E-posta :
  Şifre :
    ► Üye olmak istiyorum
    ► Şifremi Unuttum

TELEVİZYONDA DİNÎ HABER VE YORUMLAR 

İnsan ve Kültür Vakfı Genel Başkanı Dr. Cengiz Özdiker televizyonlarda dini haber ve yorumları analiz etti. İşte Özdiker’in o yazısı…

6.03.2007 - 20:58
TELEVİZYONDA DİNÎ HABER VE YORUMLAR

 

Din”, sözlük anlamı itibarıyla; “inanılıp çok bağlanılan düşünce, inanç, ülkü veya insanların anlayamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını, gizemsel nitelikteki güçlerle açıklamaya yönelmeleri olgusu ve bu nitelikteki tasarımların kurallar, kurumlar, törenler ve simgeler biçiminde örgütlenmesini sağlayan düzen”[i] olarak tanımlanmaktadır.

 

              Milletlerin kültürlerinde en önemli unsurlardan birisi olan dinin temel amacı, insanlığın birleştirilmesi, ayırılmaması, bölünmemesi olduğundan; basın/medyanın dinî konulara özenli yaklaşımındaki amaç ise, dinî haber ve yorumlarla din bilgisi ve eğitimine yönelik programlarla hoşgörü ortamına katkı sağlamak olmalıdır. Özellikle her yıl mukaddes Ramazan ayıyla birlikte dinî haber, yorum ve programlarda önemli miktarda artış olması doğal ve olumlu bir yayıncılık gerçeği olup, bu yöndeki yayınlar dinî inancı güçlü, din kurallarına bağlı vatandaşlar için yüksek değerler ifade etmektedirler.

 

           Dinî haber, yorum, programların tüm zamanlarda yapılmaması, yazılı basından geçme bir alışkanlıkla sanki bu yöndeki yayınların promosyon gibi verilmesi ayrıca, reklamlarda da yazılı basının ve bazı kuruluşların promosyon duyurularının yoğunlukla verilmesi de eleştiri konusu olabilmektedir.

 

           Ramazan ayı boyunca İnterstar televizyonunda, Pazartesi günleri gece yayın kuşağında yayınlanan, “Söz Hakkı” programında bu konuları işleyen, görüşüne başvurduğumuz Gazeteci-Programcı Orhan Uğuroğlu, dinî konulardaki yayınların izleyici kitlenin dikkatini çektiğini ve çok faydalı olduğunu belirterek; Bir televizyon programcısının görevi sadece idari-hukuki-sosyal gelişmeleri halka anlatmak değildir. Dinî konularda da halkı doğru seçilmiş kişilerle ve doğru olarak bilgilendirmek gerekir. Yayıncı, din istismarcılarının gerçek yüzünü ortaya çıkarmalıdır” dedi. Uğuroğlu, “kimliği ve şöhreti ne olursa olsun, çeşitli televizyon programlarına saatlerce konuk edilen, kara çarşaflara bürünmüş kişilerin halkın karşısına bu vaziyette çıkarılmasına şiddetle karşı olduğunu” da bildirdi.

 

           Türkiye’de özel yayıncılığın gelişimiyle birlikte, başarılı ve güzel program örneklerine paralel olarak, bazı radyo ve televizyon kanalları tarafından yayınlanan haber-yorum ve programlarda, dinî duyguların istismarına yolaçabilecek, dinî değerlere ve inanca saygılı olmayan unsurlarla dinle ilişiği olmayan (dindışı) unsurların yayınlarda yer aldığı görülmekte ve çağımızdaki tüm aydınlanma ortamına rağmen toplumun kutuplara bölünmesine yönelik yayınlara rastlanması rahatsızlık vermektedir.

 

           Bu aşamada gazetelerin dinî haber ve yorumları konusunu da hatırlatmak, bu yayınlar yanında dinî konulara yönelik promosyon uygulamalarının geçen yıllarda ulaştığı düzeyi kısaca özetlemek yararlı olacaktır. Türk basınında promosyon, yazılı medya kurumlarının daha fazla okuyucu, görsel medyanında daha fazla izleyici toplamak için kullandıkları yöntemlerden biri haline gelmiştir. Kitap ve dergilerden mutfak eşyası, araba, elektronik ev eşyası ve apartman dairesine kadar sayısız çeşitte hediyenin dağıtıldığı gazetelerde, Ramazan ayına denk gelen günlerde ise promosyonlar "Yüce Kitabımız Hz. Kur'an", "dini kitapçıklar" ve Ramazan sofralarını konu alan "yemek kitapçıkları" ile sürdürülüyor. Ayrıca, her gün ilave olarak "Ramazan Gazetesi" verilen Ramazan ayında, "Vaaz kasetleri, Arabistan hurması, 99 derde deva “Lâ Havle” dualı altın kaplı kolye, vs.” dahi verilmiştir. Türk Basınında promosyon savaşı o hale gelmiştir ki, bir sağlık dergisi tek kupona “tüp bebek” vaat ederken, bir yerel gazete 99 kupona “mezar yeri” bir diğeri de “kefen” vermiş, önceleri verilen hediyeleri saymak mümkün iken, verilemeyenleri saymak daha kolay hale gelmiştir.[ii]

 

           Medyadaki promosyon politikasına ilişkin izleyici tutumunu araştıran Anar Araştırma A.?.’nin Medya Araştırmasına göre;[iii] izleyicinin sadece yüzde 21.4’ü medyanın hediye dağıtmasına olumlu bakmakta iken, promosyon ürünlerinin etkisiyle Türk Basın tarihinin en büyük tirajlarına ulaşıldığı 1995 yılında yapılan bir araştırmada, gazeteyi promosyon ürünü için alanların oranı gazetelere göre; Akşam % 70.7, Bugün % 50.8, Sabah % 34.5, Milliyet % 32.4, Günaydın % 27.6, Hürriyet % 26.4, Zaman % 26.1, Takvim % 24.9, Türkiye % 23.2, Yeni Yüzyıl % 19.7, Posta % 16.3 olarak belirlenmiştir;[iv]

 

           Vatandaşların dini ve milli duygularını sömürmek ve onların sırtından ceplerini doldurmak isteyenlerin, kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ruhuna ters düştükleri, “Toplumu din konusunda aydınlatma” görevini üstlenenlerce ileri sürülmektedir. Dinî duyguları para ve menfaat karşılığı satanlara ve kendilerini peygamber yerine koyarak din tüccarlığı yapanlara karşı İslamiyetin gönderildiğini hatırlatan Diyanet İşleri Başkanlığı, “Ramazan ayının başlangıcından itibaren bazı kanalların yine rant uğruna kamuoyunun zihnini bulandıran programlar yaptıklarını” belirlemiş ve açıklamıştır.[v] Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, “Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı ve 24 saat dini yayın yapan bir ulusal televizyon kanalına ihtiyaç olduğunu” söylemiştir.[vi]

 

              “Ben peygamberim”, “Ben Mesihim, Mehdiyim, Mürşidim” diyebilen ve halkın dini duygularını sömürmeye yeltenen “din tüccarları”na karşı ciddi önlemler alınması yanında bu amacı taşıyanlara karşı toplumun tüm kesimleriyle mücadele edilmesi, özellikle de bu şahsiyetlerin televizyon yayınlarında yer almamaları gerekmektedir.

 

           Nitekim Büyük Önder Atatürk, dine önem verilmesi gerektiğini belirtmiş, anayasamızda da hayat bulan, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak, bu konudaki ölçüyü belirleyen laiklik ilkesi sayesinde de gerçek manada din hürriyetine saygıyı getirmiştir. Atatürk, 1 Kasım 1922 tarihinde, saltanat-ı milliyenin tahakkukuna ilişkin olarak Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada:[vii]

 

              “Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür... Allah kullarının gerekli olgunluğa ulaşmalarına kadar içlerinden seçtiği aracılarla dahi kullarıyla ilgilenmeyi tanrılık gereklerinden saymıştır. Onlara Hazret-i Adem Aleyhisselamdan itibaren bilinen bilinmeyen ve sayısız denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve resuller gönderilmiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasıyla en son din ve uygarlık gerçeklerini verdikten sonra artık insanoğlu ile aracılarla temasta bulunmaya lüzum görmemiştir. İnsanlığın anlayış derecesi, aydınlanma ve olgunlaşması, her kulun Tanrı’nın kendisine verdiği ilhamla doğrudan doğruya ilişki kurmak yeteneğine ulaştığını kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki, Cenab-ı Peygamber, hatem-ül-enbiya (sonuncu peygamber) olmuştur ve kitabı, Kitab-ı ekmeldir (en üstün kitaptır). Son Peygamber olan Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem, 1394 sene evvel Rumi Nisan içinde ve Arabi Rebiyülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi sabaha doğru tanyeri ağarırken doğdu. Yüzü nurani, sözü ruhani, olgunluk ve görüşte benzersiz, sözünde sadık ve yumuşak ve cömertlik yönünden başkaların-dan üstün olan Muhammed Mustafa, evvela bu özel ve üstün nitelikleriyle kabilesi içinde Muhammed-ül Emin (güvenilir Muhammed) oldu. Fahr-ı Alem Efendimiz, sayısız tehlikeler içinde, sonsuz sıkıntılar ve güçlükler karşısında yirmi sene çalıştı ve İslam Dininin kuruluşu yolunda peygamberlik görevini yerine getirmeyi başardıktan sonra Yüce Tanrı’ya kavuştu.” demiştir.

 

           Dinin önemine değinen Ulusal Önderimiz Atatürk 1930 yılında yapmış olduğu bir konuşmasında da şöyle demiştir:[viii] “Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Mutaassıp İslamcıların din simsarcılığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz.”

 

              Boş hurafe ve yorumların dine ne büyük zarar verdiğine de değinen Atatürk: “Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi, fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak bir çok yabancı unsur -tefsirler (yorumlar), hurafeler (boş inançlar)- binayı daha fazla hırpalamış. Bu gün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır...”[ix]

 

           Atatürk, yine bu konuda, 16 Mart 1923 tarihinde Adana Türk Ocağında, esnaf ve sanatkarlara hitaben yapmış olduğu bir konuşmasında ;[x]

 

              “Muhterem sanatkarlar, aziz arkadaşlar, bizi yanlış yola sevkeden habisler, bilirsiniz ki, alelekser din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleri ile aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve mel’anetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar. Halbuki, elhamdülillah, hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim, dinin icabatını öğrenmek için şundan bundan derse, akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kafidirler. Buna rağmen hafta tatili dine mugayirdir gibi, hayırlı ve akla, dine muvafık meseleler hakkında, sizi iğfal ve idlale çalışan habislere iltifat etmeyin. Milletimizin içinde, hakiki ciddi ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulemasıyla müftehirdir. Onlar milletin emniyetine ve ümmetin itimadına mazhardırlar. Bu gibi ulemaya gidin, ‘bu efendi bize öyle diyor, ne diyorsunuz’ deyiniz. Fakat suret-i umumiye de buna da ihtiyaç yoktur. Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir miyar vardır. Bu miyarla hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey akla, halkın menfaatine uygundur, biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslamın menfaatine muvafıksa kimseye sormayın, o şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın tetabuk ettiği bir din olmasaydı, ekmel olmazdı, ahir din olmazdı.” demiştir.

 

           Ayrıca 7 Şubat 1923 tarihinde Atatürk’ün Balıkesir, Zağanos Paşa Camiinde halka okumuş olduğu hutbeye de yer vermek gerekir. Bu hutbede, Ulusal Önderimiz: “Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın esenliği üzerinize olsun. Peygamber Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası hepimizce de bilinmektedir ki, yüce Kuran’daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara canlılık ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, en olgun dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı bununla öteki ilâhi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü bütün evren kanunlarını (alemin maddi ve manevi ilkelerini) yapan Tanrı’dır.” demekle dine vermiş olduğu önemi de belirtmiştir.[xi]

 

           Kurtuluş Savaşı yıllarında, emperyalist ülkelerin işgaline uğrayan anayurdumuzda, milletin ruhunda ve benliğinde mevcut olan direnme gücünü ateşleyen hocalar, müftüler, din adamları ‘Milli Mücadele’ fikrinin doğuşunda önemli faktör olmuşlardır. Pek çok din adamı Mustafa Kemal Paşanın ifadesiyle “hakikatı halka izah ettiler... Doğru yolu gösteren vaaz ve nasihatlerden sonra herkes çalışmaya başladı.”[xii] Vatanın işgallerden kurtarılması ve milletin bağımsızlığı için, pek çok din adamının hizmetlerde bulunmasını Kazım Özalp; “...O gayr-i müsait ahval ve şerait içinde muhterem ulemamız öne geçmişler, münhasıran telkin ve irşâd ile iktifa etmemişler, milli kuvvetlerin başında çarpışmışlardır...”[xiii] ifadeleriyle değerlendirmektedir.

 

           Kutsal kitabımız ve dinî öğretilerin kaynağı Kur’an-ı Kerim, Allah’ın insanları karanlıktan aydınlığa çıkartmak için, Peygamberimiz Hz. Muhammed ‘e indirdiği ilâhi bir kitap olup, 14 asırdan beri yüz binlerce alim tarafından anlaşılması ve gönüllere yerleştirilmesi için incelenmektedir. Kur’an-ı Kerim, Arapça aslından Türkçeye meal olarak, ulusal önderimiz Atatürk’ün talebiyle, TBMM’nin Diyanet İşleri Başkanlığını, bu kurumun da önce İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u daha sonra da Elmalılı M. Hamdi Yazır’ı görevlendirmesi ile çevrilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Kur’an mealini yazan ve çalışmasını ilim sahiplerinin takdirle karşıladığı değerli yazarın meali takdiminde kullandığı ifadeler cumhuriyet döneminden günümüze ışık tutmaktadır. Yazır’a göre:

 

              “...Allah’ı bilmeyen dünyaya sarılır, dünyayı bilmeyen kuruntuya sarılır. Kuruntuya sarılan dünyaya darılır. Yiğidi görmeyen ismine bayılır. Güzeli (Sevgiliyi) görmeyen resmine bayılır. Önünü görmeyen sonunda ayılır. Kanunu tanımayan kanun karşısında ayılır. Kitabı tanımayan hesap da uyanır. Kur’an’ı anlamayan da tercümesine dolanır. Bundan dolayı memleketimizde Kur’an-ı Kerim tercümesi ismi altında neşredilen şöyle böyle bazı yayınlar görüldü. Öyle ki, bu tercümeler arasında Kur’an’dan değil de yabancı dillere yapılmış tercümelerden tercüme edilenler de bulundu. Gerçi bunu yapanların maksatlarının ne olduğunu Allah bilir. ?u var ki, dış görünüşe göre en büyük itici sebep, Kur’an’ı anlama ihtiyacı bahane edilerek bazı kitapçıların ticaret sevdasına düşmüş olmaları görülüyor. Bu da bilerek veya bilmeyerek ‘Hem kendilerini helak etmek, hem de dinlerini karıştırıp içinden çıkılmaz bir hale sokmak için’ (En’âm, 6/137) ayetinin ifade ettiği vadiye girmek oluyordu...”

 

              Yüce Kur’an-ı Kerim, Lokman Suresi’nin 27. Ayetinde: “Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah’ın kelimeleri tükenmez. ?üphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” sözleriyle tanımlanmakta, din istismarı konuları ile din istismarcıları ve nihayet “din istismarını istismar edenler” hakkında sayılamayacak kadar ayetle insanlığa ışık tutmaktadır.[xiv]

 

           Örneğin, “Dinde zorlama ve baskı yoktur. ?üphesiz doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır...”(2/256), “Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah’a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin...”(4/171), “Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi, alay ve oyun konusu edinenleri ve kafirleri, dostlar (veliler) edinmeyin. Ve eğer inanıyorsanız, Allah’tan korkup-sakının. “(5/57), “?üphesiz, Kitap Ehlinden, Allah’a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah’a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah’ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri katında ecirleri vardır. ?üphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (3/199), “Sözde, Allah’ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller.” (2/9) mealindeki ayetler konuya büyük açıklık getirmekte ve insanoğlunu çok ciddi ve açık bir biçimde uyarmaktadırlar.

 

           Kur’an-ı Kerimde yeralan sayısız öğretiye rağmen, insanlık tarihinin hemen her döneminde eksik olmayan, ruhsal varlıkları kendilerinden menkul, kanun kaçağı Hasan Mezarcı ve hükümlü M. Ali Ağca gibi kimselerin yer aldıkları haber şovların yarattığı olumsuz etki tartışma doğurmaktadır. Kaldı ki, toplumumuzun büyük bir kesimi bu insanların, hemen her fırsatta kendi reklamlarını yapma heves ve gafleti içinde olduklarının pekala farkındadır.

 

           Öte yandan, Ramazan ayında, içinde bulunulan günlerin mukaddesatına aykırı olarak müzik ve eğlence programlarında dansöz oynatılması, yarışma programları ile diğer programlarda “cinsellik” unsurunun yersiz ve gereksiz ölçüde kullanılması yadırganmaktadır. Ramazan ayının örf, adet ve gerekleriyle bağdaşmayan bu tür yayınların toplumsal değerler ve “vatandaşlık bilinci” ile örtüşmediği ortadadır.

 

           Kaldı ki insanoğlunun yaradılışı ile aynı tarihe rastlayan, insanlık tarihi içinde önemli bir yer teşkil eden ve sahip olduğu sosyolojik ve psikolojik etkiler göz önüne alındığında, din olgusunun toplumların en hassas olduğu konuların başında geldiği herkesce bilinmektedir. Bu hassas konu çeşitli aşamalardan geçerek, hemen her mekanın baş köşesinde yer alan radyo ve televizyonlar vasıtasıyla insanoğluna daha yakın bir konum almıştır. İşte bu realite içinde radyo ve televizyon kuruluşları, Ramazan ayında ağırlıklı olmak üzere çeşitli zamanlarda, içinde dinî motifler veya konuları barındıran çeşitli programları yayınlamakta, vatandaşların televizyon yayınlarına ilişkin görüşleri de önem kazanmaktadır.

 

           Nitekim, RTÜK Kamuoyu ve Yayın Araştırmaları Dairesince, Türkiye genelinde 7 coğrafi bölge ve 22 ilde 6.614 kişiye uygulanan “Türkiye Televizyon Yayınları Kamuoyu Araştırması” başlıklı araştırmada katılımcılara yöneltilen: “Toplumun milli ve manevi değerlerine aykırı yayın yapılıyor mu?” sorusuna % 72 oranında ‘evet ve kısmen’ cevabı alınmıştır. Yine aynı çalışmada “İnsanların ırk, cinsiyet, sosyal sınıf veya dini inançları dolayısıyla kınanmaması ilkesine aykırı yayın yapılıyor mu?” sorusuna ise % 65 oranında ‘evet ve kısmen’ cevabı alınmıştır.[xv]

 

           Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Milletinin varlığıyla bütünleşen gücünü ve hukuki bütünlüğünü anayasanın genel esaslar kısmında belirtilen ilkelerinden alır. Devletin bütünlüğü ise vatandaşlarının birlik ve beraberlik içinde dayanışmaları, ortak hak, sorumluluk ve değerlere saygı gösterilmesi ve uyulmasıyla mümkün olmaktadır.

 

           Türkiye Cumhuriyeti Devleti laiktir. Anayasamızda ifadesini bulan devletimizin, “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” niteliğiyle yazılı hukukumuz, toplumsal kültürümüz ve geleneklerimiz ile güçlenen “hukukun üstünlüğü” anlayışı doğrultusunda vatandaşlarımızın din ve ibadet özgürlükleri anayasa ile güvence altına alınmıştır.

 

           Anayasamızda “Din ve vicdan hürriyeti” başlığıyla düzenlenen 24. maddede “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir...  Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz...” denilmektedir.

 

           Anayasamız, aynı bakışla: “...Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne surette olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” ifadesiyle din ve vicdan hürriyetinin sınırlarını da belirlemiştir.

 

        Demokrasi İslam dininin özü ile uyumlu en yakın yönetim biçimidir. Devlet yönetimlerinde monarşinin fazileti “sadakat”, diktatör-despot yönetiminin: “korku”, aristokrasinin: “şeref”, bürokratik diktatörlüğün: “verimlilik”, demokrasinin fazileti ise “hoşgörü” dür. “Dinde zorlama olmadığı” Kur’an’ın 2/256 ayetinde açıklanmış, böylece düşünce ve inançların ancak ikna yoluyla kabul ettirilebileceğinin herkesce bilinmesi istenmiştir. Karşı fikirlerin de hoşgörü ile karşılanmadığı yerde, fikir özgürlüğünün olduğu savunulamaz. Bilim ve özgürlükle zorbalık birarada olamaz, özgürlüğe saygı, hoşgörüdür.

 

           Türk Hukuku anayasal hükümlere paralel olarak, yayın yoluyla gerçekleştirilen din istismarına geçit vermemektedir. Yüce dinimizi hırs ve menfaate alet ederek, milli birlik ve beraberliğimizi bozmaya çalışmak, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanunda belirtilen "yayın ilkelerine" aykırıdır. Bilindiği gibi 3984 sayılı Kanunun 4. maddesinde, radyo ve televizyon kuruluşlarının yayınlarında uymakla yükümlü oldukları yayın ilkeleri ayrıntılı olarak belirtilir. Buna göre:

 

- Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık ve bağımsızlığına, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,

- Anayasanın, Genel Esaslar kısmında yer alan ilkelere, demokratik kurallara ve kişi haklarına,

- İnsanların ırk, cinsiyet, sosyal sınıf veya dinî inançları dolayısıyla hiçbir şekilde kınanmaması ilkesine,

- Toplumu şiddet, terör ve etnik ayrımcılığa sevkeden ve toplumda nefret duyguları oluşturacak yayınlara imkan verilmemesi ilkesine,

aykırı yayın yapılamaz.

 

           RTÜK Kanununa (3984 sayılı yasa) dayanılarak çıkarılan ve 28 Mayıs 1995'te yürürlüğe giren Radyo ve Televizyon Yayınları Yayın Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmeliğin Genel Yayın İlkelerine ilişkin bölümünde, yayın yoluyla din istismarı yapılamayacağı açıkça belirtilir. Yönetmeliğin 5. maddesinin (b) bendine göre:

 

              "Türk Milletini, dünya milletlerinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi sayan ve Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan her bireyi hiçbir ayrım gözetmeksizin eşit kabul eden Atatürk Milliyetçiliğine, egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu ve bu egemenliğin hiçbir kişi, zümre veya sınıfa bırakılamayacağı, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzeninin kısmen de olsa, din kurallarına dayandırılamayacağı, dinin veya din duygularının yahut dince kutsal sayılan değerlerin kişisel veya siyasî çıkar ya da nüfuz sağlamak amacıyla kullanılamayacağı ilkelerine aykırı veya Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik devlet ve hukuk devleti niteliklerini değiştirmek için kitleleri yönlendirmeye yönelik yayın yapılamaz."

 

           Bununla beraber, 2 Mayıs 1995 tarihinde yürürlüğe giren, eğitim, kültür ve müzik programları hakkındaki yönetmeliğin 7. maddesinde ise, dinî yayınlarda uyulması gerekli esaslar belirtilmiştir. Buna göre:

 

              "Anayasada kaynağını bulan din ve vicdan özgürlüğüne uygun olarak toplumdaki birleştirici özelliğinin vurgulandığı, insan özüne ve kardeşliğine değer veren dinî programlar yapılabilir.

 

              Dinî yayınlar sırasında, kişi, kuruluş ve kitleleri inançları dolayısıyla kınayıcı, tahrik edici, toplumsal tepki ve olaylara sebebiyet verici yayınlar yapılamaz. Bu yayınlar sırasında alaycı ve aşağılayıcı bir üslup kullanılamaz.

 

              Dinî yayınlarda siyasî akımlara çağrışım yapılamayacağı gibi, dinî duyguları rencide edici veya din istismarına imkan tanıyıcı yaklaşımda kesinlikle bulunulamaz."

 

           Ayrıca “Reklam Yayın İlkeleri”ni belirleyen ilgili Yönetmeliğin ‘Genel İlkeler’ başlıklı 5. maddesinin (e) bendine göre; “...Türk ve yabancı devlet büyükleri, dini kişiler ve dini konular reklam malzemesi yapılamaz.” denilmekle konunun önemi bir kez daha vurgulanmıştır. Yine dini yayınlara ilişkin olarak, konuyu daha detaylı izah edebilmek açısından; sözü edilen Yönetmeliğin “Reklamların Yerleştirilmesi” başlıklı 18. maddesinin (d) bendinin 3. fıkrasında; “Dini tören yayınları ... program yayını süresince reklamla kesilemez” hükmüne yer verilmiştir.

 

           Bununla beraber, incelememize paralel olarak, televizyonların ana haber bültenleri, haber programları ve magazin programlarında, kehanet sahibi, "medyum" veya "falcı" olarak tanıtılan kişiler konuk edilmekte, bu kişilerin, katıldıkları programlarda, telefonla bağlantı kurulan izleyicilere sorular sorulmakta, sorunlarını öğrendikleri kişiler hakkında, kağıtlara anlamsız şekiller çizerek, suya bakarak sözde fal baktıkları ve birtakım kehanetlerde bulundukları, bazılarının da şifa dağıttıkları görülmektedir. Kaldı ki, bu tür programlara çıkanların yayıncı kuruluşa maddi ödemede bulundukları iddiaları da bulunmaktadır. Bu husus, İnkılap Kanunları kapsamında bulunan 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanunun 1. maddesinin 2. paragrafına göre: "..falcılık,..gayıptan haber vermek,...bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifa... memnudur." Bu tür yayınların 3984 RTÜK Kanununun 4. maddesinin, "Yayınların, adalet ve tarafsızlığa, yasalara saygılı olması esasına" ilişkin (ı) bendine de aykırılık teşkil ettiği gibi, reklamlara ilişkin yayın ilkelerini belirleyen Yönetmeliğe de aykırıdır.

 

           İlgili Yönetmeliğin 5/c maddesinde de; “Reklamlar, genel ahlak kurallarına, milli örf ve adetlere, geleneklere ve manevi değerlere aykırı ifadeler ya da görüntüler ihtiva edemez; şiddet, pornografi, korku, batıl inanç ve benzeri gibi toplumda tedirginlik yaratacak unsurları içeremez, merhamet duygusunu istismar edemez.” denilmektedir. Aynı Yönetmeliğin ‘Reklamı Yasaklanan Ürün ve Hizmetler’ başlıklı 13. maddesinin (d) bendinde ‘Falcı, medyum, astrolog ve benzerlerinin verdikleri hizmetler’e ilişkin reklamlar açıkca yasak edilmiştir.

 

           Televizyonda bu gibi kimselerin, gerçekten ve bilimsellikten uzak konuşmaları kamuoyunu yanlış bilgilendirilmelerine, izleyicilerin kaderciliğe ve çelişkili duygulara yöneltilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu tür programların, 3984 sayılı kanuna dayanılarak çıkarılan Radyo ve Televizyon Yayınları Yayın Esas ve Usulleri Hakkındaki Yönetmeliğin: "...televizyonlarda, halkın ruh sağlığını bozacak, sebepsiz korkular ve çelişkili duygular yaratacak, insanları kaderciliğe yöneltecek şekilde yayın yapılamayacağına" ilişkin 9. maddesine de aykırılık oluşturmaktadır.

 

           3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanunun yayın ilkelerine ilişkin 4. maddesinin (h) bendine göre; "Yayınlar, Türk milli eğitiminin genel amaçlarına, temel ilkelerine ve milli kültürün geliştirilmesi ilkesine" uygun olmalıdır. Radyo ve televizyon kuruluşları, RTÜK kanunu gereği, "Milli kültürün geliştirilmesi ilkesine" uygun yayın yapmakla ve haftalık yayın süresinin en az yüzde 5'ini eğitim, yüzde 5'ini de kültür programlarına ayırmakla, -RTÜK Mevzuatına göre; günde 24 saat kesintisiz yayın yapan bir televizyon kuruluşunun haftada toplam 16.8 saat yayınının 8.4 saatini eğitim programlarına, 8.4 saatini de kültür programlarına ayırması zorunludur- RTÜK’de radyo ve televizyon yayınlarında yasaların öngördüğü ölçüde eğitim ve kültür programlarının yayınlanmasını sağlamakla yükümlüdürler. Televizyon yayınlarının hızla büyüyen ve gelişen Türkiye’mizin çok değerli varlığı olan çocukların ve gençlerin fiziksel, zihinsel, ruhsal ve ahlâkî gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek yayın yapılmaması esasına uygun olmak suretiyle yapılması konusundaki hassasiyet doğal olarak yayıncılardan beklenmektedir.

 

           Ayrıca, Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesi’nin “Reklamların Yerleştiril-mesi” başlıklı 14. maddesinin 5. bendinde “Hiçbir dini tören yayınına reklam alınamaz. Otuz dakikadan kısa süreli haber bültenleri ve haber programlar, belgeseller, çocuk programları ve dini programlarda reklam yayınlanmaz. Bu gibi programların sürelerinin otuz dakika veya daha fazla olması halinde önceki paragraflardaki hükümler uygulanır.” ifadesiyle konuya gösterilen evrensel duyarlılık vurgulanmıştır.

 

           Yayınlar konusunda Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin belirlemiş olduğu ilkelere bakıldığında da gazetecilerin hangi ilkelere riayet ederek görevlerini yerine getireceklerini belirleyen bu metnin 3. maddesine göre; gazeteci, “Başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan, tüm ulusların, tüm halkların ve tüm bireylerin haklarını ve saygınlığını tanır. İnsanlar, topluluklar ve uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Bir ulusun, bir topluluğun ve bireylerin kültürel değerlerini ve inançlarını (veya inançsızlığını) doğrudan saldırı konusu yapamaz. ?iddeti haklı gösteren, özendiren, kışkırtan yayın yapamaz.” denilmektedir.

 

           “Gazetecinin Davranış Kuralları” başlığı altında yayınlanan ve bu sektörde çalışanların uyacakları etik değerleri belirleyen metnin 7. maddesinde de: “Açıkca kamu yararı olmadıkça ve olayla doğrudan ilgisi, bağlantısı bulunmadıkça, bir insanın davranışı veya işlediği suç, onun ırkına, milliyetine, dinine, cinsiyetine, cinsel eğilimine, hastalığına veya fiziksel, zihinsel özürlü olup olmamasına dayandırılmamalıdır. Kişinin bu özel durumu, alay, hakaret, önyargı konusu yapılmamalıdır.” denilmekle, anayasamızdan kaynağını bulan din ve vicdan özgürlüğüne saygılı kalınması hususu titizlikle vurgulanmıştır.

 

           Nitekim RTÜK tarafından kurulan ALO RTÜK “178” özel telefon hattına ulaşan bulgular bütünleşik olarak değerlendirildiğinde 10 Ocak 1998 tarihinden itibaren faaliyet gösteren bu hattı, iki yıl içerisinde 39.973 vatandaş aramış ve genel toplam 74.720 şikayet/ beğeni/ talep bildirmiştir. ALO RTÜK Özel Telefon Hattına yayın kuruluşları (radyo ve televizyonlar) hakkında ulaşan şikayetlerden; “Dini duyguların sömürülmesi” konusunda 1998 yılında 198 adet, 1999 yılında 139 şikayet iletilmiştir. Aynı hatta “Dini inançlar dolayısıyla kınanma” konusunda, 1998 yılında 200 adet, 1999 yılında 270 adet şikayet ulaşmıştır. “Toplumun manevi değerlerine aykırılık” konusunda ise, 1998 yılında 471, 1999 yılında 1333 adet şikayet iletilmiştir. Özetle görülüyor ki bu tür hassas konularda, bu özel telefon hattına 3.000’e yakın rakamda şikayet ulaşmıştır. Bu sayı dahi konunun ne kadar hassas olduğunu ve ne tür program olursa olsun her yapımda titizlikle işlenmesi gerektiğinin bir başka ifadesidir.[xvi]

 

           Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Sayın S. Nuri KAYIŞ konuyla ilgili olarak 24 Kasım 2000 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda yapmış olduğu konuşmada; “Yayında olan 1.295 radyo ile 260 televizyonu daha sıkı kontrol altında tutabilmek, yıkıcı, bölücü ve irticai yayınlara karşı gerekli mücadeleyi eksiksiz yürütebilmek için ihalelerin bir an önce yapılmasını zorunlu görüyoruz. Yakında bu konuda bir ihale takvimi açıklayacağız. RTÜK yıl içinde toplam 11.430 gün yayın durdurma cezası vermiştir. Bunun 8.321 günü bölücü nitelikte yayın yapan kuruluşlara uygulanmış olup, irticai nitelikte yayın yapan kuruluşların ise 2.362 gün kapatıldığını” belirtmiştir.[xvii]

 

           Genel olarak, olmaması gereken değil olması gerekenler olumlu bir bakış açısıyla ele alınmalıdır. Ancak önceki dönemlerden akıllarda kalmış bulunan, yayıncılar, ilgililer ve televizyon eleştirmenlerinin “dinî haber, yorum ve programlarla” ilgili televizyon yayınlarına ilişkin değerlendirmesi gereken hususlar şöyle özetlenebilir;

 

           --Dinî konuların tartışılmasında ölçü; bilimsellik, akılcılık ve toplumsal duyarlılık sınırı kesinlikle aşılmamalıdır. Haber ve yorumlarda kullanılan terminoloji özenle oluşturulmalı, haber değeri tartışmalı ve nadiren görülen bir olayı, toplumun genel davranışlarına uyarlamamalı, tüm inananları üzecek veya rencide edecek şekilde verilmemelidir. Örneğin, terorist örgütleri anarken “islami terör örgütü”, satanist gençlerle ilgili haberlerde “satanistler Hristiyandır” sözlerinin kullanılması eleştirilmiştir.

 

           --Geçen yıl, yıkıcı-bölücü ve irticai terorizm kaynaklı haberler, anahaberler ve haber programlarında çok yoğunlaşmış bir tür “seyirli vahşet” boyutuna ulaşmıştır. İçişleri Bakanlığınca bazı basın mensuplarına gösterilen ve kamu düzeni açısından hassasiyet göstermeleri istenilen “Hizbulvahşet” görüntüleri yayıncılarca gereksiz canlandırmalarla sunulmuş ve haberlerde aşırı bir şekilde işlenmiştir.

 

           --Yayıncılar ait oldukları toplumun genel yapısı, örgüsü, anlayış ve kabullerine uygun ve toplum beklentileriyle paralel dinî haber, yorum ve progamları gerektiği ölçüde vermeli ve dinî programlarda bilimselliği esas almalı, konu ve katılımcılar düzeyinde ciddiyet sağlamalıdırlar. Dinî konular, sansasyonel bir biçimde ele alınmamalı, bilgisiz ve duygusal insanların kışkırtılmamasına özen gösterilmelidir.

 

           --Genel olarak; namaz, oruç, zekat, hac, kurban gibi dinî ibadetlere ilişkin haber ve yorumlara özen göstermeli, Milletimizin yaşamındaki önemli gün ve gecelerden olan, Ramazan ayı, milli bayramlarımız, Ramazan ve Kurban Bayramları, Mevlüt, Regaip, Miraç, Beraat Kandilleri ve Kadir Gecesi, yaşanırken bu günlerin anlam ve önemine uygun duyarlılık gösterilmeli, toplumun istek ve beklentilerine paralel bir yayıncılık yapılmalıdır.

 

           --RTÜK Mevzuatında tematik kanallarla ilgili gerekli düzenleme olmamakla birlikte, haber kanalları yanında “devamlı müzik yayını yapan kanallara” hoşgörüyle bakılmıştır. Bu anlayışla, Diyanet İşleri Başkanlığının televizyon yayını yapmayı planlaması ve bazı özel kanalların büyük ölçüde dini yayın ağırlıklı kanal veya programlara yönelmesi, diğer konularda olduğu gibi dinî haber, yorum ve programa ilişkin mevzuatın istek ve beklentilere göre düzenlenmesini gerektirmektedir.

 

           --Gerçek hayatta varolan ve yayın yoluyla evlerimize kadar girerek “birey ve toplum sağlığımızı” olumsuz etkileyen aşırı şiddet içeren söz ve görüntüler, intiharlar, ölüm ve öldürme aksiyonları izleyicilerde büyük üzüntüler doğurmakta, duygusal çöküntüye neden olabilmekte, geçmişte yaşanan yıkıcı-bölücü ve irticai terör olaylarının yeni yaşanıyor gibi sık tekrarlar ile verilmesi, insanlarda korkuya yol açmaktadır.

 

           --Ülkemizde dinî görevleri yürütmekle ve halkın aydınlanmasını sağlamakla görevli Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri ile İlahiyat Fakültelerinde görevli akademisyenler doğru ve gerçek yaklaşımları açıklamak, özendirmek ve ihtiyaç duyulan bilgileri vermekten kaçınmamalıdır. Bilerek veya bilmeyerek yanlışı doğru gibi sunma gafletine düşen, sözde din adamlarına gerçek anlamda aydınlanma ihtiyacı içerisinde olan halkın kafasının karıştırılmaması için ekranlarda yer verilmemelidir

 

           -- Kaynağı ve amacı ne olursa olsun, gerçeklerden uzak, amaçsız, dayanaksız ve “hurafe” niteliğindeki olgulara kesinlikle yer verilmemeli, infial yaratacak ölçüde (Türbelerde kesik baş, kesik kol gibi) özellikle çocukların etkileneceği sansasyonel haberlerle, haber-şovlarda dikkatli olunmalıdır. Ayrıca, hurafe söyleminin arkasına sığınılarak halkın eksik bilgilendirilmesinden de kaçınılmalıdır.

 

Sonuç olarak;

 

           Hangi amaca yönelik olursa olsun, yayın yoluyla (yazılı-görsel-işitsel) dinin, dinî duyguların veya dince kutsal sayılan değerlerin istismar edilmesi kabul edilemez bir gerçek ve yayıncılık olgusudur. Yayın kuruluşları, anayasa hükümlerine ve kanun ile yönetmeliklerde öngörülen yayın ilkelerine uygun yayın yapmakla yükümlüdürler. RTÜK’ün, yayınlarında bu çerçevenin dışına çıkan kuruluşlar hakkında yasal yaptırımların etkin olarak uygulanması başta kamu kurum ve kuruluşları olmak üzere ilgili sivil toplum kuruluşları, bilim çevreleri ve vatandaşların yönlendirmeleriyle daha rasyonel sonuçların alınmasına katkı sağlayacaktır. Yayıncılığın en önemli olgusu ve hedefi ise yayıncıların, televizyon yayınlarında kamu yararını gözeterek özel yayıncılığın 10. yılında evrimini tamamlaması, etkin özdenetimlerini gerçekleştirmesi yoluyla “kalite reytingi”ne yönelmesi; kaliteli yayınlarla, duyarlı yayıncılar, başarılı senaristler, ciddi yapımcılar ve gerçek oyuncularla “vatandaş duyarlılığı ve memnuniyetini” odak noktası almaları olacaktır.

 

 

 

Dr. Cengiz ÖZDİKER’in Notu:

 

Bu yazının basım safhasında Milliyet Gazetesi Yazarların deneyimli gazeteci Doğan Heper’in “TV’lerde din savaşları” başlığıyla yayınlanan yazısı konuya ışık tutar niteliktedir.

 

Doğan Heper’in TV’lerde din savaşları başlıklı yazısı şöyle; “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder. Bugün bu sözün anlamını daha iyi kavrıyoruz. Birçok kişi gibi TV’leri yakından izlerim. Beğenelim, beğenmeyelim TV’ler güncel haber, bilgi kaynağımızdır. Ukalalık bilenin hakkıdır. Temel bilgi eğitimdeyse, güncel bilgi medyada,yani TV ve gazetelerdedir. Hele bizim gibi işi gazetecilik, habercilik olanlar  için TV izlemek bir lüks değil, görevdir. En basitinden; kameralar 24 saat, gec gündüz dünyanın her yerinde olayların peşindedir. Onlara takılırsanız siz de dünyadan haberdar olursunuz. TV’lerde bir gecedeki 5-6 adet tartışma, haber programı, 18-20 uzmanın görüşü eder. O uzmanların güncel olaylar hakkındaki birbirine zıt veya paralel görüşlerini anında öğrenmek ancak TV’lerin bu programlarını izlemekle mümkündür. Kur’an’da;  “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” diyor. Din ve İslam konusu da TV’lerin tartışma konularının başında geliyor. Önceki gün bıçaklanan Prof. Zekeriya Beyaz’ı da, daha İlahiyat Fakültesi Dekanı olmadan o programlarda aykırı fikirleriyle tanıdık.

 

Bilimsel şüphe temeline oturur. Bilimsel olan akıl yürütmeyle ilgilidir. Din; inanç meselesidir, fazla tartışma kaldırmaz. Ama TV çıktı, din İslam, itikat ve ibadet öyle tartışılır hale getirildi ki, bu tartışmaları izleyenler neredeyse dinden, imandan çıkar hale getirildi. Önüne gelen, uzman veya uzman zannedilen, kendine göre bir içtihat yaratır oldu. Birinin söylediğini öteki tekzip eder oldu. Yalnız, “Kur’an” diyenler, “Kur’an ve Hadis” diyenler, Sahih hadis ve uydurma hadis diyenler, tarikatlara ve din ulemasına göre birbirine zıt çeşitli tefsir ve yorumları ortaya koyanlar. Konuşmacıların kendi farklı görüş ve yorumları, derken sade vatandaş şaşırdı, kör kuyuya atılmış gibi oldu, etrafını göremez oldu. Bazılarının inancı sarsıldı. Zaman zaman bu tartışmalarda kavgalarda çıktı. Konca Kuriş öldürüldü. Prof. Beyaz bıçaklandı. Bu kadar nazik bir konuyu, inanç konusunu, bilenin bilmeyenin her gün tartıştığı bir sorun haline getirirseniz olacağı budur”…

 

RTÜK İletişim Dergisi Ocak-Şubat 2001 tarih ve 21 sayı ve Diyanet İlmi Dergide yayınlandı

 

Dr. Cengiz ÖZDİKER

RTÜK, Kamuoyu ve Yayın Araştırmaları Dairesi Başkanı

Ulusal Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Derneği Başkanı

cengizozdiker@rtuk.org.tr

 

 

Dipnotlar

 

 

Dr. Cengiz ÖZDİKER’in Notu:

 

Bu yazının basım safhasında Milliyet Gazetesi Yazarların deneyimli gazeteci Doğan Heper’in “TV’lerde din savaşları” başlığıyla yayınlanan yazısı konuya ışık tutar niteliktedir.

 

Doğan Heper’in TV’lerde din savaşları başlıklı yazısı şöyle; “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder. Bugün bu sözün anlamını daha iyi kavrıyoruz. Birçok kişi gibi TV’leri yakından izlerim. Beğenelim, beğenmeyelim TV’ler güncel haber, bilgi kaynağımızdır. Ukalalık bilenin hakkıdır. Temel bilgi eğitimdeyse, güncel bilgi medyada,yani TV ve gazetelerdedir. Hele bizim gibi işi gazetecilik, habercilik olanlar  için TV izlemek bir lüks değil, görevdir. En basitinden; kameralar 24 saat, gec gündüz dünyanın her yerinde olayların peşindedir. Onlara takılırsanız siz de dünyadan haberdar olursunuz. TV’lerde bir gecedeki 5-6 adet tartışma, haber programı, 18-20 uzmanın görüşü eder. O uzmanların güncel olaylar hakkındaki birbirine zıt veya paralel görüşlerini anında öğrenmek ancak TV’lerin bu programlarını izlemekle mümkündür. Kur’an’da;  “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” diyor. Din ve İslam konusu da TV’lerin tartışma konularının başında geliyor. Önceki gün bıçaklanan Prof. Zekeriya Beyaz’ı da, daha İlahiyat Fakültesi Dekanı olmadan o programlarda aykırı fikirleriyle tanıdık.

 

Bilimsel şüphe temeline oturur. Bilimsel olan akıl yürütmeyle ilgilidir. Din; inanç meselesidir, fazla tartışma kaldırmaz. Ama TV çıktı, din İslam, itikat ve ibadet öyle tartışılır hale getirildi ki, bu tartışmaları izleyenler neredeyse dinden, imandan çıkar hale getirildi. Önüne gelen, uzman veya uzman zannedilen, kendine göre bir içtihat yaratır oldu. Birinin söylediğini öteki tekzip eder oldu. Yalnız, “Kur’an” diyenler, “Kur’an ve Hadis” diyenler, Sahih hadis ve uydurma hadis diyenler, tarikatlara ve din ulemasına göre birbirine zıt çeşitli tefsir ve yorumları ortaya koyanlar. Konuşmacıların kendi farklı görüş ve yorumları, derken sade vatandaş şaşırdı, kör kuyuya atılmış gibi oldu, etrafını göremez oldu. Bazılarının inancı sarsıldı. Zaman zaman bu tartışmalarda kavgalarda çıktı. Konca Kuriş öldürüldü. Prof. Beyaz bıçaklandı. Bu kadar nazik bir konuyu, inanç konusunu, bilenin bilmeyenin her gün tartıştığı bir sorun haline getirirseniz olacağı budur”…



[i] Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayını, Genişletilmiş 7. Baskı, s. 307.

 

[ii] Cengiz ÖZDİKER, “Basın İşletmelerinde Bir Satış Arttırma Çabası Olarak Promosyon ve Lotarya", (Yayınlanmamış Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir: 1999), ve Cengiz Özdiker, “Basın İşletmelerinde Pazarlama ve Reklamın Mamul Özelliğinin İncelenmesi", (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara: 1987), s.21.

 

[iii] ANAR A.Ş., “Medya Araştırması” Ankara: 1998.

 

[iv] Süleyman YAĞIZ, “Medya-Tiraj-Promosyon ve Gazete-Halk Diyaloğu”, Yeni

   Türkiye, Yıl: 1996, Sayı: 11, s.408.

 

[v] Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri YILMAZ’ın Ramazan Bayramı vesilesiyle

    yaptığı 25.12.2000 tarihli açıklama (Yeni Şafak Gazetesi 26 Aralık 2000, s.17)

 

[vi] Aksiyon Dergisi, 11 Kasım 2000

 

[vii] Kemal ATATÜRK, Nutuk, İstanbul, 1961, III, s. 1241.

 

[viii] Ali, K. ATATÜRK’ün Hususiyetleri, Ankara, 1930, s. 16.

 

[ix] Asaf İLBAY Anlatıyor, Yakınlarından Hatıralar, s. 102-103.

 

[x] Sadi BORAK, Atatürk ve Din, İstanbul, 1962.

 

[xi] İ. Agah ÇUBUKÇU, Laiklik ve Din, 2. Baskı, Ankara, 1998, s.8.

 

[xii] Ali SARIKOYUNCU, Milli Mücadelede Din Adamları, Diyanet İşleri

     Başkanlığı Yayınları, Ankara: 1997, s.11

 

[xiii] Cemal KUTAY, Kurtuluş ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, s.383

 

[xiv] Kuran Fihristi, Cavit YALÇIN, Vural Yayıncılık, İstanbul-Temmuz 1996. “Ali

     BULAÇ’ın hazırladığı Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı” mealinden istifade  

     edilmiştir.

 

[xv] RTÜK, Kamuoyu ve Yayın Araştırmaları Dairesi Başkanlığı, “Türkiye 

     Televizyon Yayınları Kamuoyu Araştırması”, Ankara; Şubat 1999

 

[xvi] RTÜK, Kamuoyu ve Yayın Araştırmaları Dairesi Başkanlığı, “ALO RTÜK

     Değerlendirmeleri”, Ankara; Ocak, 2000. (Bakınız; www.rtuk.org.tr)

 

[xvii] RTÜK Başkanı Sayın Nuri KAYIŞ’ın TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda

     yaptığı konuşmanın tam metni TBMM Tutanak Dergisi’nde veya RTÜK’ün

     www.rtuk.org.tr internet adresinde görülebilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.
Üye girişi yapmadınız. Misafir olarak yorum ekleyebilirsiniz. Üye olmak için tıklayın.
  Yorumcuların dikkatine…

İmlası çok bozuk,
Büyük harfle yazılan,
Habere değil yorumculara yönelik,
Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan,
Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren,
Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen,

yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR.

Bu haber henüz yorumlanmamış...

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Kanal 6'nın Patronu Ahmet Özal Turktime'a konuştu
(ÖZEL-TALAT ATİLLA) El değiştirdiği söylenilen Kanal 6 televizyonu yönetim ...
Mehmet Barlas da Turktime'a konuştu: Dündar ve Güldemir Polemiği Düşünce olarak kalsaydı
(Turktime-Ersin Tokgöz) Emin Çölaşan ve Uğur Dündar’dan sonra Sabah Gazetesi ...
Uğur Dündar da Turktime'a Konuştu
(TURKTİME-ERSİN TOKGÖZ) Ufuk Güldemir eleştirdi, O hep sustu. Medya peşinden ...
 
TUNCAY ÖZKAN: BENİ KONUŞTURMAYIN
Tuncay Özkan, kendisine bugünkü yazısında ağır bir şekilde yüklenen Ertuğrul ...
ERDOĞAN: KOORDİNATÖRLÜKTEN VAZGEÇİLMEYECEK
Başbakan Erdoğan, PKK Koordinatörlüğü’nden vazgeçmeyeceklerini söyledi.
ENGİN ARDIÇ YİNE HAŞMET'E YÜKLENDİ
Engin Ardıç'la Haşmet Babaoğlu arasındaki polemik sürüyor. Karşılıklı ...
 
ANADOLU AJANSI’NDAN HABERTÜRK’E FOTOĞRAFLI YALANLAMA!
Anadolu Ajansı Fotomuhabiri Tolga Adanalı, daha önce Habertürk tarafından ...
ŞAMİL TAYYAR TUNCAY ÖZKAN'A,"SENİ SERVET'E HAVALE EDİYORUM" DEDİ! KİM BU SERVET?
Tuncay Özkan'a,"17 milyon doları nerden buldun" diyen Star Yazarı Şamil ...
VAKİT GAZETESİ AYDIN DOĞAN’IN PEŞİNİ BIRAKMIYOR...
Akfırat’ın Yeni Şeyhi başlığıyla verdiği habere göre grup gazetelerinin; ...
 
SOSYAL MEDYADA TAKİP ET
FACEBOOK'TA TURKTIME
TWITTER'DA TURKTIME
 
KATEGORİLER
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
ETİKETLER
  •KÜNYE
  •İLETİŞİM
  •REKLAM
 
 
  •Güncel
  •Siyaset
  •Dünya
  •Medya
  •Magazin
  •Spor
  •Kültür
  •Sağlık
  •Ekonomi
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
Sağlık
Türkmenistan
sanayi
Netanyahu
BBP
ygs puan hesaplama
hdp
anap
İddia