2 Nisan 2007
Röportaj boyunca öğrenmek istediğim asıl şey Ayşe Sucu’nun, başını neden saçları önden gözükecek şekilde örttüğü ve kendisini başı açık niteleyip nitelemediğiydi. Tüm dini formasyonuma rağmen, bu örtü şekli bir yere koyamıyordum. O soruya gelene kadar Sucu’nun anlattıkları aslında nasıl bir şartlanmışlık içinde olduğunu gösteriyordu. Tabii benim de. Israrla bir şeyin altını çiziyordu Sucu: “Aslolan özdür, ama biz dini hep şekil ve ritüeller üzerinden yorumladık. O yüzden Peygamberimizin yaşayarak ısrarla işaret ettiği hoşgörüden uzaklaştık ve dini hep yanlış yorumladık.” Sucu, şekil üzerinden yapılan değerlendirmelerden hayli rahatsız. Çünkü 96’da kurduğu TDV Kadın Kolları ile Türkiye’nin en büyük kadın hareketini yürütmesine rağmen, çalışmaları başörtüsü kadar gündemde değil. Burada bu hareketin detaylarını okuyacaksınız. Ha; o merak ettiğim sorunun cevabı mı? Okuyun lütfen…
TURKTİME: TDV Kadın Kolları’nın kurucu başkanısınız. Kadın Kolları ihtiyacını neden hissettiniz?
AYŞE SUCU: Uzun yıllar Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev yaptım ve bu süreç beni toplumun her kesimiyle diyalog içinde olmamı sağladı. Kadınlarımızın, özelliklede etkin ve yetkin, belli konumlarda olanlarının gidebilecekleri, rahatlıkla dini bilgileri ilk ağızdan öğrenebilecekleri yerler aradıklarına tanık oldum. Malumunuz, Diyanet işleri Başkanlığı kadınlarımıza Kuran Kursları ve bazı camilerde vaizelerle hizmet veriyor. Ancak bazı kadınlarımız haftanın belli günleri veya saatleri içinde eğitim alabilecekleri,uzman kişileri dinleyebilecekleri, sorularına doyurucu cevaplar bulabilecekleri yerler arıyorlar. Bunlara yönelik nasıl çalışma yapabiliriz diye bir arayış içine girdim ve dönemin Başkanına bir proje götürdüm. Projem Başkan tarafından uygun görüldü ve Diyanet Vakfı’na yönlendirildim. Yanımda yer alan birçok farklı meslekten bir grup hanımefendiyle bir araya geldik ve neler yapabileceğimizle ilgili bir çalışma yaparak 1996’nın sonuna doğru kuruluşumuzu gerçekleştirerek çalışmalarımıza başladık.
TURKTİME: Neler yaptınız?
AYŞE SUCU: Önce eğitim dedik ve birkaç açıdan yaklaştık Dinin doğru anlaşılması, din üzerinden kadın istismarının önlenmesi, kadınlarımızın toplum meselelerine katılması, dini söylemlere kadın bakış açısının yansıması hususlarında çalışmalar yaparken Halk Eğitim Merkezleri ile işbirliği yaparak okuma yazma ve meslek edindirme kursları açtık. İlahiyat Fakültelerinden ve diğer üniversitelerden felsefe, tarih hocalarıyla, din psikolojisi, din sosyolojisi hocalarıyla görüşmeler yaptık ve bir takım dersler koyduk. O dönemden bu zamana kadınımızı bilgilendirme adına pek çok seminer, konferans ve panel düzenledik. Bunun yanı sıra dil kursları, diksiyon, musıki, tezhip, ebru, okuma yazma, dikiş nakış gibi el becerileri kursları açarak kadınımıza hizmet sunduk. Gençlere dönük seminerler ve birtakım faaliyetler de çalışmalarımız arasındadır.
TURKTİME: Kadınların derslere ilgisi nasıl?
AYŞE SUCU: Kadınımız, fıtratları gereği manevi konulara ve kendini yenilemeye/geliştirmeye daha yatkın. Güzel bir söz vardır; “Tabiat boşluğu sevmez” diye. Eğer siz o boşluğu doldurmazsanız, birileri gelir ve yanlışlarla doldurabilir. Biz de, kadınlarımızın bu arayışlarını ve ihtiyaçlarını sağlıklı ortamlarda ilk ağızdan bilgiyi sunarak gidermeye çalışıyoruz.
TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK KADIN KURULUŞUYUZ
TURKTİME: Geçen süreye baktığınızda çalışmalarınızın karşılığını alabildiğinizi söyleyebilir misiniz?
AYŞE SUCU: Evet. Biz ilk başladığımızda 30-40 kişiyle başlamıştık. O yıl birden 300 katılıma ulaştık. Birkaç yıl içerisinde 3 binlere çıktı. Bu gün 5 bini aşan üyeye sahibiz. Bu, sadece ismi bizde kayıtlı olanlar. Bir de o sayıya yakın, ismi bizde yazılı olmayan ama çalışmalarımızı üyelerimiz gibi takip eden hanımefendiler ve beyefendiler var. Şu an Türkiye’nin en büyük kadın kuruluşu olduğumuzu söyleyebilirim. Günlük sirkülasyonumuz Kızılay’daki merkezimizde 500-600’lere ulaşmaktadır.
TURKTİME: Türkiye’nin en büyük kadın kuruluşu olarak diğer kadın kuruluşlarının çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Çünkü isimleri “kadın” ile başlasa da kadın ile ilgili ne yaptıkları hayli tartışmalı…
AYŞE SUCU: Kadın çalışmaları yapan birçok dernek ve vakıf var. Gerçi kadınla ilgili çalışmalarda bir hayli mesafe katedildi. Ama kadın üzerinden yapılan istismar, kadın üstünden yapılan siyaset pek çok sıkıntıyı da beraberinde getiriyor. Yaptıkları çalışmalara ya da konuşmalara bakarak söylüyorum, öyle kadın dernekleri var ki, adeta kendisini reddedercesine, kendi mahiyetinin farkına varmadan kadın mücadelesi yapıyor. Zaman zaman erkek düşmanlığına varan bir kadın mücadelesi ortaya çıkabiliyor.Ya da siyasi ideolijik emellere kadın çalışmaları kurban edilebiliyor. Bu anlayışların, ne topluma ne aileye ne de kadına hayır getireceğine inanmıyorum. Kadın farklı ve tabiatı dolayısıyla üstün meziyetlere sahip. Kültürel yaratıcılıkta ve medeniyet kuruculuğunda önemli yeri ve rolü olmalı. Kadın, asla kadınlığını, kendi mahiyetini, cinsiyetini unutmamalı. Hayatta kendine yüklenilen rolü hafife almamalı. Allah isteseydi kadın ve erkeği aynı mahiyette yaratabilirdi. Ama kadınla erkeği farklı ve birbirini tamamlayacak şekilde yaratmıştır. O nedenle kadın kadınlığını, erkek de erkeliğini muhafaza etmeli ki fıtratına ters düşmesin.
İDEOLOJİK OLARAK KİMSEYE EKLEMLENMEDİĞİMİZ İÇİN MEDYA TARAFINDAN GÖRÜLMÜYORUZ
TURKTİME: Üye sayınız hayli fazla, çalışmalarınız çok yoğun ama TDV’nin kadın kolları, örneğin tabela derneği diyebileceğimiz kadın kuruluşları kadar tanınmıyor. Neden?
AYŞE SUCU: Biz, aslında kendi üyelerimiz nezdinde çok başarılı hizmet veriyoruz. 9 yıllık bir zaman içerisinde 5 bini aşkın bir üye sayısına ulaşmak ciddi bir başarıdır. Üyelerimizin her geçen gün çoğalması duruşumuzu ve çalışmalarımızı üyelerimizin desteklediğini ve kabul ettiğini gösterir. Ama diğer taraftan basının bu çalışmalarımıza duyarsız ve başlattığımız kampanyaya sessiz kalmasını birçok nedene bağlıyorum. Duruş itibariyle pek çok dernek ve vakıftan farklı bir çalışma içerisindeyiz. Çok ortada bir yerdeyiz. Pek çok insanı, her tür görüşü, her tür ideolojik duruşu olan insanı bir araya getirmiş kuruluşuz. Diyanet Vakfı Kadın Kolları olmamıza rağmen dine çekinceli yaklaşan üyelerimiz bile var. Onun için, bu kadar geniş yelpazedeki bir görüntü birilerini rahatsız ediyor olabilir.
TURKTİME: Başarı için birilerinin sizi kendisinden görmesi mi gerekiyor?
AYŞE SUCU: Sanırım öyle. ‘Başarı, illa birilerine ya da bir yerlere angaje olunca mı yahut birileri kendisinden görünce mi destekleniyor?’ bunun üzerinde düşünmek ve tartışmak gerekir. Ben medya tarafından yeterince görülmememizi buna bağlıyorum. Biz bu güne kadar ideolojik olarak hiçbir yere angaje olmadık. Biz bu yapımızı, duruşumuzu her zaman koruyacağız. Herkes bu yapı içinde kendisine yer bulabilmeli.
TURKTİME: Örneğin KA-DER birkaç tanınmış bayan sanatçıya bıyık taktı bir kampanya başlattı ve bu kampanya medyada çok fazla yer buldu. Ama sizin içerik yada nitelik anlamında çok daha sağlam olduğunu düşündüğüm son kampanyanız, istisnaları dışarıda tutarsanız, medyada neredeyse görülmedi. Siz bu etik ve estetik seferberliği başlatırken iki ünlü isim bulup medyada yer alamaz mıydınız? Böyle bir şey geçti mi kafanızdan yoksa “aynen devam” mı?
AYŞE SUCU: Evet, biz aynen, bildiğimiz gibi devam etmek ve duruşumuzu korumak istiyoruz. Çünkü toplum artık yanlışlardan bıktı. Bugün insanlar bir araya gelip konuştuğunda televizyonlardaki o şovlarda yaşanılan bir nevi insanların kandırılmaya çalışıldığı anlayışlara tepkisini dışarıda göstermese de bıkkınlıklarını ve onaylamadıklarını bir türlü ifade ediyor. Ünlülerin sevgililerini, birbirleriyle olan çarpık ilişkilerini dinlemek, saçmalıklarını ekrana taşıyıp haber diye saatlerce izlemek istemiyorlar. Bunun tepkisi bir şekilde dile getirilmeli. Belki bizim kampanyamız da bunun bir sonucu diyebilirim. Biz bu kampanyayı iki sanatçıyla başlatmadık ama alanlarında uzman, halkımızın yakından tanıdığı ve saygı duyduğu dört bilim adamı ile başlattık. Farklı alanlarda etiği dikkate alan bu hocalar, Felsefeci Prof. Kenan Gürsoy, Kelam Profosörleri Saim Yeprem ve ŞABAN Düzgün, Antropolog Nevval Sevindi gibi. Evet toplumda sağduyu galip gelecek ve bu kampanya bir şekilde ses getirecek. Buna inanıyorum.
GERÇEK DİNDARLIK BU MU DERKEN İÇİM YANIYOR…
TURKTİME: Neden “Yükselen dindarlık”ı tartışmaya açıyorsunuz? Bu ihtiyaç nereden doğdu?
AYŞE SUCU: Bulunduğumuz her yerde serzeniş, şikayet var. Özellikle din bağlamında konuşmalar başladığında dinin yada dindarlığın bu olmadığı ile ilgili vurgular yapılıyor. Bunun böyle olduğunu bildiğimiz halde kimseden ne bir ses ne de bir tepki geliyor. Adeta elimiz, kolumuz, dilimiz bağlanmışçasına bananeci bir anlayışa soyunmuş vaziyetteyiz. Halbuki inanan inananın aynası değil midir?
TURKTİME: Ve siz açıkça tepki koyuyorsunuz…
AYŞE SUCU: Evet. Diyoruz ki, din de dindarlık da bu değil. Ama bunu demek kolay. Herkes bunu söylüyor. Biz, ne yapmamız gerekir diyerek öncelikle “Yükselen dindarlık mı?” diye bir panel tertipledik. Ve bu panelin açılış konuşmasında böyle bir etik ve estetik bilinçlenme kampanyasının startını verdik. Peygamberimiz’in getirdiği din öyle bir hale geldi ki, gerçek dindarlık bu mu sorusunu sorarken içim yanıyor.
TURKTİME: Nedir içinizi yakan? Olması gereken ne?
AYŞE SUCU: Öyle bir noktaya geldik ki dini kendi yaşama biçimlerimize, kendi üslubumuza indirgedik. Kuran-ı Kerim’in en temel kavramlarına bakınız: Yalan söylememek, helal kazanmak, kibirlenmemek, kimseyi aldatmamak, anne-babaya iyi davranmak, akrabalık ilişkilerini gözetmek,elini ve dilini korumak, kanaatkar olmak vb. kavramlardan hareketle kendimizi söyle bir sorguladığımızda bana bir tane yalan söylemeyen, kibirlenmeyen, anne babasına öf bile demeyen, kazancına haram karıştırmamış, incinmeyen, incitmeyen, dedikodu etmeyen insan gösterin desem siz de ben de dahil olmak üzere kaç kişi gösterebiliriz? Ama bana namaz kılan, oruç tutan, hacca giden insan gösterin desem onlarca örnek gösterilebilir. Öyle bir din anlayışı oluşturduk ki, sadece ritüelleri yapan ama o ritüellerin bizi getirmek istediği güzel ahlak sahibi olmak noktasını göz ardı eden bir din anlayışına sahibiz. İbadetler temizlenmek için değil, temiz insan olmak için bir araçtır. Örneğin, kazancımıza hiç dikkat etmiyor, hak hukuk gözetmiyor ama umre yaparak, hacca giderek temizlenmeye çalışıyoruz. Peki, kimi kandırıyoruz? Gurur ve kibrinden yanına varılmayan, belli makam mevkilere geldiklerinde geçmişlerini, tanıdıklarını en yakınlarını dahi unutuveren nice dindarlar tanıyorum. Bu mu dindarlık? Kendisinden çekinerek kapısında bekleyen bedeviye devlet başkanı konumunda olmasına rağmen, Peygamber Efendimizin: “Gel, gel ben de senin gibi kuru ekmek yiyen kadının oğluyum” diyerek vermiş olduğu tevazu mesajını ne kadar dikkate alıyoruz?
DİNİ DOĞRU ANLAMADIK
TURKTİME: Peki neden bu hale geldik? Tespitiniz nedir?
AYŞE SUCU: Dini doğru anlamadık, anlatamadık belki de... Veya ele alış şeklimizde sıkıntılar var.. Din doğru anlaşılmış olsaydı, bunları konuşuyor olur muyduk? Peygamberimizin yaşantısına bakalım, sahabe nasıl anlamış ve yaşamış kendimizle mukayese edelim. Mesela peygamberimizin varlığa bir bakışı var. Peygamberimiz, arkadaşları ile yolda yürürken köpek leşine rastlıyor, kokmuş, kurtlanmış... Arkadaşları yüzlerini çeviriyor, Peygamberimiz bakıp “Ne kadar da güzel dişleri varmış” diyor. Varlığa güzel bakabilmek. Yaradılanı Yaratan’dan dolayı sevebilmek, hoş görebilmek... Allah ahlakı ile ahlaklanmak. Allah kainatı rahmet esası üzerine yaratmıştır.Rahmetle boyanabilmek… Aslolan budur. Başta kendi nefsimiz olmak üzere zulmediyoruz. Merhamet sahibi olan, insanı seven insanı aldatamaz, yalan söyleyemez. Bir başka husus, iki asra yaklaşan modernleşme süreci dini ihtiyacı paranteze alır gibi olduğundan, oluşan boşluğun hızla doldurulmaya çalışılması sağlıklı işlememiş, ideolojik din anlayışı etkili olmuş olabilir..Yine 21.yüzyıl insanına sunacağımız dindarlığımızı tanımlayan temel kavramlarımızı ve değerlerimizi olması gereken bir üslupla sunamamış olabiliriz. Keşke dini daha sade haliyle okumaya çalışsaydık. Eminim daha farklı bir noktada olurduk.
TURKTİME: Aslında etik seferberlik çerçevesinde dikkat çekmeye çalıştığınız yozlaşma, bir anlamda geçmişte çokça tartışılan ve zaman zaman yine gündeme gelen “İslam toplumları neden geri kalıyor?” tartışmasına da yakın düşüyor. Bu çalışmanızı bahse konu tartışmalara cevap yada soruna çözüm olarak da niteleyebilir miyiz?
AYŞE SUCU: Evet, belki çözüm önerisi, aynayı kendimize tutmak için bir başlangıç olabilir.
ETİK TEMİZLİK HEPİMİZE LAZIM
TURKTİME: Bakış açısının sadeliğinden bahsediyoruz ama biliyoruz ki neredeyse her ilahiyatçı farklı bir açı sunuyor. Bu da bir problem mi?
AYŞE SUCU: İslam dininin çoğulcu bakış açısını öngördüğünü biliriz. Hatta mezheplerin doğuşuna da bu çoğulcu bakış&çoklu doğrular zemin hazırlamış. Bunu muhafaza etmekte de fayda var. Ama bu öyle bir dille, öyle bir kirlilikle toplumla buluşuyor ki, haliyle toplum ondan fayda göreceğine zarar görüyor. Sanki kaotik bir durum yaşıyoruz. Bu da belki etik anlamda tartışma zemininin oluşturulmamasından kaynaklanıyor. Keşke tartışmalar doğru zeminde yapılmış olsa. Her tartışmanın halkın huzurunda yapılması da gerekmiyor. İlahiyatçılar kendi aralarında tartışsınlar ve geldikleri noktayı sağlıklı bir metotla sunsunlar. Ama bunu bir horoz dövüşü gibi yapmasınlar. İslam, en başta nezaketi ve nezaheti emrederken, görüntünün bundan ne kadar uzak olduğunu söylememek mümkün mü? Anımsayın ekranlardaki halleri.
TURKTİME: Son yıllarda ilahiyat profesörleri magazin ve kadın programlarının aranan isimleri oldu. Tam da etik ve estetik temizlenme hareketinden söz ederken “magazinin” bu ilgisi ve ilahiyatçıların ilgiye teveccühünü göz önüne alıp bu temizlenmenin bazı ilahiyatçılara da gerektiğini söyleyebilir miyiz?
AYŞE SUCU: İlahiyatçı diğer insanlardan farklı değil.
TURKTİME: Ama sonuçta ilahiyatçılar bu konuda kanaat önderleri…
AYŞE SUCU: Evet, kanaat önderleridirler, bilgi sahibidirler ama sonuçta insandırlar. Dolayısıyla bu temizlik hepimiz için gerekli. Şu bir gerçek ki insan bilebilir ama hayatına yansıtmayabilir. Güzel bir söz vardır: “İnsanlar bilgiye taliptirler, hikmete talip değildirler.” Oysa bilgi mazi, hikmet istikbaldir. Bilebiliriz ama hikmet sahibi olmayabiliriz. Hem bilen hem de bildiği ile amel edebilen olmaktır asıl olan. Dolayısıyla, gerek ilahiyatçılar için gerekse halk için en temel kabul edebileceğimiz görüş bu olmalı.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NDA İLK KEZ KADIN MÜCADELESİNİ BAŞLATAN BİR KADINIM
TURKTİME: “Şekle bakılıp öz unutuluyor” demiştiniz. Evet, aslolan öz. Ama bazı şekiller de var ki, örneğin başörtüsü, dini açıdan öz kadar önemli. Başörtüsü de “aslolan özdür,” mottosu ile düşünülüp detay olarak mı görülmeli?
AYŞE SUCU: Başörtüsü tartışmalı bir konu. Başörtüsü Türkiye’de uzun zamandır gerek başörtüsü yanlılarının gerekse başörtüsü karşıtlarının sanki bilerek sonuçlandırmadığı bir husustur. Başörtüsü de şekildir nihayetinde, teferruat, semboldür. Başörtüsüne öz demek yanlış olur. Namaz, oruç, hac gibi ibadetler ise kişinin Allah ile olan münasebetini sağlayan ritüellerdir. Kılık kıyafet ile ilgili hususlar ise, ki başörtüsü de bunlardan biridir, sosyal şartlarla kültürle ve dinle bir araya getirilerek yorumlanması gerek bir husustur.
TURKTİME: Göreve geldiğiniz zaman medya sizi “Diyanet’in değişen yüzü” diye lanse etmişti. Siz gerçekten “Diyanetin değişen yüzü” müsünüz? Diyanetin böyle bir yüzü var mı?
AYŞE SUCU: Bu ifadeyi basın kullandı. Ben kendimi Diyanet İşleri Başkanlığı’nda ilk kez kadın mücadelesini başlatan bir kadın olarak görüyorum. Çünkü ilk büyük kadın çalışmaları Diyanet Vakfının kadın kolları ile birlikte başladı. Kadın kollarımızın çalışmaları entelektüel alanda farklı görüşlerden ve mesleklerden kadınları bir araya getiren ve entelektüel zaviyeden çalışmalar yapan kuşatıcı ve kucaklayıcı bir pozisyonda olan ilk kadın çalışmasıdır. Bu bağlamda bu mücadeleyi başlatan birisi olarak ilk kadın neferi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilk din eğitimi ve din hizmetleri uzmanıyım.
TURKTİME: Medyada mücadelenizin değil de daha çok kendinize has başörtünüzün gündeme gelmesi sizi kişisel olarak rahatsız etti mi? Başörtüsü hakkında ne düşünüyorsunuz?
AYŞE SUCU: Kadının başörtüsünden dolayı gündeme gelmesinden hoşlanmıyorum. Kendi hayatıma ilişkin farklı merhalelerde başörtüsü örtmekle ve örtmemekle ilgili olarak son dere haksızca farklı muamelelere maruz kalmış ve işte bu yüzden çok derin acılar yaşamış bir kadın olarak psikolojik ve sosyal anlamda genç kızlarımızın, modernleşme süreci yaşayan diğer her yaştaki kadınlarımızın büyük acılar yaşamakta olduğunu biliyor ve hissediyorum. Ama hukuki anlamda ve inanan çevrelerin konuyu değerlendirişi anlamında, bu kadar yüzyıllık bir kültürel tecrübeye sahip toplumumuzun konuya uzlaştırıcı bir çözüm bulamamış olması ayrıca beni bir kadın olarak fevkalede yaralamaktadır. Şeklin ötesindeki manayı ve ancak bu mana ile bütünleşen şekli farkedelim, gündemde tutalım.
TURKTİME: 2001’de soruşturma geçirmiştiniz ve bu, başınız açık olmasına bağlandı. Bunun aslı neydi?
AYŞE SUCU: Ben soruşturmamı bilimsel dergi olan İslamiyat’ta ki bir yazımdan dolayı geçirdim. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın o dönemdeki kadın politikasına yönelik eleştirel bir yazı yazmıştım. Bu yazımdan dolayı teftiş geçirdim. Soruşturmanın kendime has başörtü tarzımla bir ilişkisi yoktur.
BAŞIN BU ŞEKİLDE ÖRTÜLEBİLECEĞİNE İNANIYORUM
TURKTİME: Şu an başınızdaki örtüyü ben herhangi bir şekilde niteleyemiyorum. Ve neden alıştığımız gibi tam açıp yada tam kapatmıyor da bu şekilde bağlıyorsunuz? Söyler misiniz; sizin başınız açık mı kapalı mı?
AYŞE SUCU: Evet, başım kapalı. Ben başörtüsünün böyle örtülebileceğine inanıyorum.
TURKTİME: Hep özden bahsediyorsunuz. Peki sembollerin bir değeri yok mu?
AYŞE SUCU: Olmaz mı. Elbette var. Tanımı gereği her sembol arkasındaki temel manayı işaret için konmuştur. O temel manayı kaybederseniz sembolün sembol olmak bakımından hiçbir değeri kalmaz.
TURKTİME: Önce özün oturtulup sonra şekli tartışmaya başlamak mı gerekiyor o zaman?
AYŞE SUCU: Evet, bence sıkıntımız bu. Dikkat ederseniz, Peygamber Efendimizin vahiy sürecini ele aldığımızda, uzun bir süre, 13 yıl, tevhidi yerleştirmek için çalışıyor. Ama biz tam tersine ritüellerden başlıyoruz. Hatta dayatmaya çalışıyoruz. İmanımız belli olgunluğa gelmeden tamamen şekiller üzerinden dini anlamaya yada algılamaya çalıştığımız için sıkıntılar, travmalar yaşıyoruz. Onun için kendi kendimizle çelişiyoruz. Samimi değiliz. Eğer bu alanı özgür bırakmazsanız münafıklar üretirsiniz. Gerçekten de münafıklar üretiyoruz biz.
TURKTİME: Bu alan neden özgür bırakılmıyor peki?
AYŞE SUCU: Bunun arkasında komplolar aramıyorum. Çünkü bunu biz yapıyoruz. Her şeyden öte hepimiz diyoruz ki, sen benim gibi olacaksın, benim gibi düşüneceksin, yaşayacaksın. Ben merkezli düşünüp ben merkezli yaşıyoruz ve ben merkezci yaşamalarını istiyoruz. İslam’ın en temel kavramlarından biri hoşgörüdür. Peygamberimizin bütün davranışlarında bunu görebilirsiniz. Hoşgörülü olabildi mi İslam dünyası? Yıllarca birbirimizin başörtüsü ile, eteklerimizin uzunluğu ve kısalığı ile uğraştık. Ve bu hususları hep imanla ilintilendirdik.
TURKTİME: Bundan sonrası için yol haritanız nedir?
AYŞE SUCU: Çalışmalarımıza aynı hızla devam edeceğiz. Toplumda etik, hatta estetik bilinç oluşturmak için, bilgi ve ahlak eksenli bir din anlayışı oluşturmak için bu güne kadar yaptığımız çalışmaları yoğunlaştırarak devam ettireceğiz. Din insan fıtratının bir gereğidir. Bir huzur ve ‘denge’ unsurudur. Bu ihtiyacın giderilmesi hususunda ortaya çıkan aşırı şekilperestlik bizi dinin özünden mahrum kılıcı mahiyettedir. Özün anlaşılmasına doğru yaşanmasına şeklin ötesindeki mananın farkedilmesine ihtiyaç vardır. Etik anlamda bilinçlenmeye ve bu anlamda çaba sarfedilmesine ihtiyaç vardır. Burada hepimize görevler düşüyor. Sivil toplum kuruluşları siyasi partiler tüm kurum ve kuruluşlar ve bireyler olarak etik bilinçlenme seferberliğine katılmak durumundayız. Burada basına da büyük rol düşüyor. Bu konuda bize destek verir konuya sahip çıkar ve sesimizi duyurursanız sevinirim.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |