10. Kıbrıs
Esasında Kıbrıs'lıdır ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde 4 kez sadrazamlık yapmış Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa'nın yeğenidir.Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa son sadrazamanlığını 1913 yılına kadar yapmış, Bab-ı Ali baskınında Enver Paşa kafasına silah dayayınca istifasını vererek sadrazamlık görevine son vermiştir. İstifasından sonra Lord Kitchener'in daveti üzerine bir süre Kahire'de kalan Kamil Paşa, daha sonra Kıbrıs'a yerleşmiş ve burada vefat etmiştir.
9. Paturel
Zekİ Alasya tiyatroya 1959 yılında Milli Türk Talebe Birliği sahnelerinde başladı. Robert Kolejliydi. Sanata karşı büyük bir ilgisi vardı. İlk haber oluşu Arena Tiyatrosu sayesinde oldu. Milliyet Gazetesi'nde Lütfi Ay'ın yazdığı Tiyatro köşesinin 24 Eylül 1964 tarihli nüshasının başlığı "Kargalar Okulu"ydu. Yazar Arena Tiyatrosu'nu bütün İstanbul sahnelerinden erken davranmakla övüyor, oyunun bu Eylül akşamı az seyirci çekeceğini düşünmesine rağmen tamamen dolu olması nedeniyle memnuniyetini dile getiriyor, oyunu da yeni ve keskin bir sosyal hiciv komedisi olmakla övüyordu. Zeki Alasya ismi ise aşağıda bir satır geçmekteydi parantez içerisinde "Paturel" yazıyordu. Oynayacağı nice kahramandan biri.
8. Devekuşu
1967 Türk tiyatro tarihi için çok önemli bir yıldı. Devekuşu Kabare kuruldu. Sosyal ve politik hicvin uzun yıllar merkez üssü olacak bu tiyatro topluluğunun kurucuları da tarihe damgasını vuracaklardı. O tarihlerde dahi büyük bir üstad olan Haldun Taner'in yanı sıra, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Ahmet Gülhan isimleri barındırıyordu. Devekuşu Kabare'de oynanan oyunlar uzun bir döneme damgasını vuracak, kasetler ve ses kayıtları ile Türkiye'ye yayılacak, replikleri ezberlenecekti.
7. Oyuncakçı
Metin Akpınar bir dönem müteahhitlik, Zeki Alasya ise reklamcılık yaptı. Bİrlikte marangoz atelyesi bile açtılar. Ancak Zeki Alasya'nın en sevdiği işlerden biri Nişantaşı'nda açtığı oyuncakçı dükkanıydı. Hem oyuncakları hem de çocukların dükkanına gidip gelmesini çok seviyordu. Ne yazık ki dükkan çok uzun süre açık kalamadı. Maddi sorunlar nedeniyle battı. Ancak girişim iştahını hiç kaybetmedi, sanatçılık dışında çok çeşitli alanlarda yatırımlar da yaptı. Ne yazık ki bunların pek azında başarılı olacaktı.
6. Sev Kardeşim
Zeki Alasya 1972 yılında sinemaya atıldı. O yıl rol aldığı filmlerden biri "Karaoğlan Geliyor"du. Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun eserin yönetmeni Kartal Tibet'ti. Renkli çekilen filmde Zeki Alasya Çalık rolünde oynadı. Aynı yıl Tarkan Altın Madalyon ve Tatlı Dillim filmlerinde de çeşitli rollerde yer aldı. Esas damgasını ise Hülya Koçyiğit ve Tarık Akan'ın paylaştığı Sev Kardeşim filmi ile vuracak, burada canlandırdığı avukat rolü hafızalara kazınacaktı.
5. Fenerbahçe
Çocukluğundan beri en büyük aşklarından biri Fenerbahçe'ydi. 1979 yılında Fenerbahçe Türkiye Kupası'nı kazandıktan sonra Fenerbahçe Başkanı Yüksel Günay Zeki Alasya ile Metin Akpınar'ı da kutlamalara davet etmiş, Zeki Alasya heyecandan yerinde duramamıştı.. Kutlamalar sırasında müthiş bir güldürü düzenlediler, futbolcuların keyfi yerindeydi. Kimi zaman Fenerbahçeli futbolcuları güldürerek, kimi zaman maçları takip ederek her zaman Fenerbahçe'ye elinden gelen bütün katkıyla destek oldu. Şöyle diyecekti:
" Bizim hayatımız Fenerbahçe Stadı’nda geçerdi. Belli bir yaşa kadar Fenerbahçe’nin hiçbir maçını kaçırmadım. Zamanla Fenerbahçe aşkı, renk aşkı, oyunculara aşk yerini başka hiçbir aşka bırakmayacak şekilde insanı zapt ediyor sanırım fanatizm dedikleri şey de bu. Kendim gözüm kapalı fanatik olmama rağmen ve başarısızlıklarımızda da objektif düşünebilmeme rağmen tabir-i caizse "hasta bir Fenerbahçeli" oldum."
4. Şaban
"Şaaaban" diyişi hala hatırlarda. Kemal Sunal'ı çok severdi. Hem tiyatro sahnelerinde hem sinemada birlikte birçok esere imza attılar. Kemal Sunal'ı sinemaya kazandıran da kendisiydi. Kemal Sunal o günü şöyle anlatıyor:
"Zeki Alasya benden bir süre önce Sev Kardeşim’le sinemaya geçmişti. Ertem Eğilmez‘i tiyatroya davet etmiş. Galiba, Dün-Bugün’ü oynuyorduk. Ertem Bey geldi, piyesi seyretti. O arada filme başlayacaklar. Zeki ile Metin’in rolü tamam. Benim filmde bir işim yok. Tarık Akan o filmde basketbolcuyu oynuyordu, yanına uzun boylu adamlar lazımmış. Bu uzun adamların tiyatrocu olmalarının daha iyi olacağı düşünülmüş. Şehir Tiyatrosu’ndan da birçok kişi çağrılmış. Ben de uzun boyluyum diye, Ertem Bey beni de çağırdı. Tatlı Dillim filminde, Tarık’ın yanında basketçi gençlerden birini oynuyordum. Sonra Ankara’da turnedeydik. Film, geç kaldığı için istanbul'a giremedi, ertesi sezona bırakıldı. Yıl 1972. O sırada Balıkesir’den bir grup arkadaşım Ankara’ya geldi. Oyunu seyrettikten sonra, “Senin film oynuyor, çok gülüyorlar sana” dediler. “Hangi film?” deyince Tatlı Dillim’i söylediler. Balıkesir ve civarında oynuyormuş. Film işletmeye verilir, işletmeci isterse kış sezonunu beklemeden oynatabilir. Ben arkadaşlarıma inanmadım. Ama bir taraftan da güzel bir heyecan duydum. Karışık bir duygular."
3. Halit
Halit Akçatepe ile de özel bir arkadaşlıkları vardı. Çok hikayeleri var ama biri özellikle ilginç, linç edilmekten kurtulmuşlardı. Olayı Metin Akpınar yıllar sonra şöyle anlattı:
"O dönemlerde Haldun Taner’imizin Devlet Tiyatroları ile kavgası vardı. Onları eleştirirdi. Yine böyle bir oyunda sevgili Halit Akçatepe’de, Hamlet’i oynuyor. Hamlet’in cinsel tercihi biraz karışıktır biliyorsunuz. O dönemlerde de İmam Hatip Okulları patlamış. Bu günkü ordunun yetiştirildiği dönemlerdi. Oyunun bir bölümünde de Zeki Alasya Hamlet’in kafasını okşayarak üzülme yavrucum ben seni imam hatip okullarında okutacağım diye bir repliği var. Turnemizde Konya – Ereğli’den sonra biraz mırındanmalar başladı. Adana’da bizi polisler karşıladı. Hiç unutmam orada ki emniyet amiri aydın bir polisti. Zor bulunur böyle polis ama hadi neyse o arkadaş bizi uyardı. ‘Oyuna müdahale olabilir’ dedi. Desturlu olun oyunu oynarken dediler. Salonda ışıklar yanıkken oynayacağız belki caydırıcı olur diye. Hepimiz gerildik. Zeki elini Halit’in kafasına attı.’ Üzülme çocuğum ben seni… ‘ Birden ses geldi. ‘Kansızlar imansızlar’ diye. Zeki Alasya’da sözlerini şöyle bitirdi. ‘İmam Bayıldı ile besleyeceğim yavrum seni’"
2. Buda
Zeki Alasya'nın ilginç bir hobisi vardı, Türkiye'nin en büyük, dünyanın sayılı Buda heykeli koleksiyonlarından birine sahipti. Neden Buda koleksiyonuna başladığını da şöyle anlatacaktı:
"- Her şey 25 yıl önce başladı. O zaman evliydim. Evimizde, nereden geldiği belli olmayan bir Buda heykeli vardı. Benim için hiç önemi, değeri yoktu. Sadece çok sevimli bulduğum, kendime benzettiğim bir figürdü.
Benziyor ama...
- Evet, benziyor. Özellikle kulak memeleri. Buda’nın kulak memeleri neredeyse omuzuna kadardır. Benimkiler de bayağı uzun. Gülümsemesini, tipini, şeklini ve heyecanını çok severdim. Şımarık bir figürdür. Benimle benzeşen özellikleri var yani. Dingin, sakin, rahat, kendiyle ve hayatla barışık bir tip Buda.
Bir yılbaşı öncesi, birlikte çalıştığım şirketlere hediye alacağım. Uzun zamandır tanıdığım bir hediye dükkanı sahibi ile bir araya geldim. Satın alabileceğim hediyeleri tek tek masanın üzerine çıkardı. En sonra da bir Buda heykeli koydu. Ne alaka değil mi? Ama ben Buda’yı çok sevdiğimi, beğendiğimi söyledim. Çünkü kaliteli bir heykeldi. Fakat öyle almaya falan niyetim yoktu. Geçtim, gittim... Bir sürü alışveriş yapınca, adam bana Buda’yı hediye etmez mi? Evdeki Buda sayısı etti iki. Bu olaydan üç ay sonra bayram geldi. Ve bir bayram sabahı kapım çaldı, karşımda hediye aldığım arkadaş ve elinde bana bayram hediyesi olarak getirdiği Buda heykeli...
Üçüncü Buda’nın hediye edildiği tarihlerde kızım liseyi bitiriyordu. O dönem belli bir notu tutturan öğrenciler, ikinci dönem okumadan mezun oluyorlardı. Kızım da bana ilk dönem mezun olacağını söyledi. Ben de ona "Tamam mezun ol, dile benden ne dilersem" dedim. Kızım mezun oldu ve onu Drakula’nın şatosuna götürmemi istedi. Söz verdiğimiz için Bükreş yollarına düştük. Gittiğimiz gün feci yağmur yağıyordu ve bizim de hiç hazırlığımız yoktu. Yağmurluk almak istedik. Birkaç dükkan gezdik, bulamadık. Hiçbir şey yok. Son bir dükkana ümitle girdik. Bomboş bir dükkan, hiçbir şey yok. Sadece bir tezgah ve üzerinde 2 Buda heykeli var.
Garip tesadüfler...
- Vallahi öyle. O Buda’lar bana öyle bakıyorlar. Resmen beni o dükkana çektiler. Tabii hemen ikisini de satın aldım. İşte ondan sonra ipin ucu kaçtı. Ertesi gün Drakula’nın şatosunu gezdik. Oradan da Avrupa turuna çıktık. Türkiye’ye döndüğümüzde evimizde 28 tane Buda’mız olmuştu. O ya da bu şekilde, o Buda’lar beni buldu ve 25 yıl önce bu koleksiyon maceram başladı".
1. Metin
Kadim dostu, eski arkadaşı, ismiyle birlikte adı anılacak olan kişi Metin Akpınar'dı. Birlikte yükseldiler, birlikte büyüdüler, birlikte sahnelere damga vurdular. Ayrılmaları, barışmaları, kavgaları, birliktelikleri hep olay oldu. Ancak hiç yalnız kalmadılar. Metin için hep Zeki, Zeki için de hep Metin vardı.
Metin Akpınar şöyle anlatacaktı:
"1962'de tanıştık. Ama ondan önce de kader bizi birleştirmişti. Babalarımız aynı yerde çalışırdı. Kader bizi birleştirdi. Annelerimizin imamları bile aynıydı. Ölüme kadar da ayrılmadık. Bir sürü saçma sapan şey denildi ama şimdi ilk defa ayrıldık. Zeki Alasya benim yarımdı, canım gitti."
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...