Depremler, İlahi takdir olarak gerçekleşen tabiat olaylarıdır. Dünyada bazı ülkelerde depremler, daha sık ve şiddetli yaşanır. Japonya bu ülkelerden biridir. Nitekim bu ülkede tüm yapılaşmalar deprem tehlikesine karşı dayanıklı olarak yapılmıştır. Bu sebepledir ki bu ülke insanları, alınan önlemler sayesinde, minimum zararla depremle yaşamaya alışmışlardır.
Esasen Türkiye de depremlerin sık yaşandığı bir ülkedir. Geçmiş yıllarda çok sayıda ölümlü depremler oldu. Erzincan depremi (1939, 1992), Varto depremi (1966), Gölcük depremi (1999), Van depremi (2011) bunlardan sadece bazıları. Bu depremlerin bazılarında binlerce insanımız vefat etti, yaralandı, yüzbinlerce yapı hasar gördü, yıkıldı.
Bütün bu yıkıcı depremlere rağmen, maalesef ülkemizde yıllardır depreme dayanıklı yapılar yapılamadı. Çoğu müteahhitler malzemeden çalarak yaptıkları yapılarla insanlarımızın yok olmalarına zemin hazırladılar. Her bir depremden sonra, bir dönem sürdürülen yayınlara, konuşmalara, vaadlere, tartışmalara rağmen bir türlü depreme dayanıklı yapılaşmalar yapılamadı. Hatta bazı belediyeler, depreme dayanıklı yapılaşmayı amaçlayan “KENTSEL DÖNÜŞÜM” çabalarına şiddetle karşı çıkarak mani oldular.
Yapılaşmaya çok ciddi disiplinin getirilmesi, ihmali, ihlali olanlara yönelik adam öldürmeye eşdeğerde cezaların öngörülmesi gerekir. Yapı ihlallerine yönelik yaptırımların uygulanması için depremler beklenmemelidir.
Burada bir fıkra anlatmak istiyorum.
Merhum Nasrettin Hoca, bir gün çocuğunun eline bir toprak testi verir ve ona “git testiyle çeşmeden su getir” der. Bu sözü söyledikten sonra çocuğun ensesine bir tokat atar.
Komşular Hocaya derler ki, “testiyi kırmadığı halde çocuğa neden tokat atıyorsun”?
Hoca der ki, “testi kırıldıktan sonra tokat atmanın ne manası kalır ki”!
Benzer şekilde, depremde on binlerce insan öldükten sonra malzemeden çalanların cezalandırılması, ölenleri diriltmiyor. Bu sebeple, malzemeden çalanlara üç tür ceza verilmeli:
Birincisi, 36 yıl hapis cezası; İkincisi, ağır para cezası; Üçüncüsü, bu kişilerin doğrudan ya da başkaları vasıtasıyla müteahhitlik yapmalarının kesinlikle yasaklanması.
Malzemeden çalanlara ruhsat verenlere de benzer cezalar verilmeli; şayet bu kişi kamu görevlisi ise bir daha kamu görevine geri dönemeyecek şekilde görevinden uzaklaştırılmalı.
Bu önlemler alınmadığı takdirde, her bir deprem sonrasında ciğerlerimiz yanmaya devam edecektir. Verilen her bir vaad, bir müddet sonra buharlaşıp uçacaktır.
Bu sebepledir ki, her şeyden önce vatandaşlarımızın, depreme dayanıklı yapılaşma konusunda mutlaka hassas olmaları gerekiyor.
Bir belirleme: Binalar inşa edilirken demir, çimento vd. yapı malzemeleri eksik bırakıldığında, binalar çöküyor, insanlar ölüyor. Eğitim vd. yollarla insanlar inşa edilirken, edep, haya, ahlak, erdem eksik bırakıldığında, insanlık çöküyor. İnsanlık çöktüğünde de alınacak maddi önlemler yetersiz kalıyor. Bu sebepledir ki malzemelerden çalmaya eğilimli olmayan kişilerin yetiştirildiği bir eğitim modeline ihtiyaç var.
Bu sebeple, şu söze klişe olarak yer verelim:
“Nasıl olmalıydı bilmiyorum ama, böyle olmamalıydı”.
Şayet yukarıdaki önlemler alınmadığı, vatandaşlar, yapı malzemelerinin çalınmasına, sağlıklı yapılaşmaya ilişkin kuralların ihlal edilmesine yönelik üst düzeyde tepkilerini ortaya koymadıkları takdirde, depremzede bir çocuğumuzun söylediği “…depremde amcamı kaybettim, dedemi kaybettim, yengemi kaybettim, ondan sonra kötü kötü şeyler oldu, abla şimdi bir şey diyim mi, saçma gelecek ama, dürüst olunacaksa ‘valla abla koruyamıyoruz’, adam gibi hiçbir şey de yapamıyoruz…” gibi sözler tekrar tekrar söylenecektir.
Bir daha benzer felaketlerin yaşanmaması için, 6 Şubat’ı unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız.
100 Yıllık Bütün Birikimler 1 ya da 10 Saniye İçinde Yok Oluyor.
İnsanoğlu sanki bin yıl yaşayacakmış, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışıyor. Evler yapıyor, saraylar inşa ediyor. Ama bazı yapı malzemesi hırsızları, yapıları o kadar kötü yapıyorlar ki, bazen bir saniye, bazen 10 saniye süren bir deprem bütün bunları yerle bir ediyor. Kayıplar sadece malların yok olması ile sınırlı kalmıyor, binlerce canlar da telef oluyor. Bu sebeple, sevdiklerimizi üzmemek için 6 Şubat’ı unutmayalım, unutturmayalım, aksi halde, 6 Şubat’ların tekrardan yaşanması mümkün ve muhtemeldir. Çünkü deprem saatler önceden ben geliyorum demiyor; birden geliyor ve olacaklar oluyor; her şey birkaç saniye içinde yok oluyor; üzülüyoruz, üzülüyoruz, üzülüyoruz…
Biraz da âşıklardan dinleyelim:
Çimentodan çalınırsa;
Demir eksik alınırsa;
Bir de torpil durulursa;
Bunları önlemek zormuş (Âşık Fedai).
Kimsenin yanına kalmaz olanlar;
Haktan bulur belasını bulanlar;
Dükkân için kesilir mi kolonlar;
Olmaz olsun böyle müteahhitler (Âşık Erol Ergani)
Çaresizlik Ölümden Beter
İnsanlar umutla yaşarlar. Çaresizlik, insanları acziyet içinde perişan eder.
İnsan, bir de yaradana inanmıyorsa, çaresizlik onun için en zor durum demektir.
Yaradana inanmak, Müslümanlar için bir manevi sığınaktır. Fakat yaradana inanmak, depremlere maruz, depremlerin yaşattığı acılar ortadan kalkmıyor, inananların depremlere karşı dayanıklı yapılar yapma yükümlülüğünü ortadan kaldırmıyor.
Bu sebepledir ki, çaresizlik bir beşeri olarak insanın en zor anlarıdır.
Bazen insan kendi yaşamını koruma konusunda çaresiz kalır. Çaresizliğin neticesi ölümle sonuçlanabilir. Bazen de en çaresiz anında, bir yardım eli onun kurtuluşuna vesile olabilir. Ama kurtarıcı bir el uzanmadıkça, çaresizlik, çoğu kereler ölümle neticelenir.
Bazen de insan depremin yıkıntıları altında kalan evlatlarının, anasının, babasının, eşinin (refika-i Hayat), amcasının, dayısının, halasının, teyzesinin, yengesinin, kuzenlerinin yıkıntı altında kaldığı durumlarda çaresiz kalır. Bu, öyle bir çaresizliktir ki, enkaz altında kalan tüm bu akraba ve dostlarının yardım çığlıklarını ruhunun bütün derinliklerine kadar işittiği halde ellerinden bir şey gelmez. Yardım ekipleri, ya müdahalenin imkânsızlığı, ya deprem bölgesinin çok geniş olması, ya kurtarma ekiplerinin yetersiz kalmaları ya da diğer daha başka sebeplerle, bu kişileri kurtaramazlar. İnsan bu yakınlarının, feryatlarını saatlerce, belki günlerce işiterek, çaresizlik içinde ölümlerine mani olamaz.
Bütün bu çaresizlikler, insanın ruhunda derin, onarılmaz yaralar açar. İnancı varsa bu kişini tek tesellisi ahirete imandır. Ama yine de insanlar bu dayanılmaz çaresizlik içinde bir ömür yaşayacağı psikolojik tahribatlara maruz kalabilir. Kişilerde imanları derecesinde bu tahribatın etkisi azalabilir.
6 Şubat 2023 gecesi, umutların, hayallerin ve hayatın durduğu gecedir. Tüm Türk milleti çaresizliği o gecede hissetti ve anladı. Çaresizlik, o dehşetli gecede çocukların, annelerin, babaların, gençlerin sesini duymak ama yüzünü görememekti, elini uzatıp çekip enkazların altından çıkaramamaktı, onlar yıkıntıların altındayken ümitsizce beklemekti.
İman sahibi olmak, bu çaresizliklere bile bile sebep olmayı meşrulaştırmaz. Bu sebepledir ki, insanlarımızın bu çaresizlikleri bir daha yaşamamaları için 6 Şubat’ı unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız. Yukarıdaki resimde yazılı olan sözü tekrarlayalım:
“Siz çaresizlik nedir bilir misiniz; 6 Şubat’ı bu yüzden unutmamalıyız”.
En Uzun Gece 6 Şubat 2023 günü
İnsanlar için bazı anlar vardır ki, bir saat bir sene gibi, bir gün bir ömür gibi uzun sürer, bir türlü bitmek bilmez.
İşte gerek depremzede vatandaşlarımız, gerekse depremzede vatandaşlarımızla ruh ve beden olarak bütünleşen milletimiz için, hakikaten tarihimizde en uzun gecemiz, 21 Aralık değil, 6 Şubat 2023 gecesidir. Hatta ahaber muhabirinin deyimi ile 6 Şubat gecesi 65 saniye süren deprem sanki 65 asır sürdü. 6 Şubat depremlerinin acılarını fiilen ya da ruh ve vicdanlarında yaşamayanlar için en uzun gece 21 Aralık’tır. 6 Şubat depremini tüm ruh ve vicdanımla bütün ağırlığı ile yaşayan birisi olarak benim için de en uzun gece 6 Şubat 2023 gecesidir.