Yasemin Çongar'ın köşe yazısı
Yeni Şafak'ta, 6 Ağustos günkü Taha Kıvanç imzalı sütundan, yazarın bir 'dostuna' atfettiği cümleler:
"Gazeteler ve itirazcı kalemler engelin başörtülü eş olduğunu söylüyorlar, ama aldanma, Gül'ün önü Washington'daki Neo-Çılgınlar tarafından kesilmek isteniyor... Eşin başörtüsü bahane, Washington'un niyeti şahane..."
Gerçekten öyle mi?
ABD yönetiminin içinden, kenarından ve karşı cenahından kişilerle konuşunca alıyorsunuz ki, Kıvanç'ın 'dostu' yarı-haklı.
Haklı, çünkü 'Neo-Çılgınlar' tarifinin anlattığı çevre, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmasını hiç mi hiç istemiyor.
Gül'ün önünün kesilmesi çabasını, bir bütün olarak 'Washington'un niyeti' gibi görmek ise, bence haklı bir teşhis değil.
***
'Neo-çılgınlar' derken, genelde 'yeni muhafazakar' diye tanınan, önemli bölümü İran'a saldırılmasını isteyen ve, hepsi değil ama çoğu, Türkiye'de darbe şakşakçılığı yapan 'şahinler'den söz ediyorum.
Bu grubun Gül'e ziyadesiyle soğuk baktığını, Çankaya konulu sohbetlerde bir kez daha gördüm ve doğrusu şaşırmadım.
Zira, mesela, en son Harp Akademileri Konferansı'ndaki konuşmasıyla ünlenen 'uzmanın', iki yıl önce Washington'daki bir panelde, Gül hakkında, "Bu adam yalancı" diye bas bas bağırdığını unutmadım.
Bu çevrenin 'Karanlıklar Prensi' diye bilinen ağır topunun, geçen haziranda, TSK'nın siyasete müdahalesini savunup AKP'nin 'gizli gündeminden' dem vururken, 'Başbakan Erdoğan'ı değil, çevresini' kastettiğini belirterek, oklarını Gül'e de çevirdiğini hatırlıyorum.
AKP'yi 'İslamofaşist' diye damgalayan başka Neo-Çılgınların, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile Gül arasındaki yakın diyaloğu eleştirdiklerini; ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson'ı, 'Türkiye'de irtica tehlikesi görmediğini' söyledi diye yerden yere vurduklarını; Rice'ın 27 Nisan'dan sonra AKP üzerinden demokrasiye destek vermesine kızdıklarını biliyorum. Bu çevre, 22 Temmuz üzüntüsünü de gizlemedi; sonuçları, Türkiye'nin 'hızla İslamileşmesine' dayandıran ve bizi biraz bilen hiçkimsenin ciddiye almadığı makaleler yayımladı.
Şimdi sorunca, 'Gül'ün cumhurbaşkanlığı laikliğin altını oyar' diyorlar. Çankaya'ya, Milli Görüş hareketiyle bağı olmamış, eşi başını örtmeyen, hatta AKP'li olmayan birisinin çıkmasını istiyorlar.
***
Gerçi 'Neo-Çılgınların' Bush yönetiminin içine uzanan kolları var, ama yönetimin Gül'e 'muhalif' olduğu söylenemez.
Aksine, Gül'ün Çankaya'ya çıkmasını 'demokratik' bulan, başörtülü bir cumhurbaşkanı eşi fikrini 'dinsel özgürlüğe saygı' temelinde destekleyen, bunu laikliğe aykırı görmeyen ABD'li yetkililer dinledim.
Bu çevre, '1 Mart tezkeresini Gül'e fatura etme' noktasından uzaklaşmış; Gül'ün uluslararası itibarını ve bu sayede Çankaya'nın dış ilişkilerde yeniden rol alacak olmasını önemsiyor.
Bir ABD'li diplomat, Gül'ün 2003-Tahran konuşmasını hatırlatıp, "Aynı demokratik mesajı, İslam ülkelerine 'Türkiye'nin cumhurbaşkanı' sıfatıyla verdiğini düşünsenize" dedi.
Bir başkasına göre, "Uluslararası gelişmeler hakkında bilgiyle ve popülizme kapılmadan konuşabilecek popüler bir cumhurbaşkanı, Türkiye için büyük kazanç olabilir".
Ayrıca ABD'liler, Gül'ün Amerikan insan hakları raporlarına 'ihlalci' konumunda geçmeyerek ve Washington'ı mutlaka ziyaret ederek, selefinden ayrılacağını düşünüyorlar. Gül'ün veto rekoru kırmayacağından, MGK toplantısında Erdoğan'a anayasa fırlatıp kriz çıkarmayacağından da herkes emin.
ABD'li yetkililerle etraflıca konuşunca, mesela İlter Türkmen'in şu cümlelerinin altına rahatlıkla imza atacaklarını hissediyorsunuz:
"Demokrasi açısından Gül'ün seçilmesinden daha doğal bir şey olamaz... İyi bir cumhurbaşkanı olacağı konusunda peşin hükümlüler dışında kimsenin tereddüdü yok... Gül'ün, adaylığından bir başka AKP'li lehine feragat etmesi de mantıkla bağdaşmıyor."
***
Buna karşın, Türkmen gibi, ABD'li yetkililer de, 'Cumhurbaşkanı konusunda uzlaşılsa iyi olur' diyorlar. Bu vurgunun nedeni, TSK'nın Gül'ün cumhurbaşkanlığını istemediği inancı.
Sorunca, ordu sürece müdahale ederse, bunu 'eleştireceklerini' de söylüyor ABD'li yetkililer, ama daha ileri gitmiyorlar. İzlenimim o ki, Washington, 'iyi cumhurbaşkanı olacağından tereddüt duyulmayan' bir kişinin, 'demokrasi açısından en doğal bir şekilde' bu göreve gelmesini, olgunlukla karşılayacağı konusunda TSK'ya güvenemiyor; Türkiye'de demokrasinin gereğini yapmanın maalesef hala 'riskli' olduğunu düşünüyor.
Mesele de burada. Türkiye'nin demokratikleşmesi artık bu riskin alınmasını gerektiriyor. İş, AKP'nin risk yönetimini nasıl yapacağında; içte ve dışta demokratların buna ne katkı vereceğinde düğümleniyor.
(Milliyet)
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
|
|||||
|
Bunlar da ilginizi çekebilir...