Gazete Duvar’da Nergis Demirkaya’ya konuşan Temelli şunları söyledi:
Üniversiteden ihraç edilme sürecini sizden dinleyebilir miyiz? Gerekçe neydi, nasıl öğrendiniz, sonrasında neler yaptınız?
İstanbul Üniversitesi’ne 1987 yılında öğrenci olarak girdim. Yüksek lisans ve doktoramı da orada yaptım. İktisat Fakültesi’nde okudum, Siyasal’da araştırma görevlisi, daha sonra öğretim görevlisi oldum. 35 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi’ndeydim. Öğrenciliğimden çalışma hayatıma hep YÖK ile yaşadık, hep YÖK’e karşı mücadele ettik. 12 Eylül’ün en değişmez kurumlarından biri YÖK’tür. Bütün iktidarlar YÖK’ü kaldıracağız dedi ama hiçbiri değiştirmedi. Hatta orijinal halinden daha baskıcı hale çevirdiler. YÖK Kanunu’nun sağladığı olanaklarla üniversitelerin bütün bilim yapma hakkını, dolayısıyla toplumun bilim yapma hakkını gasp ettiler. Teknolojiden hukuk devletine, Anayasaya kadar bir ülkedeki tüm yokların nedeni tam da üniversiteyle ilgilidir. 35 yıl özerk demokratik üniversite mücadelesi ile geçti. Özerk, demokratik üniversite aynı zamanda Türkiye’de bir demokrasi, barış, özgürlükler mücadelesiydi. Bu 35 yılın en dramatik sahnesi 29 Ekim 2016 akşamı televizyonda bir alt yazı ile noktalandı. Televizyonda bir alt yazı geçti, “Sezai Temelli ihraç edildi” diye.
O an ne hissettiniz?
35 yıl için “film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti” lafı o an benim için alt yazı olarak geçti, oldu. O anki duyguları anlatmak zor. Bir taraftan gülüyor, bir taraftan öfkeleniyor, diğer taraftan “şimdi ne yapacağım” diyorsunuz. Sonuçta bizler ücreti ile yaşayan insanlarız. Yine “bunca emek ne olacak, öğrenciler, meslektaşlarım ne olacak?” diyorsunuz. Bir taraftan da “neden bir önceki kararnamede değil şimdi? Aslında geciktiler” diye biraz da dalga geçiyorsunuz. Ben HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı olduğum için, siyasal kimliği açık olduğu için barış bildirisine imza koymamıştım. İhraç nedenim diğerlerinde yazdığı gibi, “terör örgütü ile iltisaklı olmak”tı. Bu iktidar istikşafi, iltisak gibi farklı kavramlar konusunda mahir. İnsanlar sağlıklı düşünmesin ya da yanıltılsın diye böyle kavramlar buluyor.
Yargı kararı olmadan ihraç edildiniz. İhraç sonrası siz nasıl bir yargı süreci işlettiniz?
Böyle bir hukuksuzluk, yasa tanımazlık yok. Hukuk devleti, evrensel hukuk, insan haklarını zaten geçtik, bunlar yok, ama kendi yasalarını dahi tanımayan bir yapıyla karşı karşıyayız. 12 Eylül rejiminin bundan farkı şuydu: Kendi yasalarını tanıyordu. Şimdi kendi yasasını tanımıyor. Tutuklu milletvekilimiz Leyla Güven ile ilgili de yasayı tanımıyor. Demirtaş’la ilgili AYM de kendi içtihatını tanımıyor. Belediyelere kayyım atamada da yasayı tanımıyor. KHK’lilerde de tanımıyor. İdare Mahkemesi’nde dava açtık, Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk. Sonra bu süreçte kurulan Komisyon’a başvurduk. Başvurumuzda “İşimizi geri istiyoruz” meselesinin ötesinde demokrasi ve hukuk mücadelesi üzerinden itirazlarımızı yaptık. Mesele bizim işe dönmemiz değil. Mesele OHAL’e karşı bir demokrasi mücadelesi. Bu ülkeye demokrasi gelmeden, evrensel hukuk ilkelerine dayalı bir anayasa gelmeden, insan haklarına duyarlı bir yaşam inşa edilmeden bizlerin işe dönmesi zaten mümkün değil.
KHK ile ihraç edilenler için “Medeni ölü” tanımı yapıldı. Kamuda bir daha çalışmanız yasak, yurt dışına çıkamazsınız. Ama şimdi milletvekilisiniz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi bu işleyen sistemi masanın üzerine yatırıp buna bir tanılama getirme şansınız yok. Bir garabet var ortada. Zaten bu garabetin içinde boğuluyoruz. Derdimiz de bu garabetten nasıl çıkarız. Bugün Cumhurbaşkanlığı sistemi, Meclisin pozisyonu, yürütme, bakanların durumu, aslında hiçbir şeyi tariflememiz ya da belli bir sistemik anlayışın içine oturtmamız mümkün değil. Bir garabet var. Bizim durumumuz da buna benziyor. İltisaklı diyor, bu nedenle kamuda çalışmasında sakınca gördüm, ihraç ettim diyor. İhraç ederken bütün özlük haklarını sıfırlıyor. Bununla kalmıyor. İşe giremiyorsunuz. Çünkü SGK kodu karşısına KHK’lı çıkıyor. Diğer taraftan yurt dışına çıkacaksınız pasaportunuza el konuluyor.
Bir partinin eş genel başkanı olarak yurt dışına çıkışınıza engel konulması da dikkat çekici. Nasıl oldu?
Ben havaalanında öğrendim. Öncesinde bir bildirim yoktu. O aşamada öğreniyorsunuz. Bir polis geldi, “maalesef pasaportunuza el koymak zorundayız” dedi. Görevliler de şaşırdı, anlam veremedi. Türkiye böyle anlam verilemez bir halde. Ne devlet sisteminin ne de toplum-devlet ilişkilerinin bir anlamı kalmamış. Esas vahim olan durum da bu. KHK meselesinde en önemli kritik mesele şu: Sizi ihraç ediyor ama bunun hükmü yok. Bu açıdan YSK’nın İbrahim Kaboğlu’nun adaylığına yapılan itirazı reddetmesi önemlidir. YSK neden reddetti. Çünkü bir hüküm, bir mahkeme kararı yoktu. Bir yargı kararı yok ama yasaklısınız, yurt dışına çıkamıyorsunuz, özlük haklarından yararlanamıyorsunuz.
Uzatmalarla 2 yılı bulan OHAL süreci sona erdi. Bir değişim bekliyor musunuz?
16 Nisan referandumunda yapılan anayasa değişikliği ile getirilen sistem sonrası Türkiye’de OHAL’in olağanlaştığını söylüyorduk. Bunu söyleyerek bugüne geldik. OHAL’in kalkması bir şekil şartı. Yoksa olağanüstü hal olağanlaştı artık. Şu anki sistem zaten bir olağanüstü hal. Cumhurbaşkanlığı sistemi, tanımsız, tarifsiz bir sistem. Ne olduğunu tarifleyemediğiniz, önüne gelen meseleye o anki reflekslerle yanıt üreten bir sistem ancak baskı ile savaş ile şiddetle yürüyebilir. Bu nedenle Erdoğan’ın, iktidarın ağzından şiddet, nefret söylemi eksik olmuyor. Bunun düzeltilmesinin yolu topyekun demokrasi, barış mücadelesini yükseltmekten geçiyor. Aksi halde bu giderek her şeyi çürütür, değersizleştirir. Bir ülkeyi yok eder. Bu hepimizin ülkesi. Bu ülkeye sahip çıkmanın yolu hep birlikte aslında bu anlayıştan kurtulmaktan geçiyor.
OHAL sonrası için Meclis’e gelen teklif OHAL’in kalıcılaştırılması yorumlarına yol açtı. Siz bu teklifi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir vali A şahsına “benim kentime giremezsin” diyecek bir teklif. O şahıs bir parti eş genel başkanı olabilir. Siyasilere yönelik bir şey yoksa turistlere yapacak değiller. Seyahat özgürlüğü, siyaset yapma özgürlüğünü ortadan kaldırıyorlar. Bu sistemin, bu iktidarın özgürlüklerle derdi yok. Özgürlüklere karşı bir derdi var. Ne kadar az özgürlük, kendini o kadar rahat hisseden bir iktidar bu. Dolaysısıyla özgürlükleri sürekli olarak tasfiye etmeye çalışıyor. Tasfiye etmeye çalıştığı şey özgürlükler. Sokak özgürlüğünü, yaşam özgürlüğünü, aklınıza gelen her alanda özgürlükleri tasfiye etmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken de sürekli olarak o beslendiği şiddet, savaş dilinden yararlanıyor. İnsanların da buna öykünmesini sağlayacak bir siyaset izliyorlar. Düşmanlaştırarak, karşıtlaştırarak yol almaya çalışıyorlar. Bu çok tehlikeli bir şey. Bu aslında faşizm. Ama faşizmin iktidarı sürdürmesinin yolu giderek derinleşmesinden geçer. Tarihte de böyle olmuştur. Şiddete karşı çıkmak o nedenle çok önemli.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...