Ay tutulması var, güneş, bel, akıl tutulması..
Bir de harf tutulması.
Devriminden daha sancılıdır akılla arş arasında kalmış harfin saçak altına sığınmış kırlangıç şaşkınlığı, garip bi haldir bu, büyük şairin ağır posta paketini neyin nesi belirsiz, telaşlı sevinçli kuşkulu açtığı gibi durulur voltaya ki ehli için çilingiridir volta harfin,
ama ne çare bazen onun da gücü yetmez ağını almaya heybedeki kelimelerin.
Rüzgârında çırpınan dalların sırtında cilveleşir gün geceyle defalarca, gel gör ki sıkışıp kalmıştır harf akılla arş arasında. İlk elin ve tutulmuş harfin günahı olmaz, hadi bi kez daha deneyelim…
Voltadan yorulup da kaykılınca koltuğa, eller ensede; gözler tavanda, avizede, pencerede, karşıki kitaplığın rafları arasında aranır düğümü, çözümünden sancılı serimin. Ama olmaz, gelmez bir türlü gelmesi beklenen. Bi vakit sonra mahcup bir düşünce sessizce dokunur omuzlarına:
‘hadi yat artık, bugün de gelmeyecek görüşmecin.’
Yeşil soğan, ranzam, karanfil kokulu cıgaram, dağlarına bahar gelmiş memleketim… Ahmed abim şiirindeki eksik o kelimeyi bulmak için on altı yıl beklemiş. Arif abimin haberi olsa, çalsa kapıyı: ‘Gelip durmuşsam kapına, var mı ki doymazlığım, oturmuş yazıcılar fermanın yazar, ay karanlık’ dese. Cıgaramdan yanan dört yanımdaki puşt zulasından haber verse, dost yüzlü, dost gülücüklü, suskun, hayın, çıyansı puşt zulasından.
Bundandır belki tutulması harfinin dese.
Bundandır çıkmaz sokaklarında voltalarken bir lahza durup bakışlarını parkenin arasındaki damarlara çaktığın, belki bundandır çözülmez sokakların dese. Sırtından haberin vardı, karnını kollamayı beceremedin, hançeri bilirdin ama, gözünün içine bakan tebessümlere yenildin
dese.
Ne güzelsin sen Ahmed abi, ne de güzel yetiştin en yahşı günümde. Sen o gani gönlünü yorma, gün gelir
Onu da hallederim.