E-posta :
  Şifre :
    ► Üye olmak istiyorum
    ► Şifremi Unuttum

VAKİT GAZETESİ ANKARA TEMSİLCİSİ SERDAR ARSEVEN: “AHMET HAKAN BİR KEDİ YAVRUSU GİBİ NE YAPACAĞINI BİLMİYOR… ONUN İÇİN SADECE ÜZÜLÜYORUM!” 

(TURKTİME-ERSİN TOKGÖZ) Vakit Gazetesi Ankara Temsilcisi ve yazarı Serdar Arseven’den, Genel Yayın Yönetmenimiz Ersin Tokgöz’e Vakit gazetesi ve medya figürleri üzerine çarpıcı açıklamalar…

9.04.2007 - 00:27
VAKİT GAZETESİ ANKARA TEMSİLCİSİ SERDAR ARSEVEN: “AHMET HAKAN BİR KEDİ YAVRUSU GİBİ NE YAPACAĞINI BİLMİYOR… ONUN İÇİN SADECE ÜZÜLÜYORUM!”

Vakit’i nasıl bilirsiniz? Sanırım hepinizin cevabı birbirine yakın ve özeti şu; Çok sert… Rejimle ve birçok yerle kavga halinde… Diğer muhafazakar yayın organlarından farklı olarak hassasiyetini, dolandırmadan, adrese teslim bir dille ortaya koyar… Peki Vakit’in derdi ne ki marjinal olma pahasına ve yığınla dava açılmasına rağmen sert duruşundan ödün vermiyor? Derdi ilerleyen satırlarda okuyacaksınız. Ama şu kadarını söyleyelim; Vakit Gazetesi Ankara Temsilcisi Serdar Arseven yaptığı özeleştiride sert oldukları için değil, bazen yeterince sert olamadıklarını söylüyor. İşte Arseven’in açıklamalarının birinci bölümü…

 

 

TURKTİME: Merkez medya'da kısa bir süre yazdınız ve tekrar eski mevziinize döndünüz. Kim, kimi kabul etmedi?

 

SERDAR ARSEVEN: Vakit Gazetesi’nden Tercüman’a gittim ve oradan tekrar Vakit’e geldim. Aslında ben bunu Vakit Gazetesi’nden gitmek olarak da kabul etmiyorum.

 

TURKTİME: Neden yine Vakit?

 

SERDAR ARSEVEN: Ben, Serdar Arseven ismini çok önemsiyorum. Bu isme hiçbir leke sürülmemesi lazım. Bu bağlamda Vakit Gazetesi ile örtüşüyorum. Okul dönemimde de ben bir haksızlık olunca hemen öne çıkardım. Bu bir tavır. Bazısı tersine hazmedebiliyor. Ama ben hazmedemiyorum. Örneğin yönetici elemanlarının birbirini gammazlamasını ister ama ben bana elemanımı gammazlayanı işten atmış bir adamım. Bizim genel tavrımız bu. Vakit Gazetesi, genel algının çok dışında, bana göre Türkiye’de gerçekten gazete olan tek gazetedir. Çünkü gazeteciliğin önde gelen şartı, bağımsız olabilmektir. Sizin yaptığınız haber çeşitli kaygılardan dolayı girmeyecekse, önünüz çeşitli kaygılardan dolayı kesilecekse, etikette gazetecilik yapıyor gözükseniz de yaptığınız gazetecilik değildir. Ya tetikçiliktir ya da reklam verenlerin hoşlarına gitmektir. Vakit’ten önce Güneş gazetesinde çalışıyordum. Güneş ile Vakit arasında Türkiye gazetesinde de çalıştım. Yani aşağı yukarı bütün eğilimlerdeki gazetelerde çalıştım. Ve şunu gördüm; Vakit dışındaki bütün gazetelerde ya hükümetin, ya belli bir camianın, siyasi partinin, reklam verenlerin, ordunun vb. güdümünde kalıyorsunuz.

 

TURKTİME: Sizin bir bağlantınız, güdümünde olduğunuz bir yer yok mu?

 

SERDAR ARSEVEN: Vakit gazetesinin bağımlı yada bağlantılı olduğu hiçbir grup yok. Olması gereken de bu. Muhabirlik yapan herkes için böyle olmalı. Çünkü yaptığınız bir haberin bağımsız bir şekilde hak ettiği için gazetede yerini alabilmesi gerekir.

 

TURKTİME: Peki nasıl oluyor da sadece Vakit bunu nasıl sağlıyor?

 

SERDAR ARSEVEN: Güneş Gazetesi’nden ayrıldıktan sonra Vakit ekibiyle tanıştım. O zaman Cuma diye haftalık bir dergi çıkaracaktık. Mustafa Karahasanoğlu’nun bana söylediği şuydu: “Bizim fazla paramız yok. Sen muhabir olarak başla ama iş bulduğunu da sanma.” Çünkü sermaye desteksiz bir derginin ayakta kalması ihtimal dahilinde değildi. Bağımlı olmadan bir gazetenin ayakta durması çok zor. Ya birilerinin işi,ne geliyorsanız reklam verecekler, yada bir lobinin adamı olacaksınız ki beslenesiniz. Satışla, tirajla ayakta durabilen yayınlar yok. Desteksiz bir yayının ayakta kalması mümkün değildi ama bize dendi ki “Ne, görece yakın ne de uzak olduğumuz yerlerden herhangi bir talepte bulunmayacağız. Sadece tirajımıza dayanarak devam edip edemeyeceğimizi göreceğiz.” İlk haftalarda zorlandık ama şaşırdığımız bir tiraja ulaştık. O zaman Nokta ile Tempo revaçtaydı ama ikisinin tirajı bizi bulmuyordu. Ve bu çıkış günlük gazete hissiyatı doğurdu ve çıktık.

 

TURKTİME: Tirajla ayakta durmanın zorluğuna rağmen tiraja dayanarak çıkış yapmanın sırrı neydi? Bunu nasıl becerdniz?

 

SERDAR ARSEVEN: Öncelikle hiçbir gereksiz masraf yapmadık. Personel başına verim olarak bire üç verdik. Bağımsız bir gazeteye ihtiyacın sanıldığından da büyük olduğunu gördük ve tiraj noktasında zorlanmadık. Tirajımız yükseldiği için sabit giderler noktasında birim maliyetleri düştü. İade oranını düşürmek için bayileri teker teker ele alarak bu yükten kurtulduk. Tüm bu avantajların yanında herkesin bir yere yaslandığı bir dönemde bir yere yaslanmamak da bir farklılık oldu ve bu farklılığın avantajını kullandık. O süre içinde Türkiye çok gerilimli günler yaşadı. Demokrasi tehdit altında oldu. Ve o dönemde direnişin kıvamını koyu tutan tek gazete Vakit gazetesi oldu ve bu da bir ayrıcalık oluşturdu. Genele uyum sağlamak bir politika olduğu gibi genelden farklı olmak, özgün ve bağımsız olmak da bir politikadır. Biz bu politikayı uygulayan tek gazeteyiz.

 

 

VAKİT SERT DENİYOR… HAYIR! BÖYLE BİR ORTAMDA NE KADAR BAĞIRSAK AZDIR!

 

 

TURKTİME: Bu politikayı uygularken çok agresif ve sert bir üslup benimsiyorsunuz ve bu tavrınız çok eleştiriliyor. Vakit Gazetesi neden bu kadar sert?

 

SERDAR ARSEVEN: Sokakta yürürken birisi sizin omzunuza çarptı diye adamı dövüyorsanız, gerçekten de bu agresif bir tavırdır. Ama birisi sevgilinize yada eşinize tacizde bulunduğunu zaman sizin o adamı dövmemeniz zaaf olarak algılanır. Yani sizin karşılaşacağınız hareketle nispetle yapacağınız fiilin ağırlığı yada hafifliği söz konusu olabilir. Bakın, biz neler yaşamışız; 50 milyar doları banka hortumlarıyla giden kahraman bir milletin fertleri olarak, 30 bin insanını anlamsız bir teröre kurban vermiş insanlar olarak, sürekli olarak darbe tehdidi altında kalan toplumun fertleri olarak, bin yıllık devlet tecrübesi olan, devletler kurup devletler yıkmış bir medeniyetin temsilcisi olarak tanklarımızı bile 2 milyonluk, 50 senelik İsrail denilen münasip olmayan yerleri kırık bir devlete tamir ettirmek mecburiyetinde kalıyorsak, bu ülkenin gazetecilerinden darbe karşıtlarının ordu düşmanı, darbe yanlılarının ordu dostu olarak tasnif edildiği bir ülkede bu hukuksuzluktan dolayı ne kadar bağırsak, feryat etsek azdır. Bize empoze edilmeye çalışılan bir şey var: En makbul öğrenci en az konuşan, en sessiz olandır. En makbul vatandaş; devlet karşısında önünü en iyi ilikleyen, el pençe divan durandır. Aynı şekilde makbul gazeteci tipi de oluşturuluyor. Bağırma, isyan etme, itiraz etme… Bitmeyen bir söylem var; her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz dönemden geçiyoruz… Tamam da bazı çarpıklıkları yüksek sele dile getirecek, haksızlıkların üstüne gidecek gazete olmadıktan sonra ortaya çıkmanın ne anlamı var?  Öbürlerinden zaten var.  Uyandırmayan, “Allah millete ve devlete zeval vermesin” anlayışını son derece iğdiş ve tahrip edilmiş bir şekilde oturtan, “kıl beşini, bil işini” mantığının hakim kılınmaya çalışıldığı, “camiler ardına kadar açık, kıl namazını. Belanı mı istiyorsun” Demirel mantığının genel geçer hale getirilmeye çalışıldığı, Diyanet İşleri kanalıyla dinin devletleştirildiği, dinin rejim açısında zararsız hale getirilmek istendiği bir ortamda bıraksınlar da farklı olalım.

 

TURKTİME: Sertliğine vurgu bu yüzden mi?

 

SERDAR ARSEVEN: Vakit gazetesine bir çerçeve çizmeye çalışıyorlar. Güven Erkaya vefat ettiğinde, biz; “Hakkımızı helal etmiyoruz” manşetini attık. “Çünkü sen illegal batı çalışma grubunu kurdun. Sen bütün yanlışların temelinde varsın. O yüzden hakkımızı helal etmiyoruz.” dedik.  Dediler ki “Senin hakkını helal etmeme hakkın bile yok.” Benim başımı örtmeye hakkım yok, eğitim hakkım yok, akredite değilim. Bırakın bari o olsun. “Yok, helal de edeceksin” diyorlar. Neden? Şöyle yazdılar; “Ölülerinizi hayırla yad ediniz.” Bu, Hz. Peygamberin hadisi şerifidir. Sen hadisi şerife aykırı davranıyorsun. Hürriyet, o dönem hadisçilik yaptı, dini gazeteciliğe alet etti. Biz de diyoruz ki, “Orada, ‘ölüleriniz’ diyor. Güven Erkaya bizim ölümüz değil, sizin ölünüz.” Diriyken siz kullanıyorsunuz, ölünce bizim ölümüz oluyor. Sokaktaki vatandaş feryat ediyor. Ama diyorlar ki bu feryatları yansıtan bir tane gazete olmasın. Bütün gazeteler birbirine benzesin. Bir tanım olsun ve bütün gazeteler bu tanıma uysun. Ama hayır, bizim bir tavrımız var ve onu ortaya koyuyoruz.

 

HÜRRİYET, HASAN MEZARCI’YI AÇIKÇA HEDEF YAPTI!

 

 

TURKTİME: Bu tavrınızın bazen kastı aştığını ve hedef gösterme boyutuna geldiği çokça konuşuldu. Vakit Gazetesi hedef gösteriyor mu?

 

SERDAR ARSEVEN: Bakınız, Hürriyet Gazetesi, Hasan Mezarcı ile ilgili bir ek verdi ve bu ekte Hasan Mezarcı’nın başı dart hedefi yerine basıldı. Bu değil hedef göstermek, bizzat hedef yerine koymaktı. Burada teşbih falan da yok. O günlerde birisi Hasan Mezarcı’yı öldürmüş olsaydı ne olacaktı? Mesela Cumhuriyet Gazetesi Tayyip Erdoğan hakkında rejim düşmanı diye bir sürü haber yapıyor. Peki, birisinin Erdoğan’ı öldürmesi söz konusu değil mi?

 

TURKTİME: Gümüşhane Baro Başkanı, Danıştay II. Daire üyeleri, Ahmet Taner Kışlalı’nın üzerine çizgi çekilmesi gibi örnekler hep ölümle sonuçlandı. Madem herkes hedef gösteriyor bu örnekler neden size denk geliyor?

 

SERDAR ARSEVEN: Çünkü Türkiye’de mağduriyetler üzerinde  provokasyonlar çok daha fazla. Türkiye’de dindarlar dayak yerken bir de acıyor diye bağırdıkları için suçlanırlarsa bunun artık tahammülü olmaz. Danıştay sokakta başörtüsünü yasaklamış, biz de böyle karar verilmez demişiz. Birisi gidip vurmuş. Vuran kişinin de dinle diyanetle ilgisi yok. Deniyor ki; Vakit, ayağını denk al. Böyle şeyler yazma. Çünkü sen teksin. Hal bu ki tek olmasa zaten denk gelmez. Tabii ki bize denk gelecek. Çünkü hep biz dayak yiyoruz ve sen haksızlığı dile getiriyoruz. Belki siz de zamanında haksızlığa karşı çıktığınız zaman bir büyüğünüz tarafından mutlaka uyarılmışsınızdır; senden başka adam yok mu? Yemek buldun ye dayak buldun sıvış. Ama “haksızlık vardı dile getirdim” derseniz; “Sana ne! Dile getirdin ne oldu, gördün!” denir. Biz neden öldürdüklerini bilmiyoruz. Sadece ortada bir haksızlık varsa yazıyoruz. Danıştay’ın bu kararını her şeye aykırı buluyoruz. Bunu evrensel hukuk da kabul etmez vicdan da. Deniyor ki neden fotoğraflarını basıyorsunuz. Bir gazeteye neden fotoğraf bastığı sadece Türkiye’de sorulur. Haberde fotoğrafın altında nerede doğduğu hangi hukuk fakültesinden mezun olduğu bilgileri var. Ne yani; katil vururken bizim bastığımız fotoğraflara baktı da “Seni vuracağım da yanlış olmasın. Bu musun” mu dedi? Peki neden başka şeylerin üzerinde durulmuyor?

 

TURKTİME: Nelerin mesela?

 

SERDAR ARSEVEN: Ben o hakimlerin birinin çocuğu olsam “O kameralar nasıl bozuldu?, O güvenlik şirketinden neden hesap sorulmuyor” diye sorarım. Katil bir gün önceden keşif gezisinde bulunmuş, o görüntüler yok. Biz bunu teknik elemanlara soruyoruz. O görüntülerin kamera bozulmuş olsa bile muhafaza edildiğini söylüyorlar. Yıllarca bozulmayan sistem, katilin keşif gezisi yaptığı gün bozuluyor. Bunların üzerinde neden durulmuyor? Öyle ya, o ihaleyi Vakit almıştı, kameraları da Vakit bozdu. Olayın bambaşka boyutları var. Olay, 16 Mayıs’ta oluyor. Tam  üç gün sonra 19 Mayıs… Günün anlam ve önemine uygun konuşmalar yapılacak. O zaman biz şunu mu diyelim: Arkadaşlar, bakın adamları vuruyorlar, bundan sonra resim basılmayacak. Hep iyi haberler vereceğiz. Örneğin Bediüzzaman’ın ölüm yıldönümlerinde Bediüzzaman resmi basmak serbest. Necip fazıl yıldönümlerinde  Üstad’ın resimlerini basmak serbest. Tayyip Eroğan’ın huzur ve barış mesajlarını da basalım. Deniz Baykal’ın huzur ve barış mesajı bulunamayacağı için basamayız. Aynı şekilde Ahmet Necdet Sezer’i de basamayız ama onun yerine hiç olmazsa diğer Sezer’i basarız. Örneğin Teziç’in fotoğrafı basılmasın mı isteniyor. “Ey Vakit, benim fotoğrafımı basma, biliyorsun bir şeyler oluyor.” Ne yani, bu mu isteniyor?

 

 

AHMET HAKAN GİBİ TAKILSAYDIK SIKINTI OLMAZDI!

 

 

TURKTİME: Risk var ve riski alıyorsunuz öyle mi?

 

SERDAR ARSEVEN: Toplumun önünde olan insanlarız. Birtakım mesajlarımız var. Bu mesajlarımız risk içeriyorsa, bu risk hepimiz için söz konusu olabilir. Senin söylediğin sözden, verdiğin mesajdan hoşlanan da olacaktır hoşlanmayan da. Gazetecinin görevi, bunun fotoğrafını basmaktır. Fotoğraf basmamak bir gazeteci için mesleğini yapmamak demektir.

 

TURKTİME: Yani hedef göstermiyorsunuz…

 

SERDAR ARSEVEN: Kimse kimseyi hedef göstermiyor. Kimseye yeşillenmeseydik, İslamcı artı Kürtçü muhabbetine takılsaydık, deseydik ki “Atatürk zamanında Kürdistan vardı, şimdi neden olmasın!” Biraz sermayeyle iyi olsaydık, biraz da Ahmet Hakan vari takılsaydık sıkıntı olmazdı. Ama her şeyden önce kendine olan saygının kalması lazım. Her şeyden önemlisi o.

 

ERTUĞRUL ÖZKÖK’Ü YARIN BİR TARİKAT TOPLANTISINDA DİZ ÇÖKERKEN DE GÖREBİLİRİZ

 

TURKTİME: Zaman zaman sertliğinizle ilgili özeleştiri yapıyor musunuz? Bu da maksadı aştı, burada da hata yaptık dediğiniz oluyor mu?

 

SERDAR ARSEVEN: Evet, oluyor. Bazen yeterince sert vermediğimizi, hakikaten hakkını veremediğimizi düşünüyorum. Şu mudur? Bir gazeteci birisinin aleyhinde yazı yazdığı taktirde aleyhinde yazdığı kişi saldırıya uğrayacak olursa, o gazeteci suçlu olur. Mesela Turktime zaman zaman tavrını beğenmediği Ertuğrul Özkök’ü yazıyor. Evet, ben bunu doğru buluyorum. Özkök’ü ben de sonuna kadar eleştiriyorum. Fırıl fırıl dönüyor… Nerede duracağı belli değil, nasıl döndüğü de belli değil. Çok ilginç figürü var. Çok dönen tipler gördük ama Özkök her türlü figürü sergiliyor. Yarın bir tarikat toplantısında diz çökerken de görebiliriz onu. Her şeyi yapabilecek kıvraklıkta. Burada birisi de çok dönenlerden hoşlanmayabilir. Ama bunu ne Turktime ne Vakit ne de başkası önceden görüp de yazmayayım diyemez. İnsanları susturmanın, merkezde toplamanın birtakım yolları vardır. Vakit gazetesine birtakım telkinlerde bulunuluyor. El altından da yapılıyor, dava açmak suretiyle de, hukukun siyasallaştırılması ile de yapılabiliyor. Deniyor ki, sen yazma.

 

 

VAKİT, SIRTI YERDE PEHLİVAN GİBİ, YENEMEZLER!

 

 

TURKTİME: Açılan davalar sizin suçunuzla ilgili değil de hukukun siyasallaştırılması nedeniyle yıldırma girişimi mi yani?

 

SERDAR ARSEVEN: Bizim yazarımız Atilla Özdür, camilerde namaz genelgesine ilişkin Teoman Koman’ı destekleyen bir yazı yazmıştı. Vakit Gazetesinin genel yayın politikasına aykırı bir yazıydı ama biz ona müdahale etmeyiz. Teoman Koman, Atilla Özdür’e dava açmış. Atilla Özdür hakaret etmediğini, tersine desteklediğini söylüyor. Ama karar mahkemeden “Atilla Özdür hakaret etmediğini söylüyorsa da bir Vakit mensubunun Teoman Koman gibi laik bir insana hakaret etmeyeceği düşünülemeyeceğinden mahkumiyetine…” diye karar çıkıyor. Evet, aynen böyle bir karar çıkmıştı. Yine Cumhuriyet Gazetesi’nden alıntı yapmışız. Her iki gazeteye de dava açılıyor, cumhuriyet beraat alıyor biz mahkum oluyoruz. İtiraz ediyoruz. “Cumhuriyet Gazetesi laik rejimin güven duyduğu gazetelerden birisi olup, haberi bu niyetle yazmıştır. Vakit Gazetesi’nin Cumhuriyet’in haberini alma niyeti hinlikten kaynaklanmakta olup mahkumiyetine karar verilmiştir…”

 

TURKTİME: Tepkiler yada baskılar geri adım atmanıza neden oldu mu hiç?

 

SERDAR ARSEVEN: Bunlar yaşandı diye vazgeçecek değiliz. Hukuk, ekonomik baskılar, tazminatlar kullanılıyor. Attırsa zaten bütün sistem nazdinde akredite olacağız. Ama biz şunu düşünüyoruz; sıfır noktasını kabul eden, sırtı yerde olan pehlivanı yenemezsin. Vakit gazetesinin sırtı yerde pehlivan olma durumu var. Biz diyoruz ki, canımızı Allah alacak. Allah’ın uygun görmediği cezayı bize verebilecek, uygun gördüğü cezayı da bizim üzerimizden alabilecek güç yoktur. Biz buna inandık. Dolayısıyla ne İsrail’i ne ABD’si umurumuzda değil. Deniyor ki; sus, diğerleri gibi ol. Ama diğerleri gibi olduktan sonra bize gerek yok.

 

 

İSLAMCI BASINDA MARİFETİ OLMAYAN KİŞİLER ÖNE ÇIKARTILIYOR

 

 

TURKTİME: Sizinle ilgili kaynak taraması yaparken yazılarınızın daha çok Tercüman’dayken alıntılandığınızı görüyoruz. Oysa Vakit’teyken de gündeme ilişkin çarpıcı yazılarınızı ve haberlerinizi biliyoruz. Bu, bir ambargo mu demek?

 

SERDAR ARSEVEN: Tabii ki. Böyle bir görmemeye çalışma tavrı var. Ama başka bir açıdan bakarsanız da Vakit Gazetesi, hakkında diğer gazetelerin en fazla alıntı yaptığı gazetelerden biridir. Hürriyet Gazetesi’nde iki köşe yazarı geçimini yüzde 35 Vakit’ten sağlamaktadır.

 

TURKTİME: Neden görmemeye çalışıyorlar?

 

SERDAR ARSEVEN: Çünkü kendiniz açısından tehlikeli bulduğunuz bu yayın organını satın alma imkanınız yok. Öldüreceğim diyorsun korkmuyor. Tazminat davası açıyorsun çamaşırıma kadar al diyor. Adam sırtını yere yapıştırmış, yüksek sesle bağırıyor. Ve diyorlar ki, “bunları büyütmek benim hırsızlık düzenim için rant paylaştığım kişiler için zararlıdır. Büyütülmemelidir.” İslamcı kanat içerisinde kimliği kişiliği çok fazla ön plana çıkmayan, marifeti olmayan ve aslında çok fazla iyi haberlere imza atmamış insanlar ön plana çıkartılır. Çünkü onlar zararsızdır, en fazla gelebilecekleri yer bellidir. Zamanında Mesut Yılmaz’ın Ankara temsilcisi vardı. Peki şimdi nerde? Yani iktidarlar gider onlar da gider. İktidarla birlikte var olup iktidarlar bittikten sonra biten adamlar vardır. İktidarların yada kurumların adamlarını çok fazla büyütmenin tehlikesi yoktur. Çünkü ipi senin elinde. Ama öbür adamı ne kadar büyütürsen, mesajlarını ne kadar taşırsan o kadar etkili olur. Çıkar sahipleri, çıkarlarını zedeleyen yayınlar yapan bizleri büyütürlerse zaten aptaldırlar. Belki Tercüman’dayken daha fazla alıntı yapılıyordu, Vakit’te daha az. Ama şu var; insanların içerisinde bir Vakit yazarı olarak Tercüman yazarından daha fazla ilgi görüyorum ve paylaşımlarımız çok daha farklı oluyor. Tercüman’dayken benim yanıma gelen vatandaş “Vakit’e dön” derdi. Vakit gazetesinin medya dünyasında nefret ve takdir ifadesi olarak birtakım yargılar ve değerlendirmeler var. Vakit, kendini tanımlamış ve ben buyum demiş. Zaten hırsız, hortumcu bizi takdir etse biz dönüp “biz ne yapıyoruz” diye sorarız.

 

AYDIN DOĞAN KENDİ YAZARINI DEĞİL BENİ OKUR

 

TURKTİME: Ama medyada görünebilmek gazeteciler için de son derece önemli…

 

SERDAR ARSEVEN: Olabilir… Bakınız; Türkiye’de POAŞ tartışmaları gibi birçok tartışma oldu. Ertuğrul Özkök’ün Güneş Taner ile yaptığı görüşmeler ortaya çıkınca biz telefon kayıtlarının dışarıya verilmesi suç mudur, özel hayata müdahale midir değil midir diye tartıştık. Oysa, bunun bir de içeriği vardı. Aynı, “andıçı kim sızdırdı” tartışması gibi içeriği unutuldu. Bir gazeteci, gazetenin yazarı hem de grup yöneticisi diye teşvikleri dağıtmaktan sorumlu bakana teşvik vermedi diye küfür ediyor. Ben böyle bir şeyle hiç rastlamadım. Hiçbir siyasiyle böyle bir diyalogum olmadı. Bunlar saygın gazeteciyse, bunlardan alıntı yapılıyorsa ben bu tırnak içindeki “saygın olmama” pozisyonumu, alıntı yapılmamasını tercih ederim. Yani kriterler farklı. Çok bahsedilmek istiyorsan öncelikle sırtını güzel bir yere dayayacaksın. Her şeyi çok fazla görmeyeceksin ve dokunmayacağın yerlerin sayısı fazla olacak. Bunları yapınca ne oldu? Bağımsızlığı ve huzurumu verdim. Geriye ne kaldı. Peki, örneğin parasal ilişkileri yüzünden el konulan gazetenin yazarlarına insanlar nasıl bakıyor bana nasıl bakıyor? Bunu da bileceğim. Yanına gittiğim zaman hoş geldin diye taklalar atan adamın gittiğim zaman “Vay … nı ne yapayım ” dediğini çok iyi bileceğim. Ama şu anda bana en fazla rejim düşmanı, çok sert yazıyorlar der, sertlikle suçlar. Hırsız der mi? Diyemez. Hortumcu der mi? Diyemez. Diyecek bir şeyi yok. Normalde iyi gazeteci basın toplantılarında en sert soruları soran, en sert haberleri yapandır. Ama bizde iyi gazeteci ne güzel yazdın denenler yada çıkarları zedelendi mi bağıran gazeteci oluyor. Biz hükümetlerle gazeteciler arasında ne tür ilişkiler olduğunu biliyoruz. Bugün iki tane büyük medya patronunun gazetecilik kaçıncı işi? Peki gazeteciler, o patronların adamları içinde kaçıncı sırada? Mesela Aydın Doğan için en önemli adamı bu tür ilişkilerini takip eden adamıdır. Kendi köşe yazarının yazısını okumaz bile. Aydın Doğan kendi gazetesindeki herhangi bir yazarı okuduğundan daha fazla beni okur.

 

 

AHMET HAKAN’IN ANA GEÇİM ALANI DİNDARLARA SALDIRMAK

 

 

TURKTİME: Gazeteciler için “ortak iyi” yaratılamaz mı?

 

SERDAR ARSEVEN: Olması lazım ama sadece işini yapan, haber peşinde koşan, angajmanlar içerisine girmeyen bir gazeteci olarak kalmak çok zor. Genele uyduğunuz zaman daha fazla maaş alırsınız. Televizyonda daha fazla görünürsünüz. Ben diyorum ki benim yaptığım iyidir. Başkaları da diyecek ki hayır, iyi değil. hortumlaman, bu tür ilişkiler kurman lazım. Ama böyle yapınca bir insanın haysiyetinden başka verebileceği ne olabilir ki?

 

TURKTİME: Tam da bu noktada bir sembol gibi Ahmet Hakan’ın geldiği nokta çok tartışılıyor. Ama tartışıladursun en son yılın yazarı olarak da ödüllendirildi. Ahmet Hakan’ın geldiği noktayı ve aldığı ödülü nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

SERDAR ARSEVEN: Manukyan da ödül almıştı. Ödül, alınabilir. Olaya şöyle bakmak lazım. Birincisi o camianın kendilerine “beyaz” diyen, Özkök gibi, has adamları var. Bir de Ahmet Hakan gibi oradan buradan geçinmeye çalışan adamlar var. Mesela Ahmet Hakan’a bakıyorsunuz; yüz tane yazı yazmış 20’sinde Fethullah Gülen’e, bir o kadar Vakit’e vuruyor falan. Yani ana geçim alanı dindarlara saldırmak. Özkök diyor ki “Aferin çocuk, gittikçe gözüme giriyorsun. Biraz daha yazarsan olacak.” Ahmet Hakan için de farklı bir dünya var. Ağzı yarım karış açık seyrettiği insanların yanında olmak ve onlar tarafından beğenilmek, onlar suratını öpse o öpücüğün etkisi gitmesin diye yüzünü bir hafta yıkamayacak bir pozisyonda. Ben kendi bakış açımla Ahmet Hakan’ın o duruşunu açıkçası anlayamıyorum. Ama merak ediyorum; Ertuğrul Özkök yada onun gibi adamların bakış açısıyla Ahmet Hakan’ın o eğreti duruşu nasıl gözüküyor acaba? Gerçekten de o  atmosferin adamı olan insanlar şu lokantaya gittim, burada da yemek yedim deme ihtiyacı hissetmezler.

 

TURKTİME: Sizin camiayı terk etti ve şimdi çamur atıyor diye Ahmet Hakan’a kızgın mısınız?

 

SERDAR ARSEVEN: Hayır, kızmıyorum. Daha çok merhamet ağır basıyor. Bakıyorsunuz bir kedi yavrusu gibi, şaşkın, ne yapacağını bilmez bir vaziyette. Onun için sadece üzülüyorum. Malcolm X’in Harlem bataklığındaki bir hali vardır. Zencilerin saçları kıvırcık, beyazlarınki düzdür. Beyazlara benzemek için her gün saçlarını düzleştirici bir krem sürerek saçlarını düzleştirerek beyazlara benzemeye çalışıyor. Derimi değiştiremedim ama en azından saçlarım benzedi diye mutlu oluyor. Beyazlar onunla “Ne güzel olmuşsun” diye dalga geçiyorlar ama Malcolm X kendi çapında orgazma ulaşıyor. Yalnız, kremi sürdüğü zaman hemen durulaması lazım ki asit kafa derisini yakmasın. Bir gün tam durulama aşamasına geldiği zaman kafayı uzatıyor ama çeşmeden su akmıyor. Koşturmaya başlıyor ama hiçbir yerde su yok. Kaplar boş. Kafa derisi de yanmaya başladığı için çıldırıyor ve en son klozetin içindeki pis suya kafasını sokarak güzelce yıkayarak o acıdan kurtuluyor. Yani, saçlarımı düzleştireceğim diye kafayı pis suyla da yıkamak var.

 

YARIN:

 

  • İslamcı basın tanımlaması hakkında ne düşünüyor? Yahudi lobisinin bu tanımlama ile yapmak istediği ne?

 

  • İslamcı medyanın zaafı ne?

 

  • Vakit’in Yeni Şafak ve Zaman’la birleştiği ve ayrıldığı noktaları neler?

 

  • Muhafazakarların “Yahudi lobisi” merakının kodları ne? Nerede yanlış yapılıyor?

 

  • Erbakan’ın ödediği bedeli Tayyip Erdoğan da ödeyecek mi?

 

  • Ahmet Hakan’ın kimlik bunalımı izdüşümleri ışığında medyada var olmak için gerekli kodlar…

 

  • Ecevit’e kurulan komployu ortaya çıkarınca neden beddua aldı?

 

  • Ecevit’in hastalanması, Tayyip Erdoğan’ın attan düşmesi ve 28 Şubat sürecindeki ortak nokta ne?  

 

YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.
Üye girişi yapmadınız. Misafir olarak yorum ekleyebilirsiniz. Üye olmak için tıklayın.
  Yorumcuların dikkatine…

İmlası çok bozuk,
Büyük harfle yazılan,
Habere değil yorumculara yönelik,
Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan,
Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren,
Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen,

yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR.

Bu haber henüz yorumlanmamış...

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Turktime’ın Şamil Tayyar İle Medya Ve Siyaset Dünyasını Sarsan Röportajı
(TURKTİME-ERSİN TOKGÖZ) Son günlerin en çok konuşulan gazetecilerinden ...
Kanal 6'nın Patronu Ahmet Özal Turktime'a konuştu
(ÖZEL-TALAT ATİLLA) El değiştirdiği söylenilen Kanal 6 televizyonu yönetim ...
Mehmet Barlas da Turktime'a konuştu: Dündar ve Güldemir Polemiği Düşünce olarak kalsaydı
(Turktime-Ersin Tokgöz) Emin Çölaşan ve Uğur Dündar’dan sonra Sabah Gazetesi ...
 
Uğur Dündar da Turktime'a Konuştu
(TURKTİME-ERSİN TOKGÖZ) Ufuk Güldemir eleştirdi, O hep sustu. Medya peşinden ...
ŞAMİL TAYYAR'A İNANILMAZ KOMPLO
Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar yazdıklarının bedelini akla ...
VAKİT GAZETESİ ANKARA TEMSİLCİSİ VE YAZARI SERDAR ARSEVEN’DEN TURKTİME’A MÜTHİŞ AÇIKLAMALAR
(TURKTİME-ERSİN TOKGÖZ) Medyanın ele avuca sığmayan ...
 
AK PARTİ, CİNER OPERASYONU İLE UZANLARA YAPTIKLARINI TELAFİ ETMEYE Mİ ÇALIŞIYOR?
(ANAYURT-ERSİN TOKGÖZ) Ciner Operasyonu ile Ak Parti bir taş ile altı ...
Tamer Korkmaz'dan TURKTİME'a A Kalite Medya Analizi
(TURKTİME-ERSİN TOKGÖZ) İşte Genel Yayın Yönetmenimiz ...
TERCÜMAN'DAN RAHMİ TURAN'A ZOR SORU: BİR YAYIN YÖNETMENİ'NİN "GAZETEMİ BEN KAPATTIRDIM" DEMESİNDEN DAHA BÜYÜK UTANÇ OLABİLİR Mİ?
Gözcü’nün kapatılması ile ilgili Hilton bombasını patlatan Tercüman Rahmi ...
 
SOSYAL MEDYADA TAKİP ET
FACEBOOK'TA TURKTIME
TWITTER'DA TURKTIME
 
KATEGORİLER
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
ETİKETLER
  •KÜNYE
  •İLETİŞİM
  •REKLAM
 
 
  •Güncel
  •Siyaset
  •Dünya
  •Medya
  •Magazin
  •Spor
  •Kültür
  •Sağlık
  •Ekonomi
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
Mersin İdmanyurdu
Mehmet Şimşek
TV8
Fatih Erbakan
Akhisar Belediyespor
Microsoft
anap
davutoğlu
Alkol