Ekrem Dumanlı/Zaman
Müsait bir yerde inecek var!
Cumartesi nüshamızda bir fotoğraf dikkat çekiciydi. Gündem sayfamızda yer alan seçim otobüsü fotoğrafında CHP "El ele verelim, iktidara gidelim" diyordu. Maalesef başörtüsü üzerinden herkes bir çeşit iktidar kavgası yapıyor. Sadece siyasî iktidar kavgası değil maksadım. Sınıf kavgası sayılabilecek derecede ilkel yaklaşımlar sergileniyor. Elitist yaklaşımların buyurgan cenderesi kime, nasıl giyinmesini adeta emrediyor. "Şöyle bağlarsan başörtüsü, böyle bağlarsan türban, şu şekilde düğümlersen eşarp, bu şekilde kıvırırsan bone..." Her şey tamam da kim, hangi hakla bir başkasının giyim kuşamına karışabiliyor? Diyelim ki karışma dirayeti ve salahiyeti birilerine verildi; o zaman "öteki" de kalkıp etek boyu ölçmeye yeltenirse bu işin sonu nereye varır? Sokakta var olmayan bir sorun niçin devlet nezdinde sürdürülüyor; bunu anlamak mümkün değil. Başörtüsü dendi mi bir anda herkes kendini bir siperin arkasına atıveriyor. Siyasî partiler, devlet kurumları, sivil toplum örgütleri; hatta yargı! Tabii ki herkesin, her konuda fikri olabilir ve bunu kamuoyuyla paylaşma hakkına sahiptir; ancak karşı tarafı bir kerecik olsun dinlemeyen, dinlemek istemeyen ve "Ya benim dediğim gibi, yahut hiçbiri" diyerek kendi kafasındakini herkese dikte eden anlayış ne kadar çağdaş, ne kadar moderndir acaba? Medya, başörtüsü üzerinden yapılan vahim bir cepheleşmenin neferi gibi görüyor kendini. Yazık! Hiç mi orta yolu yok bunun, hiç mi soğukkanlılıkla yaklaşılamayacak bu meseleye? Diyelim ki herkes sağduyusunu yitirdi, özgürlüğün kalesi sayılan, çok sesliliğin yılmaz savunucusu addedilen basına ne oluyor ki yasakçılar safında kendine yer arıyor? Medya, buradaki mağduriyeti ısrarla görmezden geliyor. İnsanların eğitim hakkı engelleniyor. Meselenin en çarpıcı, en tartışılmaz ve en acı gerçeği budur. İnsanların feryadına kulak tıkayarak gazetecilik yapılmaz ki! Niyet sorgulamaya bayılıyor medya. Birileri de kalkıp medyanın niyetini sorgulayınca asabı bozuluyor bazı meslektaşlarımızın. Sinir bozucu bir durum olduğunda şüphe yok; çünkü niyetinizin sorgulanması, sürekli zan altında tutulmak demektir. Sadece başörtüsü için söylemiyorum bunu. Her konuya semboller üzerinden yaklaşanlar var. Geçenlerde Ahmet Hakan, 'Paranoya sevgilim' başlığıyla bir yazı kaleme aldı. Lüküs Hayat adlı oyunda eteğin boylarının uzadığını düşünen bir adamın "AKP iktidarı geldi de o yüzden mi etekler uzadı?" diye serzenişini anlattı. Olayın aslına bakıyorsunuz; oyun aynı oyun, kostüm aynı kostüm... Ortada paranoyaya dönüşen bir şüphecilik var. Yakında masa örtüsüne bile itirazlar yükselecek, "örtü istemezük" diye feryat edilecek. Merkez Bankası taşınacak; rejim krizi. Başörtüsü ile ilgili AK Parti ve MHP arasında uzlaşma aranıyor, rejim krizi... Türkiye yoruldu, bu saçma sapan kavgalar yüzünden. Sosyal gerçekliği olmayan endişeleri köpürte köpürte korku tellalı haline gelmiş siyasetçiler, son seçimlerde "bindirilmiş kıtalar"ın demokraside çok büyük bir anlam ifade etmediğini gördü. Şimdi "Yüzde 47'ye mi güveniyorsunuz?" deyip efelenmek kolay geliyor onlara. Seçim sonucu sadece bir göstergedir; ma'şerî vicdanın temayüllerini ortaya koyar. Ve son gösterge diyor ki; "Rejim krizi ile beni korkutma, suni gündemlerle beni oyalama, yasakçı zihniyetle beni sindirme..." Hakkını teslim etmeliyim ki siyasetçiler bu mesajın önemini anladı. O yüzden bugün Mehmet Ağar siyaset sahnesinden çekildi, Erkan Mumcu ortalıkta gözükmüyor, CHP'nin sivri söylemini marjinal vekiller üstlendi, MHP yapıcı, tamir edici hamleler peşinde. AK Parti, muhtemel bir şımarıklığı önleme gayretinde. O yüzden valiler davet ediliyor, "Halkın arasına karışın" deniyor, "Pprotokol valisi olmayın" deniyor ve parti yetkilileri seçim bölgelerine sevk ediliyor. Çünkü halkın son iradesi hem iktidara hem muhalefete şunu söyledi: Artık sembolik dalaşmalardan yoruldum, hizmet ve icraat istiyorum. Muhalefet de semboller üzerinden prim yapma yerine icraat denetimine dönmek zorunda. Peki ya medya! Sosyal değişim rüzgârını karşısına alarak toplumsal taleplere kulak tıkayarak; daha ötesi vatandaşla inatlaşarak gazetecilik yapıl(a)maz. Halk özgürlük istiyor, medya yasakçılık peşinde, halk istikrar ve huzur istiyor, medya kışkırtıcılık sevdasında, halk dünyayla entegre olmak istiyor, medya Türkiye'yi içine kapamak derdinde... Böyle bir şey düşünülebilir mi? Bunlar da ilginizi çekebilir...
"Güzel günler gelecek" sloganının da kullanıldığı otobüste her kesimden insanı temsil edecek bir kurgu gözetilmişti. Başörtülü bir bayanın varlığı dikkat çekiyordu o fotoğrafta. Doğru bir yaklaşım bu. Çünkü şu ana kadar yapılan bütün kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki; halk arasında başı örtülüler-başı açıklar diye bir kavga yok. Ve halkın ezici bir çoğunluğu yasakçı tavırların devam etmesinden yana değil. Halk arasında sorun olmayan bir konu, niçin çeyrek asrı aşacak bir hadise haline geliyor? Ya da halkın desteği istenirken gözetilen nezaket, başörtüsüne çözüm aranırken niçin göz ardı ediliyor? Bu sağduyu otobüsü neden konaklayacak bir yer bulamıyor?..
Yorumcuların dikkatine…
• İmlası çok bozuk,
• Büyük harfle yazılan,
• Habere değil yorumculara yönelik,
• Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan,
• Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren,
• Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen,
yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR.
Bu haber henüz yorumlanmamış...