Optimar Araştırma Şirketi sahibi Hilmi Daşdemir, Star'da kaleme aldığı 'Yeni dönemin siyasal kodları' başlıklı yazısında çarpıcı ifadeler kullandı.
İşte o yazının tamamı:
Türkiye’de yeni dönem siyasetinin belirleyici başlıkları şöyle olacak: Ekonomi ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifası sonrası yerine atanan Lütfü Elvan’dan beklentiler, ekonomi ve hukuk konusunda Başkan Erdoğan’ın açıklamalarının oluşturduğu beklentiler, bölgesel kazanımlar ve geleceğe muhtemel etkileri. Öte taraftan da muhalefet partilerindeki gelişmeler; İyi Parti’deki anayasa çalışması, Ümit Özdağ ve diğer İYİ Parti yönetimine muhalif olanların iddialarının etkisi, CHP’de Kılıçdaroğlu’nun ‘Saraya giden CHP’li’ söyleminden sonra partisi içindeki muhaliflere ilişkin ‘Saray’dan para aldılar” iddiası ve son olarak HDP’de Ayhan Bilgen ve Altan Tan’ın HDP’ye ilişkin eleştirileri. Bu konuları araştırmalar ve açıklamalar çerçevesinde değerlendireceğim.
TÜRKİYE'NİN POTANSİYELİ
ABD seçimleri, seçim sistemi, seçime müdahale olup olmaması konusu da sonraki süreçlerde tartışılacaktır. Ancak, her ne kadar ABD dünyanın “süper gücü” olsa da Türkiye güçlü olduğu sürece etkisi sınırlı olur. Burada önemli olan Türkiye’nin kendi potansiyelini ortaya çıkarması ve gerektiğinde sahada ve masada hakkını koruyacak bir irade ortaya koymasıdır. Son dönemde de Başkan Erdoğan’ın vizyonu ile bu iradenin etkisi görülüyor. Bu etki öncelikli olarak yerli ve milli bir savunma sanayii ortaya konulması ile kendisini gösterdi. Bunu dünyanın en prestijli savunma sanayii listesi olarak kabul edilen "Defense News Top 100’’ listesinde Türkiye’nin yedi şirket ile temsil edilmesinde de görüyoruz. Geçtiğimiz yıl Türkiye’den beş şirket varken -öncesinde Türkiye’den hiç şirket yoktu- şu an yedi şirket var. Nitekim Zeytindalı, Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı harekatlarının başarısının ardında iHA ve SİHA’lar başta olmak üzere kendi ürünlerimiz vardı. hatta Azerbaycan’ın Ermenistan’ın işgal ettiği toprakları kurtarmasının ardında da İHA ve SİHA’lar var. Bu bile aslında "Bir şey değişir her şey değişir.’’ lafına güzel bir örnektir. Türkiye savunma sanayii konusunda dışa bağımlı olmaya devam etse idi ne yukarıda saydığımız harekâtları yapabilir ne de Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarabilirdi. Kısa muhalefet turu
Şimdi bu konuya biraz nokta koyup kısa bir muhalefet turu yapalım. Türkiye Gezi olayları sonrasında 17-25 Sivil Darbe Girişimi’ne hedef olmuş ardından da 15 Temmuz Darbe ve İşgal Girişimi le karşı karşıya kalmıştı. Bu olayların hedefi elbette Erdoğan idi. İlk başta AK Parti bile değildi. Erdoğan gitsin AK Parti’ye kendileri ile işbirliği yapacak başka bir isim gelsin istiyorlardı. 17-25 sonrası birçok parti kurdurdular. FETÖ’cüler 7 Haziran seçimlerine bağımsız aday olarak girdiler. Sonrasında gördüler ki Türk Milleti nezdinde hiçbir itibarları yok. Bir kişiyi bile TBMM’ne taşıyamadılar. Sonraki süreçte de önceden altyapısını oluşturdukları siyasal partilerle bunu yapma çabasına girdiler. Başka parti ve siyasetçiler marifetiyle bir süreç başlattılar. Hâlâ da buralarda etkinliklerini sürdürüyorlar. Temel motivasyonu Erdoğan karşıtlığı olan bir grup 16 Nisan 2017 Halkoylaması ile ‘Hayır Bloku’ üzerinden kendilerini siyaseten konumlandırdı. CHP, İYİ Parti, HDP ve SP’nin işbirlikleri kalıcı oldu. O dönemde halen AK Parti milletvekili olan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu da ‘hayır’ yönünde çalışmışlardı. Yani, Babacan ve Davutoğlu’na yakın taban da o dönemde ‘hayır’ yönünde oy kullandı. 24 Haziran seçimlerinde Türk Milleti bir tercihte bulundu. AK Parti ile birlikte MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı yüzde 53,6 oy oranına ulaştı. (Ayrıca, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici ve birkaç isim AK Parti listelerinden seçime girdi.) 31 Mart seçimlerinde AK Parti’ye gerek aday tercihleri gerekse de ekonomik sıkıntılar sebebiyle seçmen Ankara ve İstanbul gibi illerde AK Parti’ye oy vermedi. Bu durum aslında bir mesaj da ihtiva ediyordu. Bazıları bu durumu muhalefet lehine kullanmak ve ekonomik olarak kırılganlığı artırmak için ‘erken seçim’ çağrıları yaptı. Ancak daha önceki bir yazımda da anlattığım gibi değişen bir şey olmayacaktı.
MUHALEFET İÇİ MUHALEFET
Muhalefetin kendi içerisinde de bir muhalif hareket doğuyor. CHP içerisinde bunu ilk olarak daha önce genel başkan adayı ve 24 Haziran seçimlerinde de Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce başlattı. CHP Genel Başkanına rağmen aday olan İnce’nin hedef olduğu birçok süreç yaşadık. Önce "Saray’a çıkan CHP’li’’ olarak gösterilmek istendi. Sonra da "Saray’dan para alan CHP’li olarak.’’ İnce’nin rest çekmesi ile iki olayda da CHP Genel Merkez yönetimi geri adım atmak zorunda kaldı. İnce’nin temel hedefi cumhurbaşkanlığı adaylığı olan ‘Memleket Hareketi’ kendi yolunda ilerliyor.
Şişli Eski Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül daha önce başlatıp daha sonra ara verdiği ‘Türkiye Değişim Hareketi’’ni partileştirme çalışmalarına başladı. Sarıgül, başarılı bir belediye başkanlığı dönemi geçirmiş; cenaze ve yaşlılara yönelik hizmetler gibi birçok hizmeti ile de başka belediyelere model olmuş bir belediye başkanı idi. Daha önce de belli oranda örgütlenmesi olduğu için partileşme süreci de hızlı gelişecek gibi duruyor.
İYİ Parti içerisinde birçok isim; FETÖ iltisakı, HDP işbirliği yapan ve federasyonu da savunan CHP, HDP, SP ile yapılan anayasa çalışması gibi sebeplerden dolayı partisinden istifa etti. MHP’deki parti içi muhalefeti genel başkan adayı olarak Meral Akşener, Koray Aydın, Sinan Ogan ve Ümit Özdağ başlatmıştı. İyi Parti’nin de kurucularından olan ve genel başkan yardımcılığı yapan Ümit Özdağ’ın iddiaları oldukça ses getirdi. Ümit Özdağ, CIA ve FETÖ için casusluk yapan Enver Altaylı’nın yeğeni İyi Parti İstanbul İl Başkanı’nın FETÖ’cü olduğuna ilişkin iddialarda bulunmuştu. Özdağ daha sonra ortak anayasa ile ilgili açıklamalarda bulundu. Ortak anayasa çalışması ile ilgili olarak iddialar İYİ Parti içerisinde ve tabanında ayrışma olacağını gösteriyor. Bu ayrışmada Ümit Özdağ ya da bir başkası parti kurar mı onu zaman gösterecek.
Muhalefetten diğer bir hareketlenme de HDP tabanında var. Altan Tan’ın “PKK ile HDP veya Kürt siyasi partileri arasında ilişki kamuoyunun malumu. Vardır veya yoktur, bunu en iyi bilen devlettir. HDP o taban üzerinde siyaset yapıyor. HDP’nin PKK’ya sempati ile bakan bir taban üzerinde siyaset yaptığı devletin de, kamuoyunun da bildiği bir ilişkidir. Bunu herkes söylüyor. Bunu devekuşu gibi kafayı kuma gömerek gizlemeye çalışmak beyhude. Şimdi siyaset yürümüyor. 102 belediye başkanlığından kayyım atanmayan birkaç tane belediye kaldı” açıklaması ve Ayhan Bilgen’in ”Bugün itibarıyla hiçbir parti HDP ile açık ittifak yapmayı göze alamamaktadır. HDP, çözüm sürecindeki genişlemeyi kalıcı sanmış ve kişisel başarı olarak yorumlamayı tercih etmiştir. Hem müdahaleden şikâyet edip hem Kandil ve İmralı için pozisyon belirlemeye kalkmak, kendi pozisyonunun gereğini yapamamakla ilgili bir handikaptır. Sadece son iki kongre süreci ve aday belirleme süreçlerine kimin, neden, hangi dayatmalarla müdahale ettiğine bakılırsa sorunun tam da benim ‘tersine Türkiyelileşme’ diye tarif ettiğim kişisel hesaplarla bir siyasi mücadeleyi kontrol altında tutma eğiliminden kaynaklandığı görülecektir” sözleri buna iyi iki örnek. Korku bariyeri kırıldı
Ben muhalefet partileri içerisinden en cesur çıkışı HDP’ye karşı yapılan çıkış olarak görüyorum. Zira daha önce bu yönde adım atanlar canlarından olmuşlardı. Süleyman Soylu’nun bakanlığı döneminde İçişleri Bakanlığı’nın gerçek anlamda mücadelesi ile bu tehditler ortadan kaldırıldı. Önce Diyarbakır HDP Binası önünde evlat nöbeti tutan analar bir hareket başlattılar. Anaların eylemi sayesinde korku bariyeri kırıldı. Aynı zamanda da PKK’nın silahları gölgesinde siyaset yapan HDP’nin Kürtler arasındaki ‘dokunulmazlık’ kalkanı kalkmış oldu. Yürütücülüğünü yaptığım Optimar Araştırma’nın Türkiye’nin Nabzı Araştırmasında bir süredir HDP seçmeni arasında yeni parti arayışı yüzde 25 civarında seyrediyor. Bu da geçmişte en büyük seçmen sadakatine sahip HDP’nin tabanında da bir arayış başladığının işaretiydi. Bu süreç, ileride bağımsız ya da partileşerek sivil bir Kürt Siyasal Hareketi başlayacağının habercisi gibi. Bekleyip bunu da göreceğiz.
Muhalefet partileri içerisinde hareketlenme devam edecek. Belki de birkaç yeni parti hayatımıza girecek. Muhtemelen ‘hayır bloku’ içerisinde ya da diğer adıyla Millet İttifakı içerisinde ayrılıklar olacak. Bu ayrılıkların bazıları üçüncü yol arayışında olacak, bazıları da başka arayış içerisinde. Umut nerede?
Ancak Optimar Ekim Ayı Türkiye’nin Nabzı Araştırmasında çarpıcı bir sonuç daha var. Türkiye’nin en önemli sorunu olarak yüzde 44,4 ile ekonomi, yüzde 17,2 ile koronavirüs salgını, yüzde 10,1 ile işsizlik, yüzde 7,6 ile terör, yüzde 6,5 ile eğitim, yüzde 3,7 ile dış tehditler ve yüzde 3,3 ile güvenlik geliyor. “Peki bu sorunu sizce hangi parti çözer?” diye sorunca ise; yüzde 33,3 ile AK Parti, yüzde 16,6 ile CHP, yüzde 8 ile HDP, yüzde 5,3 ile İYİ Parti, yüzde 4,7 ile MHP ve yüzde 1 ile de Deva Partisi cevabı veriliyor. Bu sonuçlar da bize hala Türk Milleti’nin umudunun AK Parti olduğunu gösteriyor. Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmaya çalışılan PKK/PYD terör devletçiğine karşı sahada kazanılan başarılar, Doğu Akdeniz’de Libya ile birlikle alınan mesafeler, Kıbrıs seçimlerinde binlerce ajan ve diplomata, emperyalistlerin harcadığı milyonlarca ABD doları ve avroya karşı Türkiye’nin aldığı sonuç, Azerbaycan’ın Ermenistan işgali altındaki topraklarını kurtarmak için Azerbaycan’ın kazandığı zafer, Karadeniz’de bulunan doğalgaz rezervi. Bunlara bir de geçtiğimiz günlerde Başkan Erdoğan’ın ekonomi adalet reformu ile ilgili vermiş olduğu mesajlar, yeni Ekonomi ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan’ın şeffaflık, kalkınma ve ekonomi ile ilgili mesajları eklendi. Bunların hepsi Türkiye’nin yeni ekseni çerçevesindeki müspet gelişmeler. Önümüzdeki dönem Türkiye bir taraftan bölgesel güç olma yolunda yürürken siyaset de tüm bu gelişmeler ekseninde kendi rotasına girecek. Başkan Erdoğan’ın “Demokrasinin işlerliğini artırarak hukukun üstünlüğünü güçlendirerek, ekonomi alanında da yeni fırsatların güvencesini teşkil edecek adımları atmakta kararlıyız” sözleri demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne vurgu yaparken ekonomiyi de merkeze alıyor.
“Kamu gücünü özgürlükleri daraltan değil, özgürlükleri koruyan ve yaşatan temel zemin olarak görmeye devam edeceğiz” bu sözleriyle de AK Parti’nin kuruluşundaki özgürlükleri artırıcı reformcu kimliğine döndüğünü görüyoruz. TOBB’da işadamlarına “Yerli ve uluslararası yatırımcılar için en uygun şartları karşılamaya devam edeceğiz” şeklindeki sözleri ise Türkiye’nin tekrar cazibe merkezi olacağı günlere döneceğinin habercisidir.
Aslında, Naci Ağbal’ın güçlü bir Merkez Bankası Başkanı olarak faiz artışında piyasanın taleplerine cevap veriyor olması yeni bir dönemin başladığının göstergesidir. En büyük sorunumuz Türkiye’nin en önemli sorunu ekonomi olarak görülüyor. Kamuoyunda da ekonomiyi de en iyi çözecek olanın Erdoğan olduğu görülüyor. Erdoğan’ın son açıklamaları, yeni ve güçlü Merkez Bankası Başkanı’nın varlığı, kalkınma ve şeffaflık temelli yaklaşımı ile yeni Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan. Tüm bu gelişmelerle Türkiye 2023 için son dönemece giriyor. Erdoğan, bir süredir sürekli ifade ettiği; hukukun üstünlüğü eğitim, şehirleşme, yerli ve milli bir üretim konularında önemli adımlar atıyor. Muhalefette hareketlenme sürerken Başkan Erdoğan Türkiye’yi kendi eksenine oturtan, merkeze alan bir sürecin somut adımlarını atıyor. Beklenti de bu yönde idi. İlerdeki etkilerini daha somut olarak da görebileceğiz. İktidarı ve muhalefeti ile Büyük Türkiye’ye inanan ve bunu nasıl yapacağını konusunda bir yarış içerisinde giren bir siyaset anlayışına ihtiyacımız var. Batılılara ‘’Size en iyi hizmeti ben veririm.’’ mesajlarına değil. Gerçek anlamda tam bağımsız Türkiye çok uzak değil. Yeter ki inanalım ve bu çerçevede çalışalım.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...