelerinde de bulunan üst düzey bir Amerikalı yetkili gazeteci Murat Yetkin’e şunları söylüyor: “Belki de tezkerenin geçmemesi daha iyi oldu. Washington’da böyle düşünenler de var. Geçseydi, evet biz Türkiye üzerinden Irak’a girecektik, savaş belki daha önce başlayacak, daha kısa sürecek, daha az zayiat olacaktı. Ama aramızdaki mutabakata göre, Irak’a siz de girecektiniz. Kürtler için girecektiniz. Birincisi, biz Iraklı Kürtlerden şimdi aldığımız verimli ve gönüllü desteği alamayacaktık. İkincisi, birliklerimiz güneyde Irak ordusuyla savaşırken, kuzeyde sizin askerlerle Kürtler arasında tampon bölge oluşturmak, polislik yapmak zorunda kalacaktı. Üçüncüsü bunun için size dünyanın parasını (ekonomik yardımlar) vermiş olacaktık. Para cebimizde kaldı, kuzey için kafa yormuyoruz. Kürtler de bizim için var güçleriyle çalışıyorlar. Pek de zararda değiliz.”
Kaynak: Aksiyon