Haberin başlığı ve içeriği can sıkıcı gelebilir ancak genel olarak “konuşulmayan konular” kapsamında olan ölüm, özelde tedavi umudu kalmamış hastalar, genelde ise tüm canlılar için kaçınılmaz bir ortak son ve bazılarına göre belki de hayatın en gerçekçi evresi. Ünlü mizah yazarımız Aziz Nesin’in dediği gibi; “Ölüm, yaşamın en önemli olayıdır.”
Hayatta kalma güdüsü, tüm canlılarda ortak olan ve doğuştan gelen en temel gereksinim. Canlıları ortak paydada birleştiren bir diğer nokta ise ölüm. “Good death” yani “iyi ölüm”, son zamanlarda özellikle kronik hastalıklar kapsamında çok konuşulan konular arasında.
Türk Tıbbi Onkoloji Derneğinin 6. Ulusal Kongresinde ‘Kanserde Konuşulmayan Konular’ başlıklı bir panel düzenlendi. Konulardan biri de iyi ölümdü. Kuşkusuz kongreye; kanser tedavisinde ümit veren ve yaşama oranlarını arttıran gelişmeler damgasını vurdu. İnsanı yaşatma, kanser hastalarının yaşam kalitesini yükseltme yönündeki gelişmeler masaya yatırıldı ancak Aziz Nesin’in “Yaşamın en önemli olayı” olarak nitelendirdiği ölüm de konuşuldu.
Ölüm kaygısı, kayıp, yas ve travma alanlarında çalışmalar yapan Niğde Üniversitesi Öğretim Üyesi ve kongrenin panelistlerinden Yrd. Doç. Dr. Figen Arı İnci, “iyi ölüm” kavramı ve nasıl anlaşılması gerektiği ile ilgili çalışmalarını ntv.com.tr’ye anlattı.
Dr. İnci, hastalıklar tedavi edilemez noktaya gelip ölüm kaçınılmaz olduğunda, bu evrensel gerçekle uyumlu şekilde sürecin huzurlu yaşanmasını sağlamanın, sağlık sisteminin önemli bir görevi olduğuna vurgu yaptı, iyi ölümü şöyle tanımladı:
“İyi ölüm (good death), kısaca hasta ve aile isteklerinin dikkate alındığı, klinik, kültürel ve etik standartlara uygun, saygılı ve becerikli bakımın sunulduğu bir durum olarak tarif edilebilir. Ayrıca gereksiz stresin yaşanmadığı, kişinin kendini değerli hissettiği, spiritüel/manevi iyilik halinin sağlandığı, sevilen insanlarla birlikte olup, onlara ‘hoşça kal’ deme fırsatı sunan, bağımsız olunan, ağrı, acı ve travmatik tedavi müdahalelerine maruz kalınmayan bir yaşam sonu süreç olarak açıklayabiliriz.”
“HER ÖLÜM BAŞARISIZLIK ANLAMINA GELMEZ”
Konuyla ilgili yurt dışında yapılan çalışmaların da benzer bulguları içerdiğini söyleyen İnci, “Ancak ölüm sürecinin, mutlaka müdahale edilmesi gereken tıbbi bir durum ve her ölümün de sağlık profesyonelleri tarafından başarısızlık olarak algılanması, doğal olan ölüm gerçeğinin kendi akışında yaşanmasını engellemekte, bu da ölümün daha acılı ve travmatik olarak yaşanmasına yol açabilmektedir” değerlendirmesinde bulundu.
HER İNSAN İYİ VE ONURLU BİR ÖLÜMÜ HAK EDER
Varoluşçu Fransız Yazar ve Filozof Albert Camus, “En büyük sorun; hayata katlanıp katlanılamayacağı sorunudur” demiş. İyi ve onurlu bir yaşam ve böyle bir yaşamın sonunda gelen iyi ve onurlu bir ölüm, hiç kuşkusuz her insanın hakkı. Ancak bütün bunların her zaman yazıldığı ve konuşulduğu kadar kolay olmadığı da bir gerçek. Dr. İnci, bu noktada sağlık ekibine düşen sorumluluğun daha fazla olduğunu söylüyor, özellikle de kanser hastalarının durumuna vurgu yapıyor:
“Elbette her insan iyi ve onurlu bir yaşamı ve ölümü hak eder. Bunun sağlanması aslında tüm insanlığın sorumluluğudur. Ancak biz sağlık profesyonellerine düşen görev bu noktada biraz daha fazla. Çoğu kez yaşam ve ölüm arasında çok kritik müdahalelerde bulunmak, bazen hastanın tekrar sağlıklı bir şekilde yaşamına devam etmesine, bazen de saygın ve huzurlu bir şekilde veda etmesine yardım etmek durumundayız.
“İYİ ÖLÜMDEN KASTIM, ÖTENAZİ DEĞİL”
Diğer tüm hastalıklarda olduğu gibi kanser hastalarının da tedavi seçeneklerinin azaldığı, hastalık tablosunun giderek kötüleştiği, ağrı, solunum sıkıntısı ve diğer semptomlarının giderilemediği durumlarda iyi bir ölüm sürecinin yaşanmasına yardım edilmelidir. İyi ölüm her bireyin hakkıdır ve sağlık sisteminin; tıbben tedavinin mümkün olmadığı durumlarda, agresif tedavi yöntemleriyle hastanın yaşam kalitesini daha da kötüleştirmek yerine, semptomların giderildiği, bireyin bağımsızlık ve otonomisinin desteklendiği bir bakım biçimi geliştirmesi gereklidir. Burada kastettiğim şey ötenazi değildir, iyi ölüm derken doğal bir süreç olarak yaşamın sonundaki ölümün daha saygın, onurlu, ağrısız, acısız ve huzurlu bir şekilde olmasıdır.”
Yrd. Doç. Figen Arı İnci, iyi ölüm üzerine anlattıklarının ötenazi olarak algılanmaması gerektiğini söylüyor. Ancak iyileşme ümidi ve tıbben imkanı olmamasına rağmen zorla yaşatılan ve bunun için de çeşitli tıbbi uygulamalar yapılan bazı hastalarıın gereğinden fazla acı ve eziyet çektiklerini gözlemleyebiliyoruz. Mesela terminal (son) dönemdeki bir kanser hastasının bu noktada yaşamına son verme hakkı gündeme gelmeli mi? Dr. İnci’nin yorumu:
“Ümit, tüm yaşamımız boyunca bizi hayata bağlayan en güçlü bağlardan biridir. Yaşamımızın her evresinde bir şeyleri ümit eder, ona ulaşmak için çabalar, bunu bazen başarır, bazen de başaramayız. Hastalık tanısı aldığımızda doğal olarak ilk ümidimiz hastalığımızın tedavi edilebilir olmasıdır. Gerek ülkemizde, gerekse dünyada kanser tanısı almak belki de diğer tüm hastalık tanılarından daha zordur. Çünkü kanser tanısı almak, tedavi edilemez bir hastalığa sahip olmak gibi olumsuz bir anlama gelmektedir. Oysa günümüzde tanı ve tedavi yöntemlerinin ne kadar geliştiğini, kanserin artık tedavi edilebilen kronik hastalıklar arasında yer aldığını bilsek bile bu olumsuz önyargı işimizi zorlaştırır. Ben ümidin hastalık yaşantısının her evresinde korunması gerektiğine inananlardanım. Ancak tedavinin mümkün olamadığı durumlarda ağrı ve acı çekmeden huzurlu bir şekilde ölmek ümit edilebilir.
İNSAN NEDEN ÖLMEK İSTER?
Burada dikkat edilmesi gereken şey, hastanın neden ölmek istediğinin net şekilde anlaşılmasıdır. Ölümün, yaşamda bir anlam ve amaç bulamamak gibi varoluşsal bir kaygıyla mı veya ağrı ve acının dayanılmaz oluşu, tedavinin işe yaramadığının düşünülmesi, bir başkasına bağımlı olmakla mı ilgili olduğu doğru şekilde belirlenmeli. Ölüm isteğinin altında yatan neden doğru olarak saptanırsa, belki ölüm hakkı daha doğru şekilde tartışılabilir. Ben etkili bir tedavi ve bakım desteği sağlanmadan ötenazinin tartışılmasını erken buluyorum. Klinik gözlemlerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim; hastaların çoğu kontrol altına alınamayan semptomlar nedeniyle ölmek istemektedir. Yaşanan ağrı giderildiğinde, solunum sıkıntısı kontrol altına alındığında, tedavi nedeniyle oluşan yan etkiler en aza indirildiğinde, özetle hastanın yaşam kalitesi yükseltildiğinde ölüm, istenen bir durum olmaktan çıkabilmektedir.”
“ABD’DE PASİF ÖZTENAZİ UYGULAMASI VAR”
Ötenazi ülkemizde yasak. Hollanda, Belçika, Kanada, Lüksemburg gibi Avrupa ülkelerinde yasal. ABD’nin birçok eyaletinde ise tedaviyi kesmek veya onu yaşam destekleyici araçlardan çıkarmak gibi pasif ötenazi uygulamaları mevcut. Tarihsel süreçte “yaşam ve ölüm hakkı” üzerine felsefenin, dinlerin, devletlerin ve siyasilerin ciddi tartışmalar yürüttüğünü söyleyen Dr. İnci sözlerini, “Her zaman bireye ait olduğu söylenen ‘yaşamın’ ya da ‘ölümün’ çoğu kez onun dahil bile olamadığı tartışmalarda nasıl bir hak olduğu belirlenmeye çalışılmıştır. Sağlık alanında çalışan bir profesyonel olarak benim yaklaşımın; her birey için nitelikli yaşamın en temel insan hakkı olduğudur. Bunun sağlanamadığı durumlarda ise saygın bir ölüm de her insanın hakkıdır” şeklinde tamamladı.
Ebru Tontaş
Ebru Tontaş
Kanserle Dans Derneğinin kurucuları arasında bulunan ve Amerika’da yaşayan Ebru Tontaş ise bir hospis. Yani hastalığının son döneminde bulunan, iyileşme ve yaşama şansı olmayan hastalara, daha çok manevi destek şeklinde hizmet veren bir gönüllü. Bazı hastaların ölüm hakkındaki düşüncelerini kendisiyle paylaştığını söylüyor:
“AMACIMIZ YARGILAMADAN, SADECE KALP GÖZÜYLE DİNLEMEK”
“Agresif tedaviyi reddeden Margaret isimli hastamız, ‘Çocuklarıma ölümün korkulacak bir şey olmadığını göstermek istiyorum’ derdi. Kızı, tedaviyi reddetmesini onaylamıyordu, o ise kızının kendisini anlamadığını söylüyordu. Katie isimli bir hastamız da, ‘Öleceğimi biliyorum ama daha hazır değilim. Bir tarafım hala doktorumdan, ‘yeni bir klinik çalışma çıktı, katılabilirsin’ diye gelecek telefonu bekliyor’ demişti.”
Tontaş, ölümün kıyısındaki insanlarla doğru iletişim kurmanın önemini, “Bizim amacımız yargılamadan, sadece kalp gözüyle dinlemek. Hiçbir şey söylemeden, önermeden, sadece onların kendileri olmasına izin vererek, varlığımızı sunarak. Çünkü konuşulan, eteklerden dökülen şeyler, son anlarını yaşayan insanlara biraz olsun rahatlama imkanı veriyor” sözleriyle açıklıyor.
Tontaş'ın gönüllü olarak çalıştığı hospis kliniğinden bir kare.
Tontaş'ın gönüllü olarak çalıştığı hospis kliniğinden bir kare.
"ÖLÜMDEN KORKMUYORUM, SADECE YAKLAŞIRKEN ORADA OLMAK İSTEMİYORUM”
Tontaş’a, Yrd. Doç. Dr. Figen İnci’nin söylediklerini hatırlatıp, ‘iyi ölüm’ kavramını soruyoruz. Yaşam kalitesinin burada anahtar kelime olduğunu belirten Tontaş’ın bu konudaki görüşleri ise şu şekilde: “Pek çok kişi için iyi ölüm; ağrısız, acısız olmak veya bunun kontrol edilebilmesi hali. Steril bir ortamda, makinelere bağlı olmadan, sevdiklerinin yanı başında son nefesini verebilmek bir lütuf ama bu her zaman mümkün değil. Burada Woody Allen’in bir sözü geliyor aklıma; ölümden korkmuyorum, sadece yaklaşırken orada olmak istemiyorum.”
Ntvtürk
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...