Sen, ben ve diğerleri..
Hazır bir dizi yanlışlık medya olarak yüzümüze vurulmuşken, hepimizi ilgilendiren bir konuyu da aramızda tartışabilir miyiz?
TBMM Başkanı Bülent Arınç, gündemdeki konuları görüşmek üzere benim de aralarında bulunduğum bir grup gazeteciyi bir süre önce Dolmabahçe Sarayı'na dâvet etti. Belli başlı gazetelerden yazar-yönetici konumunda bir grup gazeteciydik; görüşme gazetelerimizde geniş biçimde yer aldı.
Hürriyet'ten Yalçın Doğan, benim adımı da geçirerek, dâvetin biçimine bir yazı ile itiraz etti. Dâvet sahibine muhalif tek gazeteci yokmuş, bu yüzden 'sen-ben-bizimoğlan' tarzı bir dâvet olduğu kanaatine varmış yazar; “AKP'ye akredite gazeteciler” görüntüsündeymişiz. İşin içine beni karıştırması, Genelkurmay Başkanlığı veya ilişkili devlet birimlerinin 'akreditasyon' uygulamasından zaman zaman şikâyet etmemden... “Fehmi, çoktandır yazmıyor ya da yazamıyorsun, çek bir akredite gazeteci yazısı, neşemizi bulalım” cümlesiyle bitiyordu takılması...
'Akreditasyon' medya mesleğinde çalışanların bildiği bir uygulamadır; herhangi bir önemli etkinliği izlemek isteyen gazeteci zamanında başvurarak bu isteğine kavuşur, bunu yapmamış olanın etkinliği izlemesine izin verilmez. 'Akreditasyon' bu işlemin adıdır.
Gazeteci milletinin vaktinin önemli bir bölümü değişik kesimlerle ortak mekânlarda geçer; kimini kendisi çağırır o mekânlara, kimine de dâvet üzerine gider. Bu tür buluşmalarda 'akreditasyon' işlemi uygulanmaz. Aksi olsaydı, “Başbakan bana dedi ki...” veya “Dışişleri Bakanından öğrendiğime göre...” türünden yazılarla hiç karşılaşılmazdı. Özel dâvet, adı üstünde, 'özel'dir ve herkese (veya zamanında 'akredite' olmuşa) açık etkinliklerden değildir.
Yalçın Doğan'ın sorun ettiği sohbetli kahvaltıya TBMM Başkanı Arınç başka gazetecileri de çağırabilirdi; nitekim bazı çağrılı meslektaşların mâzeretleri sebebiyle gelemediğini de biliyorum...
'Akreditasyon' ise farklı bir konu ve yanlış uygulanmasına hepimizin itiraz etmesi gerekiyor... 28 Şubat'ın en azgın günlerinde, dönemin başbakanı 'bir kısım medya' dediklerini dışlayarak basın toplantıları düzenlemeye kalktığında, ilk sıralarda oturduğum halde, o kısıtlayıcı uygulamaya karşı çıktığıma hem katılanlar tanıktır, hem de yanlışlığa bu sütunda da değindiğim için okurlarım...
Genelkurmay ve ilişkili devlet birimlerinin yaptığı ise, hiç kuşkunuz olmasın, uluslararası basın kurallarına aykırı bir uygulamadır. Bazı gazete ve televizyon kanallarını 'herkese açık' veya 'herkesi bilgilendirme' amaçlı etkinliklere almamak, haberleri o gazete ve kanallardan izleyen 'halkın haber alma hakkını engellemek' anlamını taşır. Öyle olduğu içindir ki, Türkiye'deki medya ve gazetecilik kuruluşlarının istisnasız hepsi, Genelkurmay uygulamasının yanlışlığını kayda geçirmişlerdir.
Yakında 'Fox-TV' adını alacak olan TGRT'nin başına geleni gördünüz. Hrant Dink cinayetini işleyen kâtilin Jandarma ve polisle kolkola görüntülerini yayınladı diye, TGRT'nin akreditasyonu, Genelkurmay Başkanlığı tarafından iptal edildi. Haberde yanlış unsurlar olduğu belli, ama bu süreçte pek çok başka hatalı haber daha yayımlandı, onları yayımlayanların akreditasyonu da ilgili devlet birimi (Emniyet? İçişleri Bakanlığı?) tarafından iptal mi edilmeli?
Yoksa “Genelkurmay Başkanlığına yakışıyor, ama başkası yapmasın mı?” diyeceğiz?
Diyeceğim şu: Mâdem şu sıralarda yanlışlıklarımızı tartışıyoruz, akreditasyon uygulamasını da âcil gündemimize alalım. TBMM Başkanının kahvaltı dâveti 'yerleşik kurallara aykırı' sayılırsa ona da gitmeyelim, ama kısıtlı akreditasyon uygulaması sürdüğü taktirde Genelkurmay'ın etkinlikleri ve dâvetlerine katılmamayı 'akredite' meslektaşlardan beklememiz şartıyla...
Ne dersin Yalçın Doğan, var mısın?
Yeni Şafak
Fehmi Koru