Yazıklar olsun / kaderin böylesine, Yazıklar olsun / Herşey karanlık, nerde insanlık / Kula kulluk edene yazıklar olsun...
Yükselen melodi arabanın açık canlarından caddeye yayılıyor.
Görünen tablo, yaşananlar tam da bu şarkının sözlerindeki gibi...
Çok bekleyipte anlatılmamış ne varsa bir çırpıda yüreğinden taşıp, sigaranın efkarlı dumanı ile buluşuyor.
Şoför koltuğunda oturan muhterem zat, belli ki dertli.
Hatta her birimizin yaşadığı haksızlıklara da bakarsak bir hayli öfkeli.
Ben gibi.
Sen gibi.
O gibi...
* * *
Emekli.
10 bin lira maaşla.
Bir Köroğlu bir ayvaz kalmışlar.
Ama zorlukla yetiştirdikleri çocuklarına yük olmanın mahcubiyetini yaşıyorlar.
Oysa hayatlarının sonbaharında torunlarına verebilecekleri, küçük bir hediye, harçlık en büyük mutlulukları olurdu.
Olur olur!
Belki bir gün!..
Demeyin.
Kim bilir belki bir savaş çıkacak, büsbütün perişan olacaklar.
Belki de ölecekler...
* * *
2 çocuklu yoksul bir aile.
Evin tek çalışanı baba.
Asgari ücretle yaşam savaşındalar.
Ekmeğe soğanı katık ediyorlar.
Yutkunurken acı soğanı; Yakında bunu da bulamazsak endişesi ile.
Şükrediyorlar.
* * *
Onca yıl dirsek çürütüp okumuş.
Sevdiği mesleğinde çalışmak için can atıyor.
Genç, heyecanlı Ülkesine faydalı bir kişi olmak için onca emek sarf etmiş.
Ülkenin en itibarlı mesleği doktor, mühendis, avukat olmuş.
Ama yok işte.
Hayat sanıldığı gibi değilmiş.
Okuyunca meslek sahibi olunuyor da iş sahibi olunmuyormuş!..
Böyle beklenmedik düş kırıklıklarına sürekli dayanıklı bir hayat var mıdır?
Mümkün müdür?
Of...oof...Güzel günlerin boş vaatlerle dolu gelmesine çok var!
Öyle görünüyor.
Ne dersiniz?
O zaman zalimin zulmünü kader sanan çaresizliğe de...
Yazıklar olsun!!!