“(...)çalışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
ıslıkla söylemişim umutlarımı
susarak söylemişim
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcacık bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara
asacaklar aydemir'i
asacaklar gürcan'ı
belki başkalarını
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
dökülüyor etlerim
sarı yapraklar gibi
asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri? (...)
Halimizi soracak olursan, aynen anlattığın gibiyiz:
“dostum dostum güzel dostum/bu ne beter çizgidir bu/bu ne çıldırtan denge/yaprak döker bir yanımız/bir yanımız bahar bahçe.”
Sevgili Hasan Hüseyin,
Sen mizah öyküleri de yazardın. Günümüz, mizah öyküleri için çok verimli olaylarla geçiyor. Ancak mizah öyküsü yazmak artık nerdeyse olanaksız. Çünkü neyin kurmaca neyin gerçek olduğu anlaşılmaz durumda. Yaşananlar abartı sanatını geçti. Oysa bu tür gerçek üstü anlatımlar şiirde güzeldir, yaşamda değil.
Galiba benim asıl özlediğim şiirlerindeki azarlayan eda:
“Ben bu kapıları bir bir açarım açmasına ama kırarım/Şehzadelerle gitti ölü devin altın anahtarları/Masallara dönük yüzlerinizde o hiç eksilmeyen kaygu/O donuk maviliği masal cennetlerinin/Bırakın işte gözleriniz alın işte yumruklarınız/ama siz aptalsınız aptalsınız ”
Sevgili Korkmazgil,
“başımı döndürüp bakamıyorum/nasıl kaldı gerilerde onca yıl”. 26 Şubattı ayrıldığında. 1984’ün şubatıydı. Ama bir yıldır sonu gelmez bir uykudaydın. Niyetim ağıt yakmak değil, zaten hiç yakışmaz sana ağıt. Sen ağız dolusu kahkahaları yutkunarak konuşurdun sanki. Acıyı bal, ekmeği bol eyleyip dayananlardandın. Adın anılsa, Ankara’da gazetelerin bir zamanlar olduğu sokaklar gece tomurcuk ve bahar kokar. Bir de İstanbul’da Boğaz’da eskiden Kavel Kablo Fabrikasının olduğu alan, oralar...( İşçilerin kapıları kaynak yapıp günlerce direndikleri fabrikanın önü) tomurcuk kokar adın anılınca. TBMM’de oyalanıp duran toplu sözleşme yasasının Kavel greviyle apar topar çıkışını ansak Ankara çiçek kokar mı dersin?
Sevgili Hasan Hüseyin,
Sen yalnız emeğin değil sevdanın da şairiydin. (Malum sevda emek ister) “Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin/Çünkü aşk şiirden önce gelir sende/Oysa şiir önünde gitmelidir her şeyin//Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin/Çünkü aşk/ Kavganın içindedir/Çünkü sen /İçindesin kavganın” desen de kavga şiirleri gibi öfkeli aşk şiirleri yazdın ve aşk şiirleri gibi ateşli kavga şiirleri. Sevmek sıradan bir fiil değildir. Durmadan tüketilen bir kavramdır. İçi boşaltılan bir kavram. Bu yüzden gerçek anlamıyla sevmeyi anan olursa dayanamayanlar vardır hep: “ne zaman sevmek desem bir tedirgin bulvar iti gecede” . Sevilen de dayanamaz kimi zaman böylesine sevilmeye. Alır başını gider :“o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti”.
Nasıl ki şiirlerinde diyalektiği dalga geçerek de anlatsan faydasız. Uyarıların ne yazıldığında dinlendi, ne de şimdi. Kıyameti isteyip istemediğini dinlemiyorlar. Sen ıslık çalarak ellerin cebinde “benden bilmeyin” diyorsun. Neymiş, “gençler kuytularda öpüşüyorlar”mış da “marulun vakti geçti /şimdi karpuzlar kızaracak”mış. İlahi Hasan Hüseyin kim inanır ayvaları sarartanın sen olmadığına. Şimdilerde bu kadar konuşmadan da kimileri yargı veriyor şairin, yazarın, ressamın, oyuncunun, müzikçinin suçlu olduğuna. Zaten sanat terörün arka bahçesiymiş, “özgürlük yok diyorsanız, hapse girin” deyiveriyorlar.
Çok özlüyorum seni Hasan Hüseyin Korkmazgil, çok…
SENNUR SEZER/ EVRENSEL
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...