Eğer aşk filmi denince 1930’larda destansı aşk filmleri ile screwball komediler, 60’lardan sonra ise romantik-komedi ve duygusal-dram akla geliyorsa, 2000’lerde bu ezber tamamen değişti. Artık ‘soyut’ aşk filmleri devreye girdi. Bu da postmodern yönetmenlerin bu konsepti ‘yönetmen sineması’ içinde ele alışlarıyla ortaya çıktı. Bunun sonucunda da bilimkurgu ile fantastiğin içine girdi zaman zaman tür.
Ancak daha çok Sofia Coppola, Wong Kar-Wai, Michel Gondry, Christoffer Boe ve Pen-Ek Rataruang’ın devrimci, soğukkanlı ve ‘dokunmasız’ aşk hikayeleriyle zirve yaptı. Bunların da ekmeklerini halen yemekteyiz. İlk dönemin formülleri ise bir hayli geride kaldı artık. Tabii ilişki filmi ya da seks filmi konseptlerinin de ayrı bir kalemde ele alınması lazım.
İşte 2000’lerin en iyi 10 aşk filmi:
1-Bir Konuşabilse... (Lost in Translation) (2003)
Sofia Coppola’nın ‘soyut aşk filmi’ konseptini başlattığı eser, özündeki Antonioni ve Fellini yani modern sinema etkisiyle öne çıktı. Yönetmenin 1999’daki ilk filmi “The Virgin Suicides” ile kanıtladığı vizyonu, burada çokça eseri peşinden koşturan bir film modeliyle karşımıza çıktı. Öyle ki “Uzak İhtimal”den (2009) “Ploy”a (2005), “Shopgirl”den (2005) “Hırsız”a (“Breaking and Entering”, 2006) uzanan geniş bir skalada eserleri etkiledi bu. Scarlet Johansson ile Bill Murray’nin birbirlerine dokunamadan yaşadıkları bu ‘yabancılaştırıcı aşk’ artık bir hayli önemli günümüz sinemasında!
2-Aşk Zamanı (Fa Yeung Nin Wa / In The Mood for Love) (2000)
Son 20 yılın en önemli sinemacıları arasında sürekli adı anılan Hong Kong’lu Wong Kar-Wai’nin adının uluslararası alanda duyulduğu film. Şiirsel ve biçimci bir aşk hikayesi olarak anılabilir. Tony Leung ve Maggie Cheung’un başrol performansları ile görünmeyenden, müzikten ve sabit kamera açılarından gelen duygu ve hikayesizlik bir hayli önemlidir bu ‘stilize’ eserde! “Zhou Yu’nun Treni” (“Zhou Yu de huo che”, 2002) ve “Exodus” (“Cheut ai kup gei”, 2007) başta olmak üzere sayısız yapıtı şimdiden etkilemiştir.
3-Sil Baştan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) (2004)
Kısaca bir aşk fantezisi olarak anılabilir. Bellek sildirme gibi bir tıp çılgınlığın yaşandığı bu sebeple bilimkurgusal öğelerle de sarılan, halüsinasyon, rüya ve bilinçaltında kaybolduğumuz bir eser. Elbette Michel Gondry imzalı ve Charlie Kaufman etiketli. Jim Carrey ile Kate Winslet’in aşık ve hüzünlü tiplerine Mark Ruffalo, Elijah Wood, Tom Wilkinson eşlik ediyor yan rollerde...
4-Yeniden Sev Beni (Reconstruction) (2003)
HD’nin dokusuyla filmin kendi ifade ettiği ‘ilüzyon’u yapan bir aşk filmi. Aşk hikayelerini ve bellekleri ‘yeniden’ inşa edebilen bir anlatı yapısı da bu durumun ana sebebi. Öyle ki masalsı bir dış ses ile aşık çiftin buluşması sürekli engellenirken, hikaye de istendiğinde tekrardan start alabiliyor. Yani tam anlamıyla ‘kurmaca’ bir eser bu. Garip, çarpıcı ve özgün evreniyle şimdilik “Tekrar” (“Reprise”, 2007) gibi kendi ülkesinden çıkan bir filmi etkilediği de görüldü.
5-Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi (The Curious Case of Benjamin Button) (2008)
“Rüzgar Gibi Geçti” (“Gone with the Wind”, 1938) ve “Titanic” (1997) gibi filmlerden alışık olduğumuz destansı aşk filmini hikaye kurgusunu ve evrim teorisini tersine çevirerek işleyen bozucu bir eser. Öyle ki burada ‘Benjamin’, yaşlı doğuyor, bebekken ölüyor. Bunun da ortasında bir yerde aşk yaşıyor ama sürekli ayrılık endişesiyle! “Dövüş Kulübü” (“Fight Club”, 1999) ve “Yedi”nin (“Se7en”, 1995) yönetmeni David Fincher’dan Brad Pitt ile Cate Blanchett’i buluşturan dev bir aşk filmi!
6-Boş Ev (Bin Jip/3-Iron) (2004)
Bu döneme uygun ‘sessiz aşk filmleri’nden biri olan eser, yükselişteki Güney Kore sinemasının bir ürünü. Minimalist yönetmen Kim Ki-Duk’un eseri içinde kaba komedi anlayışı bulundursa da esasen zengin evlerine girip ‘ruh’ ve ‘varoluş’ arayan bir erkek ile orada karşılaştığı bir kadının ‘çıkışsız’ aşkını anlatıyor. Bir hayli garip, dingin ama anlamlı.
7-Evrendeki Son Yaşam (Ruang rak noi nid mahasan / Last Life in the Universe) (2003)
Sinemasıyla çokça Sofia Coppola etkisi taşıdığı hissedilen Pen-Ek Ratanaruang bu konuda “Orman Perisi” (“Nan Fai”, 2009) ve “Ploy” (2008) gibi örnekler de vererek amacını belli etmiştir. Taylandlı postmodern yönetmen burada “Bir Konuşabilse..” ile birlikte soyut aşk filmi mantığının ilk ürünlerinden birini vermiştir. Biribirini tanımayan iki aşığın şiirsel görüntüler, metaforlar ve önplana yerleştirilen müziğin katkısıyla bir araya gelişi dönemine göre son derece yenilikçidir.
8-Aşk Sarhoşu (Punch Drunk Love) (2002)
Garip bir aşk filmi olarak adlandırılabilir. Her şeye kıllanma hastası bir adamın, Adam Sandler’ın canlandırdığı karakterin gizemli bir kadına karşı hissettiklerini; soyut görüntüler, farklı renk kullanımları ve daha nicesiyle ilginç bir noktaya götürüyor. Eğlenceli, duygusal ve dolu bir eser.
9-Avustralya (Australia) (2008)
Nicole Kidman ile Hugh Jackman’in birbirlerine tutulan kovboy ve kovgirlü canlandırdığı eski model bir aşk filmi. Destansı aşk filmleri, kaba komediler, westernler ve daha nice eski türden bir harman yaratıp bunları Avustralya coğrafyasına uyarlanması da ancak Baz Luhrmann gibi postmodern bir yönetmenden beklenebilirdi!
10-Hırsız (Breaking and Entering) (2006)
Beyaz renk dokusunu kullanan bir sadakatsizlik ya da aldatma filmi. Ancak bunu şiirsel hale getirmesi, durumu Sofia Coppola izinde farklı bir yapıtla yüzleşmemize kadar götürüyor. Jude Law, Robin Wright Penn ve Juliette Binoche başrollerde. ‘Flu olanlar’ın ve ‘içeriye izinsiz girmek’ gibi metaforların ön planda olduğu, yan anlam peşinde koşan bir eser. Birkaç sene önce hayata gözlerini yuman Anthony Minghella’nın son filmi.
HaberTürk
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...