Yazıları tatile çıkarttık, Akdeniz’e yollandık; ertesi günü Rusya-Gürcistan çatışması patlak verdi, Karadeniz bir “kriz havzası”na dönüştü. Aradan geçen süre içinde, Karadeniz ve Güney Kafkasya, Soğuk Savaş’ın bitiminden (1989), Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkışından (1991) bu yana uluslararası sistemin karşılaştığı sonuçları itibarıyla- en önemli ‘kriz” olmaya aday.
Sebebi basit, bu “kriz”, esas olarak, Amerika-Rusya ilişkilerinin yeniden tanımlanması gereğini ifade ediyor. Yani, işin boyutları Rusya-Gürcistan ve Karadeniz-Kafkasya ekseninin ötesine geçiyor ve taşıyor.
İşin bu özelliği, Türkiye’nin geleceğini de birebir biçimlendirecek ölçüde önem taşıyor.
Soğuk Savaş dönemi, uluslararası sistemin “iki-kutuplu”, kutup başlarının ABD ile Sovyetler Birliği olduğu, termonükleer bir “dehşet dengesi”ne dayalı bulunduğu yapıdaydı. Sistem analizi, nisbeten daha kolaydı. Ulus-devletler, iki kutup başının çevresinde kümelenmişlerdi. “Üçüncü Dünya”, her ikisinin “acentaları” yoluyla “dünya iktidarı” mücadelesi yaptıkları “gri bölge”nin adıydı.
Soğuk Savaş’ın kestirme özeti, Sovyetler Birliği’nin (ve onun belkemiği olan Rusya’nın) küresel ölçekteki savaşı kaybetmiş olmasıdır. Sovyetler Birliği dağıldı, onunla birlikte “sosyalist blok” çöktü, onun güvenlik örgütlenmesi Varşova Paktı ortadan kalktı.
Rusya Cumhurbaşkanı Dimitri Medvedev, Soğuk Savaş’ın kazananı kaybedeni olmadığını söyledi. Yanlış. Rusya, kaybetti. Sorun da bir nebze buradan kaynaklanıyor. Rusya, kaybettiğini kabullenmek istemiyor ve eski Sovyetler Birliği’ni ve kendisinin “süperdevlet” statüsünü, buna gücü olmasa da, bir şekilde ihya etmeye çalışıyor.
Bu da, İkinci Dünya Savaşı sonrası Stalin ile Batı arasında çizilmiş, Soğuk Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nn dağılması, Sosyalist Blok’un yok olması ve Yugoslavya’nın sona ermesiyle bir kez daha çizilmiş olan Avrupa sınırlarının, Moskova tarafından gereğinde kuvvet kullanılarak bir kez daha çizilmesi ve dolayısıyla Amerika-Rusya ilişkilerinin yeniden tanımlanması girişimlerine yol açıyor.
***
Nereye doğru yol alıyoruz. Yeni bir “Soğuk Savaş”a mı? Soğuk Savaş’a geri mi dönüyoruz?
Bugünlerde sıkça ve çokça telaffuz edilmeye başlanan bir kavram Soğuk Savaş ama ona geri dönüş imkânsız gibi. Zira, Rusya, Sovyetler Birliği değil; üstelik ABD, Soğuk Savaş dönemine kıyasla Rusya karşısında çok daha güçlü. “Asimetrik” ölçüde güçlü.
Düşünsenize, Rusya’nın yıllık askeri harcamaları 40 milyar dolar; Amerika’nın ise 600 milyar dolar. Dahası, Rus silahlı kuvvetleri teknolojik anlamda dökülüyor. Gürcistan şehirlerine giren tankları 1980’li yıllardan kalma. Karşısında doğru dürüst bir askeri güç ve direnme olsa, Rusya, bu “askeri teknolojik geriliği” ile yüz kızartıcı bir askeri yenilgiye uğrardı.
Rusya, artık Amerika’yı dengeleyebilecek bir askeri güç değil ama dünyanın bir büyük “hidrokarbon” yani “petrol ve doğal gaz gücü.” Bir tanımlamaya göre de, “ormanları olan bir Suudi Arabistan.”
Bu özellikleriyle, Rusya Sovyetler Birliği gibi bir “süpergüç” olmasa da, tartışmasız bir “bölgesel güç.”
Zaten, “tek süpergüç” Amerika’nın da, uluslararası politikada başının belası “petrol sahibi” olan “bölgesel güçler”. Fareed Zakaria, “The Post-American World” adlı son kitabında, “ABD ve Batı’nın uluslararası düzen anlayışına yönelik başlıca siyasi meydan okumalar”a örnek olarak, “Ortadoğu’da İran, Latin Amerika’da Venezuela ve Avrasya’da Rusya”yı sıralıyor ve ekliyor “Tümünün kazanılmış yeni gücü petrole dayanıyor. Sudan’ın bile Darfur konusunda dünyaya meydan okuması, eğer zengin petrol rezervlerine sahip olmasaydı, tasavvur edilemezdi.”
Rusya’nın “toprak bütünlüğü” kavramını ayaklar altına alarak ve Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanıyarak, Gürcistan’ı ezmeye kalkışması, “enerji transit yolları üzerinde jeopolitik kontrolü”nü kurma hedefini ifade ediyor.
***
İşte Türkiye’nin “stratejik çıkarları”na ters, ayrıca onu “siyasi tercihleri” bakımından açmaza sokan ve “Karadeniz bunalımı”nın birinci derecede “ilgili tarafı” haline getiren de, Rusya’nın bu hedefi.
Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası “jeopolitik önemi” de, “toprak bütünlüğü”nün güvencesi de, Orta Asya-Hazar havzası ile Avrupa arasındaki enerji nakil yolları üzerinde bulunmasıyla, yani Rusya’nın Avrupa üzerindeki “enerji nakil tekeli”ni kırma alternatifi oluşturan bir NATO ve AB aday üyesi olmasıyla bağlantılıydı.
Türkiye’ye bu rolü sağlayan “jeopolitik halka”, Kafkasya’da Gürcistan idi. Ne var ki, Türkiye Rusya’ya “enerji bağımlısı.” Petrolün yüzde 40’ı, doğal gazın yüzde 60’ı Rusya’dan geldiği gibi, elektrik santrallerinin yüzde 52’si Rusya’dan alınan doğal gazla çalışıyor. Rusya, ayrıca, bir numaralı ticaret ve turizm partneri haline de gelmiş durumda.
Bütün bu nedenlerden ötürü, son gelişmeler Türkiye’yi “iki cami arasında binamaz” konuma getirdi. Sadece, Rusya ile Gürcistan arasında değil; esas olarak, Rusya ile Amerika ve NATO- arasında da.
Soğuk Savaş’a geri dönmesek bile, gelinen nokta Türkiye’nin “kriz’ üzerine ortaya attığı “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu” gibi “platonik” çıkışlarla idare edemeyeceği bir nokta.
Belki abartmalı gelecek ama, “iktidarın istikbali”ni tayin edecek önemde ve ölçüde bir nokta.
Yarın devam edeceğiz...
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |