TEHLİKELİ YOL
Orijinal Adı: Route Irish Yönetmen: Ken Loach Oyuncular: Andrea Lowe, John Bishop, Mark Womack, Najwa Nimri
İngiliz işçi sınıfı’nın her daim gür sesi konumundaki Ken Loach, ‘Futbol ve felsefe’ ara durağının ardından (‘Hayata Çalım At-Looking For Eric’i kast ediyorum), son filmi ‘Tehlikeli Yol’da (Route Irish) en az ‘ayak topu’ kadar ‘evrensel’ bir soruna el atıyor ve ‘Emperyalist Batı’nın Ortadoğu’da işlediği günahların peşine düşüyor. İlk gösterimi geçen yıl Cannes’da yapılan film, ismini (elbette orijinal olanını) Bağdat Havaalanı’yla ‘Yeşil Bölge’ arasındaki ‘ölümcül’ yoldan alıyor.
Önce konuda şöyle bir gezinelim: İki Liverpool’lu çocukluk arkadaşı Fergus ve Frankie, daha çok para kazanmak adına (Ayda 10 bin sterlin, hiç de fena bir teklif değildir), çokuluslu bir şirketin güvenlik görevlisi olarak Bağdat’a yollanıyorlar. Sinirli bir yapıya sahip olan Fergus bir ara İngiltere’ye dönüyor ama barda çıkardığı kavga sonucu pasaportuna el konuluyor. Tam bu sırada, Frankie’nin ‘Route Irish’te saldırıya uğradığı ve öldüğü haberi geliyor. Arkadaşının eşi Rachel’la da iyi bir dost olan Fergus’ın öfkesi, cenaze töreninden itibaren kabarmaya başlıyor. Üstüne üstlük izini sürdüğü bazı ipuçları, olayın basit bir saldırıdan öte bir hal içerdiğini ona gösterince meselenin rengi değişiyor…
Vadim o kadar acıydı ki
Amerika’nın yeni Vietnam’ı Irak, Hollywood’a da gölgesini çoktan düşürdü, neredeyse mesele kapanır hale geldi. Giden askerlerden kahramanlık destanı yaratanlar (‘Taking Chance’ ve ‘The Kingdom’ mesela) ya da mesafeli gibi yaklaşıp da aslında kendi çapında yine meseleyi milliyetçilik sularında yüzdüren ve bunun karşılığında Oscar’a bile uzananlar (‘The Hurt Locker’) olduğu kadar, entelektüel ve soğukkanlı bakanlar (‘Rendition’) veyahut en sert eleştirilere soyunanlar da (‘Redacted’) vardı. Ken Loach’un filmi ise, ‘Irak işgali’nin Batı’daki yansımalarını Britanya tarafından aktarmaya çalışırken daha çok ‘In the Valley of Elah’la paralellikler içeren bir hikâye anlatıyor. Hatırlanacağı gibi 2005’te ‘Crash’le Oscar’a uzanan Paul Haggis’in yönettiği yapımda, iki oğlunu da Irak’ta kaybeden, asker eskisi bir babanın sıkı bir milliyetçiyken yaşadığı dönüşüm anlatılıyordu. ‘Tehlikeli Yol’da ana karakterler bir dönüşüm yaşamıyor (Zaten onlar milliyetçi de değiller, Irak’a sadece daha çok para kazanmak ve daha müreffeh bir hayat hayaliyle gitmişler). İki filmin paralelliği, ölümlerin ardındaki perde aralandığında, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmaması üzerine bir hikâyeyi bize aktarmaları.
Loach, bir kez daha senaryosunu Paul Laverty’nin kaleme aldığı bir yapımla karşımıza gelirken, bu kez sanki o sakin ve akılcı sosyalist yaklaşımlarının dışına taşmış gibi. Film, nihayetinde bir intikam öyküsüne bürünüyor ve bizi getirip bıraktığı nokta itibarıyla Charles Bronson ya da Clint Eastwood (ilk dönem filmleri tabii ki) türü, ‘Kendi hesabını kendin gör’ mantığıyla buluşturuyor. Bu yüzden de ‘Tehlikeli Yol’, hem dışarıda, hem de içeride bazı eleştirmenler tarafından makbul görülmedi. Öte yandan bir başka eleştiri noktası da, Loach’un meseleye İngiliz cephesinden bakıp Iraklılarla pek ilgilenmemesiydi.
Gelelim sadede… Ben bu eleştirilerden özellikle ikincisinin haksız olduğu kanaatindeyim. ‘Tehlikeli Yol’un Iraklıları saf dışı etme gibi bir tavrı yok, aksine hem baskında oğullarını kaybeden anne, hem de o kendi kültürünün Britanya’daki uzantısı konumundaki Harim adlı karakter (ki bu karakteri Kuzey Iraklı sanatçı Talip Resul canlandırmış), meseleye önce Ortadoğulu, sonra da evrensel nitelikler kazandırıyor.
Şerefim ve vicdanım üzerine
İşin ‘İntikam cephesi’ne gelince, bir türlü kötülerinden kurtulamayan ve her dönemde yenileriyle boğuşan bir dünya tasvirinde, bazen ‘Kendi adaletini kendin sağla’ belki tek başına bir çözüm değil ama nihayetinde, ‘Tehlike anında kırılıp kullanılacak’ türünden bir seçenek olarak göz ardı edilmemeli demiş olabilir emektar yönetmen. Yine de ben genel olarak ‘Tehlikeli Yol’u, bir intikam öyküsünden çok, ‘Vicdanın sesi’ olarak yorumlamaktan yanayım. Loach, daha çok “Yaşadığımız dünyada, bize sunulanları ilk elden kabul etmemek, biraz meselenin ötesini berisini kurcalamak ama her şeyden önce vicdanlı olmak gerek” diyor, gibime geldi. Evet, belki intikam gereklidir ama bu noktada da ‘Körleşmemek’ gerek. Çünkü körleştiğiniz anda sorunu sistemden kopardığınız gibi, filmdeki Nelson karakteri türünden ‘Günah keçileri’ yaratmaya kadar uzanırsınız.
Oyunculuklara gelince, Fergus’ı canlandıran Mark Womack, öyküyü sürükleyen en önemli unsur. Kariyerini daha çok TV filmlerinde ve dizilerde inşa eden 1960 doğumlu Liverpool’lu oyuncu, sert, kavgacı ama sempatik ve hakkını aramasını bilen, vicdanlı Britanyalı karakterlerin son temsilcilerinden biri olarak gönlümüzdeki yerini aldı bile. Filmin bir diğer başarılı performansı da Frankie’nin dul eşi Rachel rolündeki Andrea Lowe’dan geliyor. ‘Tehlikeli Yol’un altının çizilmesi gereken bir başka yanı da, Chris Menges’in varlığı. Loach, ‘Misyon’, ‘Ölüm Tarlaları’, ‘Michael Collins’, ‘Kirli Güzel Şeyler’ ve ‘Okuyucu’ gibi yapımlardaki çalışmalarıyla tanığımız emektar görüntü yönetmenini, bu kez sinemasına eklediği ‘aksiyonel’ havadan dolayı tercih etmiş ve bu seçiminin de karşılığını almış gibi.
Perdedeki ‘Merseyside derbisi’
Bu arada yeri gelmişken, Loach’un filmlerine futbol bir şekilde sızar. İngilizlerin deyimiyle ‘Güzel oyun’, bir önceki çalışması ‘Looking For Eric’de, sızmadan çok konunun bizatihi kendisiydi. ‘Route Irish’te ise asıl hikâye Liverpool’da geçtiğine göre, futbol yine arka planda boy göstermeliydi; nitekim iki sıkı arkadaştan Frankie Liverpool’lu, Fergus da Everton’lı. İkilinin dost çevresine ise Everton’lılar hâkim.
Toparlarsak, 1936 doğumlu Loach’un, hâlâ inancını ve enerjisini kaybetmeden yoluna devam etmesi, biz sinemaseverlerin kazancı olmalı. ‘Route Irish’ özeline gelirsek, ben Harim’in türkü söylediği sahneden çok çok etkilendim. Filme kendinizi kaptırırsanız, muhtemelen bu sahnede mendillerinizi çıkarmanız gerekecek. Ayrıca bu filmde anlatılanlar, başta Tony Blair olmak üzere, Amerika’nın yanında Irak’ın işgaline onay veren her İngiliz politikacının utancı olmalı. Hoş bu utanç, gidenleri (hem Iraklıları, hem de İngilizleri elbette) geri getirmeyecek. Ama hiç değilse Britanya toplumu bu filmin çekilmesi kadar, vizyona çıkma cesaret ve özgürlüğüne sahip olduğunu gösterdi. Türkiye sinemasının da, yakın ve uzak hesaplaşmalara giriştiği ve bu girişimlerin, hem toplum, hem de devlet eliyle yasaklanmadığı günler dileğiyle diyerek son noktayı koyalım…
RADİKAL
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...