Eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu, ''28 Şubat hareketi tamamen dış kaynaklıdır. Türkiye bu süreçte bir irtica paranoyasının içine çekilmiştir'' dedi.
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM) tarafından düzenlenen, ''10 Yıl Sonra 28 Şubat'' konulu panel Akar Otel'de yapıldı.
Orakoğlu, panelde yaptığı konuşmada, 28 Şubat'ın ''Türk siyasi tarihinin en önemli olaylarından biri olduğunu'' söyledi. Bülent Orakoğlu, Bir cunta grubu olan Batı Çalışma Grubu'nu deşifre ettiklerini savundu.
Yapmış oldukları bazı çalışmalar nedeniyle kendisinin ve arkadaşlarının 28 Şubat sonrasında görevden alınarak vatana ihanet suçlamasıyla Mamak Askeri Cezaevi'ne kapatıldıklarını hatırlatan Orakoğlu, dönemin etkin isimlerine de sert suçlamalarda bulundu.
Orakoğlu, başta dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olmak üzere bu ülkede ihtilal havasını hep devam ettiren bazı isimlerin olduğunu ifade ederken, bugün dönemin aktörlerinin "Demirel olmasaydı 28 Şubat başarılı olamazdı" diyerek bunu açıkça ifade ettiklerini de sözlerine ekledi.
''28 Şubat hareketinin tamamen dış kaynaklı olduğunu'' ileri süren Orakoğlu, ''Bugün, 28 Şubat sürecini yapanların milli olmadıkları, bu sürece bilerek ya da bilmeyerek katkıda bulunanların dahi aldatıldıkları ortaya çıkmıştır'' iddiasında bulundu. Bu sürecin ''tamamen dışarıdan yürütüldüğünü'', 28 Şubat ile Türkiye'nin ''kapalı bir ülke haline getirildiğini'' öne süren Orakoğlu, şunları söyledi: ''Türkiye, 28 Şubat sürecinde ciddi anlamda bir irtica paranoyasının içine çekilmiştir. Bu tamamen dış kaynaklıdır. Türkiye'de irtica anlamında kesinlikle bir tehdit yoktu. Bu tehdit tamamen dışarıdan Türkiye'yi karıştırmak, toplumu katmanlara bölme amacıyla yapılmış sanal bir tehdittir.''
"Bu cunta gruplarıyla ilgili savcılarımız hâlâ niye bekliyor anlayabilmiş değilim" diyen Orakoğlu, "Ben Eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı olarak buradayım. O dönem Türkiye'de yaşananlarla ilgili herşeyi açıklamaya hazırım" şeklinde konuştu.
Orakoğlu, Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı olduğu dönemde devletin bazı tehditlere karşı korunması amaçlı yasal zeminde dünyanın her yerinde çok kritik dinleme çalışmaları yürüttüklerini de kaydetti.
Orakoğlu bu çalışmaları sırasında terör örgütü PKK'nın sözde cezaevleri sorumlusunu da dinlemeye aldıklarını, telefon dinlemesi sırasında bu kişi ile ordu içinde bir grubun da işbirliği içinde olduğunu tespit ettiklerini belirtti.
Orakoğlu, bu bilginin dinleme kayıtlarında mevcut olduğunu ve dönemin yetkililerine de bildirdiklerini söyledi.
Dinlemeye aldıkları kişilerden birinin isminin Selim Okçuoğlu olduğunu açıklayan Orakoğlu, "Eğer o gün görevden alınmamış olsaydım Okçuoğlu'nu alıp bir hafta içinde bu bağlantıları ortaya çıkaracaktım" dedi.
Orakoğlu, o gün ortaya çıkardıkları bu bağlantı ile terör örgütü lideri Abdullah Öcalan ile ilgili akla pek yatmayan bir bahanede öne sürüldüğünü de sözlerine ekledi.
ZEYBEK: -''28 ŞUBAT'TA BİR KARAR VERİLDİ; REFAHYOL HÜKÜMETİ YA GİDECEK, YA GİDECEK''
Eski bakanlardan Namık Kemal Zeybek ise 28 Şubat sürecinin yaşanmasında ''Refahyol Hükümeti''nin, rant sistemini ortadan kaldıran ''havuz sisteminin'' etkili olduğunu kaydetti.
28 Şubat'ın ''planlı bir süreç'' olduğunu savunan Zeybek, şunları söyledi: ''28 Şubat bir tiyatroydu. Bir karar verildi; Refahyol Hükümeti ya gidecek, ya gidecek. Peki bu hükümetin yumuşak karnı neydi? Oturuldu, düşünüldü ve planlandı. Bu irticaydı. Ve o irtica tehlikesi sahneye kondu. Sincan'da bir tiyatro bahane edildi. Köşede, bucakta kalmış, yıllar önce yapılan ne kadar konuşma varsa, hepsi birden televizyonlarda, gazetelerde... Bu ülkede korku havası doğdu.'' Birilerinin ''28 Şubat'ın bin yıl süreceğini'' söylediğini ifade eden Zeybek, ''Bin yıl falan sürmez de... İnşallah bu millet uyanacak'' dedi.
Eski MİT Görevlisi Mahir Kaynak ta 28 Şubat'ın uzun bir sürecin sonucu olduğunu ifade ederek, ''Refahyol 'ABD'nin ekonomik hakimiyetine son vereceğini' söylüyordu. 'Gücünün yetmeyeceğini' söyledik. 28 Şubat'ın temelinde işte bu vardır, irtica değil'' görüşünü dile getirdi.
SELİM OKÇUOĞLU KİMDİR?
Öcalan, Kenya'da yakalanıp Türkiye'ye getirilmesinden sonra, avukatları arasında Selim Okçuoğlu'nun bulunmasını özellikle istemişti.
Selim Okçuoğlu da kardeşi Ahmet Zeki Okçuoğlu ve diğer avukatlarla bir kez İmralı'ya giderek Öcalan'la görüşmüştü. PKK örgütünün propagandasını yaptığı gerekçesiyle, Ankara DGM tarafından 1 yıl, 1 ay ağır hapis cezasına çarptırılan ve bu karar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onanınca cezaevine girmesi kesinleşen Selim Okçuoğlu, hakkında yakalanma kararı çıkarıldığını öğrenince yurtdışına kaçtı.
Hakkında arama kararı varken yurtdışına nasıl çıktığı merak edilen Selim Okçuoğlu'nun daha sonra Brüksel'de olduğu tespit edildi.
İŞTE NAZLI ILICAK'IN DÖNEMİN KİRLİ İLİŞKİLERİ İLE İLGİLİ ÖNEMLİ İDDİALARA YER VERDİĞİ 10.09.2003'TE TERCÜMAN'DA YAYINLANAN YAZISI...
28 Şubat ve PKK ilişkisi
Acaba, Bursa Cezaevi dinlenirken, PKK sorumlusu Sabri Ok'un, bazı temasları ortaya çıkmasaydı, gene de Orakoğlu ve Hanefi Avcı hedef tahtası haline gelir miydi?
Genelkurmay'da bazı deliller Apo'ya tuzak kurmak için mi, onun adamlarıyla temasa geçti?
Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı, Bursa Cezaevi'nde bulunan PKK temsilcisi Sabri Ok'un telefonlarını dinlerken, bazı bilgilere ulaşmıştı. O tarihte Bülent Orakoğlu İstihbarat Daire Başkanı, Hanefi Avcı ise İstihbarat Dairesi Teknik İşlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı idi.
Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra, İmralı'daki mahkemeye bir tutanak sundu. 2 Haziran 1999'da Star bu tutanaklara dayanarak, Öcalan'ın bir aracıyla ateşkes için ilişkiye girdiğini iddia etti. 3 Haziran 1999'da Hürriyet "Kim bu esrarengiz aracı" sorusunu ortaya attı. 4 Haziran 1999'da Enis Berberoğlu "İstihbarat oyunu Apo'yu kandırdı" başlığı ile yayınladığı makalesinde, askerlerin Apo ile yakın temasta bulunduğunu, ama bunun tuzak olduğunu ileri sürüyordu. Berberoğlu, Apo'nun nasıl aldatıldığını makalesinde şu satırlarla açıklıyordu:
"1997'de Nisan ayında, Hollanda'nın Arnheim kentinde, PKK'yı temsil eden (muhtemelen) Kâni Yılmaz ile, Genelkurmay'ın iki yetkilisi görüşmüştür. Bunun ardından 14 Mayıs 1997'de Kuzey Irak operasyonu gerçekleşmiştir. Aynı şekilde, 30 Temmuz 1998'de, PKK'ya cezaevinden ateşkes isteniyor haberi gelmiş, hatta Türk tarafının iyi niyetini kanıtlamak için Süleyman Demirel'in Mehmet Ağar'ın düğününe gitmesine izin verilmediği mesajı PKK liderine ulaştırılmıştır. Apo da buna inanarak 1 Eylül 1998 günü ateşkes ilân etmiştir. Halbuki ateşkesin akabinde, Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş, ondan hemen sonra da, 1 Ekim'de, Süleyman Demirel, PKK'yı kovması için Suriye'yi tehdit etmiştir."
Berberoğlu, "Bu bir tuzaktır, çünkü, Apo'nun istediğinin tam aksine hareket edilmiştir" diyordu. Ama, ya, Apo ile temas kuran ve aracı gönderen ekiple, Kuzey Irak'a operasyon yapan veyahut Suriye'yi tehdit eden grup birbirinden farklıysa? O zaman, Berberoğlu'nun iddiası da çöküyordu. Pekalâ, bir kanat uzlaşma peşindeyken, farklı görüşte olanlar askerî operasyonları sürdürebilirlerdi. Eğer Apo'ya tuzak kurulmuşsa, bu temas sonunda hangi istihbarî bilgiler alınmış, Türkiye lehine ne gibi bir avantaj sağlanmıştı?
5 Temmuz 1998'de, 32'nci Gün haber programında Hanefi Avcı, Mehmet Ali Birand'a "Devlet içinde bir grubun PKK ile işbirliği yaptığını, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'nın söz konusu o kişiyi tesbit ettiğini" söylemişti.
Öcalan yakalandıktan sonra, DGM savcılarına verdiği ifadelerde, Hanefi Avcı'yı teyit ederek ateşkes konusunu şu şekilde dile getirmişti: "Ateşkes önerisi bize Avrupa temsilcimiz Kâni Yılmaz ve Şahin kod adlı Ferhat Abdi isimli arkadaş tarafından getirildi. Abdi Şahin isimli arkadaşımıza da, Selim Okçuoğlu isimli ve avukatlık yapan HADEP'te de faaliyet gösteren kişi getirmiş.
Bana getirilen ateşkes önerisi çok kapsamlıydı. Olağanüstü halin ve geçici köy koruculuk sisteminin kaldırılacağı, Türkiye'nin üniter yapısına halel gelmemek kaydıyla bir takım düzeltmelere girişileceği belirtiliyordu. Bu belge sanırım şimdi Avrupa arşivimizdedir. Aynı konuda, cezaevleri temsilcimiz Sabri Ok'la bir görüşme yapılmış. Sabri Ok, kendisi ile de görüşüldüğünü ve aynı önerilerin kendisine de yapıldığını söyledi. Yine sanırım Genelkurmay'ın Toplumsal İlişkiler Başkanlığı'nda çalışan bir Albay, Brüksel'deki temsilciliğimize kadar gelmiş ve aynı önerileri getirmiş. Ben önerilerin ciddiyetine inandım."
Dikkat ederseniz Abdullah Öcalan, MGK gizli yönetmeliğin meydana çıkmasından sonra, gündeme giren Toplumsal İlişkiler Başkanlığı'ndan söz ediyor. Bu başkanlık, psikolojik harekâtı yürütüyor. Gerçekten Apo'ya tuzak mı kurulmuştu, yoksa, farklı ve tamamen bağımsız hareket eden bir kanat mı böyle bir işe soyunmuştu? Orasını anlamak zor.
Bülent Orakoğlu, Selim Okçuoğlu'nun Apo ile İmralı'da görüşme yaptığını, sonradan yurt dışına çıkıp kaybolmasına izin verildiğini hatırlatıyor.
İster istemez insanın zihninde bazı soru işaretleri beliriyor. Bülent Orakoğlu'na yönelik tehditler... Orakoğlu'nun alelacele Türkiye'den uzaklaştırılması... Sonradan hem onun, hem de dinlemeleri yapan Hanefi Avcı'nın yargılanmaları... Muhtemelen siyasilerden de gizli tutulan Toplumsal İlişkiler Başkanlığı'nın Brüksel'deki temasları... Apo yakalanınca avukat olarak ortaya çıkan Selim Okçuoğlu'nun, birden bire yurt dışına gidip, ortadan kaybolması.
Eğer, 28 Şubat olayı olmasaydı ve Türkiye'de asker siyaset ilişkileri doğal dengesi içinde yürüseydi, kimse, "Ne dolaplar döndü?" diye şüphelenmezdi. Ama şimdi kuşku duyuyoruz: Acaba, 28 Şubat'ın temelinde sadece irtica değil de, PKK ile bazı ilişkileri gizleme çabaları da mı yatıyor?
Kupür altı 1: Kıyamet Koparan Belge: Batı Çalışma Grubu belgesi 10 Temmuz 1997'de Sabah gazetesinde yayınlandı. Belgeyi Deniz Kuvvetleri Komutanı adına Koramiral Aydan Erol imzalamıştı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, her alt birimden, kendi bölgelerindeki, dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları, işçi ve işveren sendikaları, konfederasyonlar, yüksek öğretim kurumları, yurtlar, üst düzey yöneticiler (vali, kaymakam, belediye başkanları ve daire başkanlarına ait biyografiler ve bu kişilerin siyasi görüşleri) il genel meclisi üyeleri, siyasi partiler, partilerin il ve ilçe teşkilâtı yönetim kadroları, yerel tv, radyo, gazete vs. hakkında bilgi toplanmasını, bilgilerin derlenmesinde gizliliğe azami dikkat gösterilmesini talep ediyordu.
Kupür altı 2: 28 Şubat'ta işbirliği: 3 Temmuz 1997'de, Hürriyet gazetesi, "Müthiş İtiraf" başlığıyla yayınlandı. "Casus onbaşı" Kadir Sarmusak'ın itirafları ele geçirilmişti! Sarmusak, "Emri İstihbarat Başkanı Orakoğlu'ndan aldım" diyordu. Bugünkü bilgiler ışığında olayları değerlendirirsek, medya-asker arasındaki dayanışmayı daha iyi anlayabiliriz. Sarmusak, Batı Çalışma Grubu belgesi Genelkurmay'a ulaşınca, tutuklanmış, işkence altında Orakoğlu'nu suçlamıştı.
Ama bu suçlamalar, ilk başta basına yansıtılmadı. Sarmusak'a sadece 35 günlük oda hapsi cezası verildi. Orakoğlu da, hayatı tehdit altında denilerek, Amerika'ya gönderildi. Hükûmet değiştikten sonra, Milli Savunma Bakanlığı konuyu ele aldı ve vatana ihanetten dolayı Kadir Sarmusak Mamak Askerî Cezaevi'ne konuldu. Hürriyet gazetesinin yukarıdaki haberi de, Orakoğlu'nun tutuklanmasının zeminini teşkil oluşturacaktı.
Ordu+Medya= 28 Şubat.
Nazlı Ilıcak, Tercüman
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...