Meme kanserine yakalanan kadınların tedavisinde memenin korunmasının mümkün olduğunu vurgulayan Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Alp Demirağ, “Hastada 2 cm’den büyük bir tümör varsa, hastaya ameliyat öncesinde kemoterapi uygulayarak tümörü küçültüyoruz. Böylece sadece tümörün olduğu bölge ve çevresindeki sağlam dokuyla birlikte tümörü çıkararak memeyi koruyoruz” diyor.
Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Alp Demirağ, meme kanseri tedavisinin 100 yıldan daha fazla bir geçmişi olduğuna dikkat çekerek ilk uygulanan yöntem olan “radikal mastektomi” yi şöyle anlatıyor:
“Bu, agresif bir ameliyattı. Memenin kendisinin yanı sıra memenin altında yer alan iki önemli adale de uzaklaştırılarak sadece göğüs duvarı bırakılıyordu. Oradaki cilt dokusu ve koltuk altındaki lenf bezleri alınıyordu. Büyük bir cilt defekti (kusur) meydana geliyordu. Bunun kapatılması için deri grafti dediğimiz, vücudun değişik bölgelerinden cilt parçaları kesilip alınıyor ve göğüs duvarı üzerine yayılıyordu.”
20 yıl öncesine kadar kullanılan bu yöntemden sonra, tıp dünyasında bu kadar geniş ve agresif bir cerrahiye gerek olmadığının bilimsel olarak kanıtlanmasının ardından, daha küçük cerrahi yöntemlerin uygulanmaya başlandığını anlatan Prof. Dr. Demirağ, “modifiye radikal mastektomi” denilen yöntemi de şöyle açıklıyor:
“Bu ameliyat da yine büyük bir ameliyattı. Tümörün boyutu ne olursa olsun memenin tamamı çıkartılıyor ve koltuk altındaki lenf bezleri de çıkartılıyordu.”
Memeyi kaybetmek psikolojik travmaya yol açıyor
Her iki ameliyat yönteminde de kolun ödem yaparak şişmesi şeklinde bir yan etki görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Demirağ, “Bir de tabii görüntüde meme olmayıp da sadece göğüs duvarının kalması hastalarda psikolojik travmaya da yol açabiliyor. Belki çoğu, özellikle Türkiye’de, benim için problem yok diyor, ama bunun birtakım olumsuz psikolojik etkileri olduğu biliniyor. Türkiye’de kadınlar göğüsteki kaybı, Amerika’daki ya da Avrupa’daki kadınlara kıyasla ne kadar algılıyor bilinmiyor, ama birtakım baskılardan dolayı fazla dışa vurulmadığı da bir gerçek” diyor.
Meme kanserine yakalanan kadınlar üzerindeki bu psikolojik etkilerin en aza indirilmesi için yapılan çalışmalarda, memenin korunmasının mümkün olduğu sonucuna varıldığını vurgulayan Prof. Dr. Demirağ, bunun için yapılan uygulamayı şöyle açıklıyor:
“Özellikle son zamanlarda geliştirilen iki önemli yöntem var: Birincisinde teknolojiden yararlanıyoruz, diğerinde de kemoterapi denilen, kanser ilaçlarının kullanma zamanını belirleyerek memenin korunmasını mümkün hale getiriyoruz. Her iki yöntemde de özellikle 2 cm’nin altındaki küçük meme tümörlerinde memenin tamamen çıkartılmasına gerek kalmıyor. Memenin korunması için kemoterapi yöntemine çok önem veriyoruz. Hastada 2 cm’ den büyük bir tümör varsa, hastaya ameliyat öncesinde kemoterapi uygulayarak tümörü küçültüyoruz. Böylece sadece tümörün olduğu bölge ve çevresindeki sağlam dokuyla birlikte tümörü çıkararak memeyi koruyoruz. Daha önce uygulanan yöntem, önce kanserin alınması, sonra kemoterapi ve radyoterapi uygulanması iken, yeni yöntemde önce kemoterapi ile tümör küçültülüyor, sonra alınıyor. Kişinin memesi küçük ve içindeki tümör 2 cm ve daha büyük boyuttaysa, meme koruyucu ameliyatı yaptığımız zaman o memenin şekli bozuluyor. Büyük bir memede meme koruyucu ameliyatı yaparken problem olmaz, çünkü zaten dokusu vardır. Bu durumda küçük memede tümörün boyu önem arz ediyor ve kemoterapi ile küçültülmesi gerekiyor. Vakaların yüzde 20-30’una varan bir kısmında kemoterapi uygulaması ile tümörün tamamen kaybolduğu gözleniyor. Yüzde 40-50’sinde de tümörün büyüklüğü yarıya iniyor. Tümörü küçültmek veya yok etmek, teknik olarak bizi memeyi koruyabilir hale getiriyor. Bunun yanında ameliyat öncesi verilen kemoterapiler, tümörün kemoterapiye olan duyarlılığı hakkında bize bilgi veriyor. Ayrıca koltuk altının alınması günümüzde neredeyse tamamen terk edilmiş bir yöntem. Eskiden tümörün yayılma ihtimali olduğu gerekçesiyle alınıyordu.
Bütün bunların yanında meme koruyucu ameliyatların memenin tamamının çıkartılmasına yönelik eski ameliyat yöntemleri ile karşılaştırıldığında hasta sağ kalım oranları yönünden bir fark olmadığı gösterilmiştir.”
Lenf bezlerinin alınması her zaman gerekmeyebilir
Prof. Dr. Demirağ, yurtdışında uzun zamandır kullanılan, ülkemizde de son yıllarda uygulanmaya başlanan ve Yeditepe Üniversitesi Hastanesi açıldığından beri başarıyla uygulanan yöntem, “sentinel lenf nodu biyopsisi” hakkında da şu bilgileri veriyor:
“Bu yöntemde radyoaktif maddeyi meme başı veya tümör etrafına ameliyatın başında enjekte ediyoruz ve memenin lenf dolaşımının nereye gittiğine bakıyoruz. Radyoaktif madde tümörün etrafına verildiğinde, onun ilk tuttuğu lenf bezine ‘sentinel lenf nodu’ diyoruz. Bu lenf nodunun önemi şudur ki, bize tümörün ilk yayılacağı yer burasıdır bilgisi verir. Bu lenf bezlerini ameliyatla çıkararak patolojiye göndeririz. Lenf bezi içinde tümör hücresi olmadığı sonucu çıkarsa, koltuk altındaki lenf bezlerini çıkarmaya gerek kalmaz. Eğer içinde kanser hücresi varsa, koltuk altındaki lenf bezlerini temizliyoruz.”
Erken teşhis
“Meme kanserinin erken teşhis edilmesi çok önemli. Dünya Sağlık Örgütü, 40 yaşın üzerindeki bütün kadınların yılda bir kez mamografi ve meme ultrasonu yaptırmaları gerektiğini söylüyor. Ancak ailesinde meme kanseri öyküsü olanlarda kontrollerin daha erken yaşlarda başlanması gerektiği belirtiliyor.”
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...