Günümüz Türk öyküsünün usta ismi Mustafa Kutlu'nun henüz 19 yaşında kaleme aldığı bu günlükte, yazmayı çok isteyen ama henüz ne yazacağını bilmeyen bir genç adamın portresini görüyoruz. Hülyalı, çekingen, mütereddit ama hassasiyetleri şekillenmiş... Peşinden gideceği ustaları o günden seçmiş; fakat kendisi olmayı bilmiş. Bugünkü yalın, duru ve nükteli dilinin ilk işaretleri, o genç adamın günlüğünde seziliyor. 44 yıl önce bir üniversite öğrencisinin, genç Mustafa Kutlu'nun kaleminden çıkmış bu kısacık metin, bakalım sizde hangi kapıları açacak? Ama ille de fotoğrafa dikkat! KÜLTÜR-SANAT
Genç Mustafa Kutlu'nun günlüğünden
24 Aralık 1966
Yurdun penceresinden Erzurum Ovası'na bakıyorum. Her yan bembeyaz. Kar tepeleri, evleri, yolları, ağaçlar örtmüş. Manzarada hiçbir kıpırtı yok. Sanki bembeyaz bir sayfa.
Bu sayfa beni kışkırtıyor.
Hem bir tuali hem bir çizgisiz defter sayfasını çağrıştırıyor. Resim mi yapsam, yazı mı yazsam?
Yazı yazamam. Neden? Çünkü heybe boş. Ne yazabilirim ki? Belki okumaya devam edersem ne yazacağımı da çıkarabilirim. Bu düşünce ile bugün de derse değil kütüphaneye gittim. Henüz kuruluş aşamasında olan Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nün Yeni Edebiyat kısmı çok zayıf. Topu topu iki raf kitap. Onların da büyük çoğunluğu roman ve hikâye.
Şöyle dedim: İki yılda ben bu kitapların hepsini okurum. Zaten derste, kantinde, yatakhanede, kahvede sürekli okuyorum. Bir nevi kitap delisi. Arkadaşlar beni uyarıyor: "Kafayı yiyeceksin" diyorlar. Desinler. Şimdiden raflardan birinin yarısını bitirdim.
En çok Sait Faik ve Sabahattin Ali'den etkilendim. Üslupları farklı ama muhteva aynı kapıya çıkıyor: Merhamet.
Belli ki yazıya başlarsam bu ikisinin etkisinde kalacağım. Olsun. Sonunda belki ikisini birleştirerek bir üçüncü yol bulurum. Belki de bambaşka bir dil.
Bir dil bulmadan olmaz. Bana ait bir şey. Okuyan anlamalı. Ama ne zaman? Henüz hiçbir şey yazmış değilim. Hem bende mistik bir taraf var. Onlarda yok. Yoksa onları bir yana itip kendi yolumu mu arasam? Ne olur biri bana akıl verse.
Resim de aynı çıkmazda. Ona liseden beri devam ediyorum ama neredeyim? Bu meçhul. Meçhul değil de ben memnun değilim. Resim için akademik bir eğitim şart. Büyük şehirler, galeriler, Avrupa. Yani zengin işi. Olmayacak galiba, Erzurum'da olmayacak.
Yine de Erzurum benim için bir şans. Bir kere hüviyetli bir şehir. Şu beyazlığa bak, insanın içini yıkıyor. Palandöken düpedüz ruhumu yüceltiyor. Bir de güneş açsa. Karlardan binlerce parıltı yayılsa.
Doluyum. Kesin bu. Ama ne? Kendini tanımak diyordu yazar. Herhalde önce kendimi tanımalıyım. Oysa benim gözüm dışarda. Hiçbir şeyi kaçırmadan izliyorum. Refleks oldu galiba. Zihnime yazıyorum. Ah bir de kâğıda geçirebilsem.
Arkadaşlar bir şeyler yazdığımın farkında. Dalga geçenler var, Nietsche okumamı bile hazmedemiyorlar. Aslında haklı bunlar. Bu gibi yazarlar orijinalinden okunmalı. Bende dil yok. Olsa bile bu yazarları anlayacak kültür yok. Üniversite okuyoruz ama pek bir şey öğrenemiyoruz. İnsan, genç insan bir başına ne yapabilir?
Talebe Derneği "Sana bir sergi açalım" dedi. Bakalım. İyi olur herhalde. Halk Eğitim Salonu harika. Kaloriferli.
Odada bir kalorifer kokusu. Bir portakal soydum, defteri bir yana koydum. Kafiye oldu. *Günlük Kutlu'nun defterinden alındı ve onun izniyle yayımlandı.
Zaman
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...