Sıradan bir işportacı da satar dolma kalemi, Burhan pazarlama da..
Köşebaşındaki Faruk abinin sattığı, her an lazım manyetolu çakmağa burun bükersin ama, Burhan pazarlama herhangi bir vapurda:
‘Hanımefendiler beyefendiler, en güzel günlerin canı gönülden sizlerin olmasını dilerim. Bakın şu elimde görmüş olduğunuz stella dolmakalem..
Ana gövdesini sağdan sola çevirin, açılır. Bastırın butona, koyun mürekkep okkasını, piston geri çekilirken hazne mürekkep alır. Uç, sekiz mikron kaplama, senelerce kullanın kararmaz paslanmaz. Damak, gizli damak; bir damla mürekkep akıtmaz.’
Der..
Dolmakalemin mürekkebi olmak istersin.
Görmeye fırsatın olmadıysa hiç, çevirir çevirir belgeselini izlersin.
Bir ‘köşe yazarı’ memleketin en mühim havadisini verir köşesinden, uykun gelir.. Yılmaz Özdil karıncanın sindirim sistemini anlatır, entomolog olasın gelir.
Zanaat değildir yazarlık, sanattır.
Acentede satılsa keşke; kredi çek, kazandıkça taksit taksit öde..
Ama yok, o iş doğuştan gelir.
Suç ve Ceza’nın konusunu bin kişiye ver mesela, anlatsın sana Raskolnikov’un iç dünyasından ufacık bi’ parça..
Ya da Anna Karenina’da gir kadının hücrelerine varana..
Kürk Mantolu Madonna’da Raif efendinin ranzasında; hasta, mahcup, kırılgan, içinde bir yerlerde derin yaralı halini anlat, Sabahattin Ali gibi.
Moskova’dan gönderdiğin oyuncağın zembereğinin kurulmadığından öyle bir bahset ki; kayın ağaçları arasından öyle bir haykır; Memed’in beyaz kotrasını yüzdüremediğini leğende..
Altmış dört yıl türküsü söylensin, daha bin yıl söyleneceğinden gayrı.
Olmaz, olamaz..
Yazı sanatı; bütün dünyalığı elinin tersiyle itip, yek pare girdiğin halvettir mabedine..
En aksi, en mendebur, en huysuz ihtiyar edebiyatçıların takdirini kazanmış iki roman yazdım, altmış kadar şiir.. Bu kırk beşinci köşe yazısı..
Yazılar içinde en zorudur köşe yazısı.. Yazıdan değil elbet, memleketten..
Muhalif gazetecilerin / yazarların tehdit edildiği, hedef gösterildiği, dahası; bir kısmının hapislerde olduğu şu dönemde sayfalar dolusu eleştirirsin güçlü iktidarı..
Yazarsın nalına mıhına..
Dostlar ‘Riskli işlere girme, edebiyatını yap geç.’ der. Yeni yazını okumuştur biri, arar.. ‘Mağazadayım, kıyafet bakıyorum, sana da fanila don alayım mı, lazım olur.’ der, matrak geçer..
Ama diyelim İmamoğlu’nun deprem ertesi tatil vaziyetlerini yazdın, diyelim etkin muhalefet yapamayan ana muhalefeti eleştirdin. Diyelim ‘Ne demokrasisi, sen despot bir lidersin!’ dedin..
‘Şimdi sırası mı, ittifaka zarar veriyorsun.’ derler.. ‘Ne o, iktidara göz mü kırpıyorsun?’ derler, sosyal medya hesabına kendi fotoğrafını koyamayan cisimler, ‘korktun mu?’ der..
Herkes bi’şey der hasılı, ama sen eğri düzelene kadar, eğriye eğri demeye karar kılmışsın.
Bilirsin ki her kesimden siyasisi ziyaret eder her hafta. Bilirsin ki; yazarlardan yandaşı da, tatlı su muhalifleri de gelir gizli gizli köşene; yukarıdan, burun kıvırarak, dudak bükerek okur, gıdasını alır, çeker giderler sonra.
Sonra kırık bi’ tebessüm.. Rudyard Kipling dolanır diline..
Herksele düşüp kalkar, erdemli kalabilirsen eğer / Unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken / Dost da düşman da incitemezse seni / Ne küçümser, ne de büyültürsen çevreni / Her saatin her dakkasına, emeğini katarsan hakçasına.. / Her şeyiyle dünya önüne serilir..
Üstelik oğlum, adam oldun demektir.