İşte Ahmet Hakan'ın Hürriyet'teki köşe yazısı...
BİZ köşe yazarları, ikide bir köşelerimizde, "Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’e ait darbe günlükleri..." diye yazıyoruz ya...
Ey ahali!
Duyduk duymadık demeyin!
Kazın ayağı hiç de öyle değilmiş...
Gerçi "Darbe Günlükleri"nin emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait bilgisayarda yazıldığı mahkeme kararıyla tescillenmiş tescillenmesine ama iş burada bitmiyormuş ki...
Ne malummuş Özden Örnek Bey’in bilgisayarını ele geçiren art niyetli bir iblisin, oturup "Sevgili günlük... Bugün de darbe yapamadık... Şener yine bastırdı... Hurşit yine boş durmadı... Ama sıfıra sıfır elde var sıfır" diye klavyenin tuşlarını tıkırdatmadığı?
Hem "Paşa", mahkemeden çıkan "Bu günlükler Paşa’nın bilgisayarında tutulmuştur" kararına rağmen...
Hálá "Ben yazmadım" demiyor muymuş?
Koskoca bir kuvvet komutanı yalan söyler miymiş canım?
Bekleyecekmişiz...
Mahkeme, "Bu günlükleri bilgisayara yazan kişi Özden Örnek Paşa’dır" diye karar verecekmiş...
Ancak ondan sonra bir şey söyleme hakkına kavuşabilirmişiz...
* * *
Buraya kadar anlattığım yaklaşımın sahibi CHP’li Onur Öymen’dir.
Kendisi dün akşamüzeri yaptığımız telefon görüşmesinde...
Her zamanki gibi yine acayip soğukkanlı ve ikna edici bir ses tonuyla bunları anlattı bana...
İkna gücü o kadar yüksekti ki...
Telefonda dinlerken, kendimi "Tabii... Doğru... Gerçekten de..." gibi onay kelimelerini ardı ardına sıralarken yakalayıverdim...
Ve fakat...
Deli gönül uslu durmaz!
Kafamı biraz toparlayıp, "Darbe Günlükleri" konusunda küçük çapta bilgi tazelemesi yapınca...
Onur Öymen Bey’in tezi kafamda darmadağın olmasın mı?
Huzursuz bir şekilde "Ne tabiisi? Ne doğrusu? Ne gerçekteni?" falan diye sayıklamaya başladım...
İşin aslı şuydu:
Onur Bey beni çocuk kandırır gibi kandırmıştı...
Bana, "Ben günlüklerin Özden Örnek Bey tarafından yazılmama ihtimalini sevdim" dizesini okumuş, ben de dalgın bir şekilde bu duyguya ortak olmuştum...
Ama uyandım tabii... Hem de çok geç olmadan...
* * *
Yüreğimin aydınlanması şöyle gerçekleşti:
Diyelim ki gerçekten de o günlükleri Özden Örnek yazmamış olsun...
O zaman "koskoca" bir kuvvet komutanının daha evindeki ya da ofisindeki bilgisayarına sahip çıkamadığı gerçeğiyle baş başa kalmıyor muyduk?
Hatta öyle böyle bir "sahip çıkamama" durumu değil...
Adamın bilgisayarına beş kelimelik bir şifre yazılıp kaçılmamış ki...
Yazılışı günlerce sürecek oylumlu bir günlükten söz ediyoruz yahu...
Özden Paşa, mahkemede bu durumu nasıl açıklayacak çok merak ediyorum...
İkinci olarak...
Ben bu topraklardan...
Özden Örnek Bey’in ağzından günlük gelişmeleri günü gününe yazabilecek, üstelik hayli inandırıcı olabilecek kapasitede bir psikopatın çıkacağına da zerre kadar ihtimal vermiyorum...
* * *
Ama insan yine de bu işin mahkeme safhasını acayip merak ediyor...
Şundan dolayı...
Benzetmek gibi olmasın ama hani hırsızlık yaparken suçüstü yakalanan bir adam, hákim huzuruna çıkınca, "Avukatımı istiyorum" diye bağırmış da, hákim "Evladım, suçüstü yakalanmışsın... Avukat seni nasıl savunacak?" deyince hırsız "Ben de onu merak ediyorum" demiş ya...
Bendeki merak da, biraz böyle bir merak işte...
Koru’suzluk özlemi
O Fehmi Koru ki...
Memleketimizde duman tütmez, ocak kaynamazken...
Yani "Adeta İsveç canım" denilen günlerde bile...
En babasından bin türlü komplonun tam gözünden vurmasını bilmiş bir adamdır.
Fakat... Heyhat!
Paşalar gözaltına alınırken... Sinan Aygün, "Bu adamlar beni zorla başbakan yapacaklar" diye söylenirken... Bir "romantik", Savcı Zekeriya Bey’in tespih merakını ifşa ederken... Mustafa Balbay kahramanlıkta İlhan Abi’yi bile sollarken... "Derin Yenge"miz "Derin Abi"mizle mahpushanede evlenirken... Erol Mütercimler cepten konuşmaya tövbe derken... El Kaide, Amerika’nın "İstinye Kalesi"ne pek de usta işi olmayan bir operasyon düzenlerken... Arkadaşı Abdullah Gül, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ü Çankaya’da ağırlarken...
Yani develer tellal, pireler berber iken...
Fehmi Koru’muz ortada yok... Saat dört... Yok... Saat beş... Yok... Yok Allah yok...
Artık "yıllık izinin bir bölümü"nü mü kullanmakta, yoksa Allah göstermesin gazetesiyle arasında bir "tatsızlık" mı vuku buldu, bilemiyorum...
Ama şurası kesin ki: Olan bize oldu...
Kaldık mı Yalçın Küçük’ün fazla tatlı, Mahir Kaynak’ın fazla ekşi teorilerine?
Neyse...
En iyisi Fehmi Koru’ya "Geri dön" diye seslenelim...
Tehdit gibi algılamasın ama eğer tez elden geri dönmezse...
"Kıbrıs’taki tarihi toplantıya Hürriyet’ten tek bir yazar bile katılmadı... Bunlar nasıl gazeteci yahu?" havasında yazdığı yazıyı arşivden çıkarıp didikleyeceğim...
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...