Bir zamanlar, “Ne olacak bu medyanın hali” derdik. Dili geçmiş zamana dikkat lütfen. Artık soruyu bu zaman kipiyle sormanın anlamsız olduğunu söylüyor Zaman Gazetesi yazarı Tamer Korkmaz. Çünkü medyanın arkasından konuşmayı ölünün arkasından konuşmak olarak görüyor ve ölüyle ilgili konuşurken gelecek ile ilgili umut da içeren “Ne olacak” soruları anlamsız buluyor. Biz de sorduk; “O zaman, ne oldu bu medyaya?” Ve Korkmaz, basının bugün geldiği durumu ortaya çıkaran “dün” ve dünden bugüne aktarılan mirası harcayan medya aktörleri ile ilgili çarpıcı tespitlerde bulundu. İşte olay yaratacak röportajın birinci bölümü…
TURKTİME: Aslında basını konuşacağız ama siz daha önce “Basının arkasından konuşmak bir ölünün arkasından konuşmak gibidir” demiştiniz. Kültürümüzde, genelde ölünün arkasından kötü konuşulmaz. Peki biz basınla ilgili iyi konuşabilecek miyiz?
TAMER KORKMAZ: Maalesef pek iyi konuşamayacağız. Ben bu benzetmeyi konunun vahameti daha bir açıklığa kavuşsun diye ilk kez 1997 yılında yapmıştım. Bunu on yıl sonra tekrar söylememin sebebi, bu sürecin artık tamamlanmasıyla ilgilidir.
TURKTİME: Neden özellikle 1997? Bir anlamı var mı bu tarihin?
TAMER KORKMAZ: O tarih, yaklaşık olarak basındaki sermaye yapısının el değiştirmesiyle ilgili sürecin tamamlandığı bir zamana denk geliyordu. O dönem bankacılık işlerine girdiği ve yanlış yaptığı için kaybeden, basından gelme son patronun tükenişini anlatıyor. Ki gazetesi 1980’lerin ortalarından itibaren basına yenilik getirmiş bir gazete idi. Yine 28 Şubat sürecinde egemenlerle merkez medya arasında al takke ver külah süreci yaşanıyordu. Dinç Bilgin döneminin sona ermesiyle birlikte basının sermaye yapısındaki değişiklik dönemi tamamlanmış oldu… Şu anda medyada egemen olan Aydın Doğan, medya dışından gelen bir patron. Önce Milliyet gazetesinin sahibi oldu. 1993’te de Hürriyet’i aldı. Hürriyet devlet gazetesidir, öyle çok büyük parası olsa da herkese vermezler!
TURKTİME: Sermaye yapısındaki bu değişimin sonucu ne oldu?
TAMER KORKMAZ: Medya dışındaki sermayenin basında tam manasıyla hakim olması; gazetecilik amaçlı faaliyetlerin, gazetecilik yoluyla fikirlerin serbest dolaşımı dediğimiz olayın tamamen sona ermesi demek oluyor. Bu bağlamda, basının hükümet ile ilişkileri çerçevesinde baktığımızda 1980 sonrası medyanın sürekli gerilediğini görüyoruz. Ama sermaye yapısının tamamen el değiştirmesi ile basın temel konuları hiç yazamayan bir yapı haline geldi.
BASIN “FETHEDİLMİŞ KALELER” HALİNE GELDİ
TURKTİME: Bu ilişkiler önceden daha mı iyiydi?
TAMER KORKMAZ: Örneğin basında bir dönem etkili olmuş isimlerden biri olan Haldun Simavi, Demirel hükümetine karşı kora kor mücadele etmişti ama kardeşi Erol Simavi daha uyumlu ilişkileri tercih etmişti. Daha çok statüko ile uyumlu olmaya çalışmış, bu anlamda bir zafiyeti olmuştu. Yani, eski yıllarda da bu ilişkiler açısından sorunlar vardı. Ama şimdi, basın, siyasal yapıyla ilişkiler anlamında tümüyle “fethedilmiş kaleler” durumuna geldi. Elbette bu çok büyük bir zafiyet. Sermaye yapısının değişmesi ile birlikte basındaki tekelleşme sürecini de hatırladığımız zaman fikirlerin serbest dolaşımının ortadan kalktığını, temel konuların yazılamadığını böylece basının asli görevini yapamaz noktaya geldiğini görüyoruz. Dolayısıyla gerçekte artık bu basın ölü bir basındır.
TURKTİME: Peki asli işini yapamayan basın şu an ne iş yapıyor?
TAMER KORKMAZ: Klasik tabirle, işlerinin takibini yapıyor. Yani ait oldukları holdinglerin işlerinin yürümesi için aracı, eldiven olarak basın kullanılıyor. Memleketteki sorgulanması gereken temel ve asli konulara basın zaten giremiyor.
EGEMEN BASIN SUSURLUK’UN ÜSTÜNÜ ÖRTTÜ
TURKTİME: Biraz haksızlık etmiyor musunuz? Örneğin Susurluk’u basın yazmasaydı ilişkiler ağı ortaya çıkmazdı deniyor…
TAMER KORKMAZ: Burada bir yanılsamaya dikkat edelim. Büyük, yani egemen basın, aslında Susurluk’la ilgili konuların kapatılmasına çalışan taraf oldu, açık eden değil. Ucundan kıyısından yazması önemli değil. Gazetecilikte fikri takip çok önemlidir. Basın bir konunun peşinden gidiyor mu? Hayır, böyle bir derdi yok. Susurluk skandalı ile ortaya çıkan ilişkiler ağına baktığımız zaman Türkiye’de basının bu ilişkileri ortaya çıkaran değil son tahlilde örtmeye çalışan taraf olduğu kanaatindeyim.
TURKTİME: Ama her gün bir yayın organı “flash flash” diye ortaya ne yaman şeyler çıkardıklarını övünerek duyuruyorlar. Ve gerçekten de her gün yeni bir şeyler öğreniyoruz. O zaman bu ortaya çıkanlar ne? Bir simülasyon mu?
TAMER KORKMAZ: Bazıları, dezenformasyon olarak ortaya çıkıyor. Bazıları, gerçekten ortaya çıkıyor ama devamı getirilmiyor. Ortaya çıkardıklarını fikri takiple sonuca ulaştırdıkları yok. Bakınız, 1972’deki Watergate olayını iki gazeteci patlattı. İki yıl ölümüne takip etti ve sonuca ulaştılar. İlk başlarda hiç kimse onlara inanmıyordu. Ama bizde, örneğin Danıştay saldırısı ile ilgili bir çok şey ortaya çıktı ama sonra unutuldu. Basınımız bunların hangisinin gerçek bilgi hangisinin dezenformasyon olduğunu ayırt edecek durumda değil. Çünkü bu konulara gerçekten kafa yormuyor. Bu konulara temel konular, yaptığı işe yaşam biçimi olarak bakmıyor, artık. İşlevsel olarak, “bunlar benim meselelerim” diyerek değerlendirmiyor. Bir yandan maniple ediyor, güdülüyor bir yandan maniple edilebiliyor!
TURKTİME: Maniplasyon demişken, basında çıkan haberlerle ilgili şöyle bir genel kanı da var. “ Evet, bu haber de gündemi değiştirmek için yaptırıldı.” Gerçekten de egemen güçler basını gündemi değiştirmek için kullanıyor mu? Yoksa bunu basın kendisi mi yapıyor?
TAMER KORKMAZ: Her ikisi de var. Bilerek alet oldukları da kesin. Aynı zamanda konulardaki bilgisizlikleri ve takip etme gibi bir dertlerinin olmaması her iki durumu da doğruluyor.
TURKTİME: Siz kırılma noktasını gazeteci patronun kalmadığı tarih olan 96’dan sonraya bağlıyorsunuz. O günden bu güne ne değişti?
TAMER KORKMAZ: Bu on yıl içerisinde basındaki sermaye yapısının değişikliği daha da kemikleşerek tamamlandı. Yani artık gazeteciliğin temel ilkeleri, bu tür yapılanma içinde bir yük haline geldi. Ticari konularda sıkıntı yaşamamak için gelen hükümetlerle ilişkilerini koruyabilmek düşüncesi yazılabilecek fikirlerin ve haberlerin alanını hayli daralttı…
MİLLİYET, ABDİ İPEKÇİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİYLE BİRLİKTE BİTTİ
TURKTİME: Basından gelen patronların dönemi bitti, sermaye el değiştirdi, kabul. Peki gazetecilik patronda başlayıp patronda mı bitiyor? O anlı şanlı gazetecilerimiz, onlar ne yapıyor bu süreçte?
TAMER KORKMAZ: Evet, meselenin bu tarafını tartışmasaydık gerçekten eksik kalırdı. O dönemden bu döneme gelen gazeteciler de kendilerini yenileyemediler. Gazetecilik faaliyetlerinin yitip gitmesi noktasında, gazetecilik alanlarının daralması konusunda bir mücadele vermediler ve gerilediler. Sermaye yapısı el değiştirmeden önceki süreçte de gazeteciliğin ana ilkeleri ile ilgili büyük mirasın çok kötü kullanıldığını söyleyebiliriz. Örneğin o dönemlerde Abdi İpekçi ile birlikte Milliyet, gazeteciliğe bir yenilik getirdi. Daha sonra habercilik açısından önemli atılımlar yaptı, uzlaşma kültürü açısından da büyük bir fark ortaya koydu ama İpekçi suikastı ile birlikte Milliyet’in pozitif sayabileceğimiz o katkılarının hepsi de ortadan kalktı. Ercüment Karacan gazeteyi satmak istiyor, İpekçi direniyordu. İpekçi’nin öldürülmesinden sonra gazete satıldı, Milliyet’i Aydın Doğan aldı ve o dönemden sonra Milliyet ortada yok. Milliyet, daha sonra ordunun gazetesi olarak tutuldu. Yani bir anlamda teslim alındı. Adı yenilikle alınan gazete bir anda Türkiye’nin en tutucu gazetesi oldu ve bu gün de o sıkıntıları zirve noktada yaşıyor…
TURKTİME: Ya diğer gazeteler?
TAMER KORKMAZ: Haldun Simavi, 1960’ların sonundan itibaren Günaydın ile farklı bir gazete yaptı. Televizyonun yeni doğduğu bir dönemde farklı bir görsellikle öne çıktı. Bu yenilikleri 85’den sonra Sabah devam ettirdi. Söylemi değiştirdi. Ama sonradan Sabah’ın gazetecilik faaliyetleri de bankacılık faaliyetleri yüzünden büyük yara aldı. Şimdi tekrar normale dönmeye çalışıyorlarken TMSF el koydu. Yine 99’da Star bir farklılık getirdi ama patronunun yaşadığı sıkıntılar nedeni ile başarısız oldu. Buna karşılık 2000’li yılların gazetesi yok. 2000’li yıllardan kastım, sadece takvimle ilgili bir süreç değil. Özel televizyonlar 90’lı yıllarda zirve yaptı, sonra internet yaygınlaştı dolayısıyla gazeteler eski sunumlarıyla, eski alışkanlıklarıyla ve içerikleriyle devam ettikleri müddetçe kan kaybedeceklerdi ve öyle oldu. Sadece habercilik anlamında çürümekle kalmadılar kendilerini bu anlamda da yenileyemediler.
ARTIK KAĞITTAN GAZETELERİN DEVRİ KAPANDI!
TURKTİME: Hep söyleniyor; internet ilerde kağıttan gazeteleri yok edecek. O zaman bunu gelecek zamanla ifade etmenin bir anlamı yok. Zaten yok etti diyebilir miyiz?
TAMER KORKMAZ: Öyle… Var gibiler ama gerçekte yoklar. İnternet gazeteciliği henüz kurumsallaşamadı ama fikirlerin ve haberlerin serbest dolaşımı açısından şu anda kağıttan gazeteye göre tartışmasız daha özgür bir alan. Tazelik açısından baktığınız zaman kağıttan gazetelerin internetle yarışması zaten söz konusu bile değil. Hatta internet özel televizyonlara göre bile bu alanda daha avantajlı. Böyle olduğu için hem ürünün doğasından gelen avantajlar hem de biraz önce bahsettiğimiz Türkiye’nin özel şartlarından dolayı yazamama nedeni ile internet öne çıkıyor. Alışkanlıklar açısından kağıttan gazeteler var olsa bile etkilerini, güçlerini yitirecekler. Artık bu yapı eski haline gelmeyecek, kağıttan gazetelerin bir daha eski günlerine dönme olasılığını mümkün görmüyorum.
TURKTİME: Peki öldüğünü ve iğdiş edildiğini söylediğiniz medyanın tekrar ayağa kalkması için internet bir umut olabilir mi?
TAMER KORKMAZ: Evet, böyle bir umut var. En azından bu büyük fırsatı iyi değerlendirmek lazım. Ama bu, eski kötü alışkanlıklara devam etmekle olmaz. Yani vurdumduymazlığa, bir takım haberleri görmemeye güdülemeye devam edelim, birtakım haberleri vermezsek o haberlerin yokmuş gibi olacağı düşüncesine devam edelim gibi bir davranış içerisine girersek internet gazeteciliği de böyle bir lüksü kaldırmaz. Bu alışkanlıklarımız kısa sürede interneti de çürütebilir. Dolayısıyla internet medyası kurumsallaşırken bu otokritiği yaparak gelmesi lazım.
TURKTİME: Siyasilerle ilişkilerin haberlere etkisi yada reklam verenlerin olumlu haberlerini görüp olumsuz haberlerini yok sayma hastalığının internete de bulaştığını biliyoruz. Bu durum internet medyasını da öldürmez mi?
TAMER KORKMAZ: Evet. Basındaki eski hastalıkların burada da devam ettiğini görüyoruz. Ki benim de tam olarak söylemek istediğim budur. Bu da eski hastalıkların internet medyasına da sirayet etmiş olması ne yazık ki bu sürecin kolay olmayacağını gösteriyor. Dolayısıyla bizim medyanın kendisini otokontrole tabi tutması yönündeki tartışmalarımızın hedefine ulaşmayacağı yönünde pek de olumlu bir tablo çıkmıyor ortaya…
ÖZDEMİR İNCE HALA ASPARAGASINI SAVUNUYOR
TURKTİME: Bu sıkıntı sadece bize özgü bir sıkını mı yoksa dünyada da güç odaklarıyla ilişki benzer şekilde problemli bir durumda mı?
TAMER KORKMAZ: Batı medyasına baktığımızda orada da problemli taraflar görüyoruz. Onların da kendileri açısından gerilemeleri var ama biz onlarla karşılaştırıldığımızda kıyaslanamayacak ölçüde sorunluyuz. Örneğin orada bir yazar başka bir yazarın yazısını kaynak belirtmeden, kendisininmiş gibi bir alıntı yaptığı zaman tamamen basının dışına çıkarılabiliyor, dışlanabiliyor. Batıda bu durum büyük bir ahlaki sorun olabiliyor. Bizde böyle bir konu hiçbir zaman tartışılmaz bile. Yine mesela batı gazetelerinde bir genel yayın yönetmeni kendisi aleyhine bir haberi manşete koyabiliyor. 1998 Ağustos’unda Boston Globe’un yayın müdürü gazetesindeki 53 kişinin kendi aleyhine verdikleri deklarasyonu gazetesinde yan manşetten yayınlamıştı! Bu, Türkiye’de basının rüyasında bile göremeyeceği bir davranıştır…
TURKTİME: Peki Türkiye de bu ahlak neden yerleştirilemiyor?
TAMER KORKMAZ: Bu, bir anda olmadı. Yıllara yayılan bir çürümüşlük var. Türkiye’deki asparagas geleneği kendini bir anlamda yeniden üretti. Örneğin son dönemlerin en büyük asparagas haberlerinden bir tanesi Hürriyet’in verdiği “Fransa’da yaşayan mini etekli kızı diri diri yaktılar” haberidir. Bunun asparagas olduğu kanıtlandı. Ama örneğin geçen hafta Özdemir İnce hala o haberin doğru olduğunu iddia edebiliyordu! Ama bu haberin sadece normal şartlarda oda sıcaklığında değil, uzayda, deniz kenarında, dağda, her türlü şartta doğru olmadığı kanıtlandı. Burada şöyle bir problem var. İngiliz tabloid basınından gelme bir gelenek var. Bu gelenek ilginçtir Türkiye’de yaşam biçimi haline geldi.
TURKTİME: Nedir o gelenek?
TAMER KORKMAZ: “Gerçeğin iyi bir öyküyü bozmasına izin verme.” Yani buradaki kural, “gerçeğe ulaşıp da ne yapacaksın, iyi öykü önemlidir” meselesi! İyi öykü kurmacadır, mizansendir! Örneğin ara rejim dönemlerinde darbeci güçler ya da psikolojik harekatın arkasındaki askerler, fabrikasyon, mizansen ve düzmece haberlere ihtiyaç duydular. Ve bu tür haberler yıllardan beri basın içerisinde bir alışkanlık haline geldi. Siyasetle ilgisi olmayan spor gazeteciliğinde bile bu alışkanlık yerleşti. Bakıyorsunuz; 85 tane transfer haberinden dört tanesi doğru çıkıyor. Olay bu kadar komik hale geldi ama geçenlerde Ertuğrul Özkök tutup bu komediyi savundu. “Bu futbolcular zaten alınamayacak biliyoruz. Ama hiç olmazsa taraftarlar sayfalarda görsün, sevinsinler, kendilerini tatmin etsinler diye yapıyoruz” şeklinde itirafta bulundu. Yani Özkök bu çürütücülüğü zirveye taşıdı.
ERTUĞRUL ÖZKÖK TÜRK BASININA EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ YAPMIŞ KİŞİDİR!
TURKTİME: Sizin çürümeyi açıklamak için kullandığınız bu örneği Türk basının amiral gemisi olan Hürriyet’in genel yayın yönetmeninin bir marifetmiş ya da normal bir şeymiş gibi söyleyebilmesi nasıl bir garabettir?
TAMER KORKMAZ: Bu, çok travmatik bir sorundur. Meslekle ilgili temel bir sorunu da aşan ruhsal bir sorundur, artık. Ertuğrul Özkök Türk basının gelmiş geçmiş en büyük çürütücüsüdür. Türk basınına en büyük kötülüğü yapan kişidir. Pazartesi başka Salı tam tersi bir fikir! Türban, 28 Şubat ya da bazı konularda gömlek değiştirir gibi fikir değiştirmektedir. Adeta fikirler gardrobu olan birisinden söz ediyoruz! Asla omurgası olmayan ve bu pozisyonu da meşru bir durum olarak göstermeye çalışan bir büyük çürütücüden bahsediyoruz. Bu, meslek ahlakı ile ilgili çok ciddi bir sorundur.
TURKTİME: Böyle bir çürütücünün 16 yıl gibi rekor bir süre Hürriyet gibi bir gazetenin genel yayın yönetmenliğinde bulunuyor olması, Özkök’ün yaşadığı ahlaki sorunun Türk basının yaşadığı ahlaki sorunla örtüştüğü ve birbirini olumladığı anlamına gelmez mi?
TAMER KORKMAZ: Bu sürenin bu kadar uzun olmasının basının tamamen çürüdüğü bir döneme denk gelmesi kesinlikle bir rastlantı değildir. Özkök’ün bu kadar uzun süre genel yayın yönetmenliğinde kalmış olması, burada neyi başardığıyla ilgili bir tartışmayı gündeme getirir. Özkök, Haldun Simavi ve Abdi İpekçi gibi gazeteciliği yenileyen, alanını genişleten bir adam olarak mı ortaya çıktı? Hayır. Çürüten bir adam olarak ortaya çıktı.
ÖZKÖK, GAZETECİLİKTE DEĞİL, PATRONUNUN HAKLARINI KORUMAKTA BAŞARILI!
TURKTİME: Özkök’ün başardığı şeyler yok mu?
TAMER KORKMAZ: Tamam, bir şeyler başardı. Ama başardığı şey çoğunlukla gazetecilikle ilgili değil!
TURKTİME: Ne başardı peki?
TAMER KORKMAZ: Patronunun haklarını korumayı başardı. İş takibini başardı. Ne diyordu kendisi; “Genel yayın yönetmenliği benim işimin içinde yüzde 20’yi oluşturuyor.” Yani yüzde 80 başka işlerle uğraşıyor. Bu, genel yayın yönetmenlerinin gazetecilik dışında başka işlerle uğraştığını gösteriyor. Genel yayın yönetmenlerinin 100 bin dolar maaş aldığı bir dönem yaşadık. Hiç kimseye sırf gazetecilik için 100 bin dolar maaş verilmez bu ülkede. Bu yapıdan dolayı üst yöneticiler çok iyi ücretler alırken, bu işin emekçileri, yani muhabirler, hak ettikleri ücreti alamadı ve basındaki gazetecilik yapısının çürümesi ile birlikte gazetecilikteki en önemli şey olan muhabirliğin tu kaka edildiği bir dönem yaşandı, yaşanıyor. Muhabirler azaldı ve iyi muhabirler bir şekilde piyasadan çekildi. Ertuğrul Özkök’ün gazetesiyle ilgili yaptığı yorumlarda daha magazinel bir gazete öne çıkarma noktasında hevesli olduğunu görüyoruz. Ama geçmişte 10 ay gibi bir süre Hürriyet’te yayın yönetmenliği yapmış olan Rahmi Turan, ki o zaman Özkök Ankara temsilcisiydi, Hürriyet’ten gazeteyi haddinden fazla magazinleştirdiği gerekçesiyle kovuldu. Ama baktığımız zaman son 4-5 yıldaki Hürriyet, Rahmi Turan’ın magazinleştirdiği Hürriyet’i fersah fersah aştı! Ve günümüzde Gözcü kapandı; Rahmi Turan tekrar Hürriyet gazetesine yazar olarak dönüyor!
TURKTİME: Genel yayın yönetmenlerinin asıl işinin patronun işini takip etmesi Ankara Temsilcilerinin belli bir süre sonra Genel yayın yönetmeni olmalarında etkili oluyor mu? Özkök, Hasan Cemal, Sedat Ergin… Hepsi Ankara temsilcisiydi…Bu fotoğrafı böyle okuyabilir miyiz?
TAMER KORKMAZ: Burada iki kavramı karıştırmamak lazım. Gazetecilikte gazetecilerin Ankara deneyimleri çok önemlidir. Ankara deneyimini yaşadıktan sonra İstanbul’da gazete yönetimine gitmek hiyerarşik anlamda çok doğru bir adımdır. Bu tercihin iş takipçiliği ile ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Hiyerarşik açıdan, içerik açısından birçok iyi miras da var. Ama Hürriyet çok kötü bir mirasyedi durumunda. Yani Ankara temsilciliğinden genel yayın yönetmenliğine gitmek önemli bir miras ama asıl gidenlerin orada ne yaptığı önemli.
YARIN:
Milliyet Sedat Ergin ile eski günlerine dönebilir mi?
Milliyet Abdi İpekçi suikastının peşine neden düşemez? Milliyet’in yüzleşmekten korktuğu gerçek nedir?
Neden asıl sürpriz Gözcü’nün kapanması değil bu kadar ayakta kalması?
Güneşin yarın doğacak olmasından daha gerçek olan basındaki sansür neden yok sayılıyor? Bunun anlamı ne?
Özgürlükçü yazarlar Kurtlar Vadisi sansüründe kendilerini nasıl yalanladılar?
Kurtlar Vadisi sansürünün anlamı ne?
Medyadaki “Fethullahçı komplo” merakı nereden kaynaklanıyor?
Dinci ve dinci olmayan medya ayrımı neden yapılıyor?
Hürriyet’in vermesi gereken hesap ne?
Hürriyet’in büyük gazete olması yalan mı?
Derin medya derin devletin neresinde?
Türkiye’deki yörünge değişikliğinin yansımaları medya tarafından neden görülmüyor?
Gazetecilikten patronluğa giden yolda Tuncay Özkan ve Ufuk Güldemir “Peter İlkesi”ni nasıl ters çevirdiler?
Medyadaki amerikancılık aslında ne anlama geliyor?
TMSF’nin Ciner operasyonu ne demek?
Medyadaki kast delinebilir mi?
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...