"Normal bir hayatları olsun istiyorlar ve sevgi bekliyorlar. Çoğu; geride ailesini, işini, evini bırakmak zorunda kaldı bunun için. Kaçak ya da göçmen demeden önce onların da insan olduğunu düşünün"
DW Türkçe'nin haberine göre;
Bu sözler, İsveç'te doğup büyümüş olmasına karşın kendini bir İsveçli olarak tanımlamayan 27 yaşındaki gazeteci Alexander Mahmoud'a ait. Mahmoud, Suriye'de 6 yılı geride bırakan iç savaş sırasında bütün Avrupa ülkeleri arasında nüfusuna oranla en yüksek sayıda mülteciyi kabul eden İsveç'ten göç portreleriyle oluşturduğu fotoğraf sergisini Ankara'da açtı. Sadece Suriyeliler sözkonusu olduğunda değil göçten sözedildiğinde İsveç'in Avrupa ülkeleri arasında ayrı bir yeri var. 10 milyon nüfuslu İsveç'in altıda biri başka bir ülkede doğmuş. Göç hareketlerinin hızlandığı 2015'te İsveç hükümeti 160 bin mülteciye normal bir hayat sunmaya çalışmış. Ülkede; Irak, Bangladeş, Mısır, İran, Bosna, Cezayir başta olmak üzere dünyanın her yerinden mülteci kendine normal bir hayat arıyor. Peki hayatları normal mi?
Kendini "limbo" olarak tanımlayan Mahmoud, "limbo"nun "Ne oralı ne de buralı" olduğunu açıklarken, göçmenlerle son dört yıldır içiçe olduğunu, onların hayat hikayelerini diğer insanlara aktarmaya çalıştığını söylüyor. Mahmoud'un "İsveç'i çok seviyorum ama orda yabancı düşmanlığı ve ırkçılık yok diyemem. İnsanlar, göçmenlerin de insan olduğunu çok kolay unutabiliyor ve göçmenleri kolaylıkla yaralayabiliyor" diyor. Göçmenlerin dünyanın her yerinde olduğu gibi İsveç'te de daha az ücret ve sınıf farklılıkları başta olmak üzere zor koşullarla yaşadığını gözlemlediğini vurgulayan Mahmoud'a göre, göçmenlerin hayatlarının normalleşmesinin tek yolu onlara her şeyden önce insanca yaklaşmak.
Babası Mısır, annesi de Slovenya kökenli Mahmoud'un. Tıpkı diğer göçmenler gibi İsveç'in şehre uzak kasabalarında yaşamışlar. Nasıl bir yabancı düşmanlığına tanık olduğunu örneklendirebiliyor. "Abimin evine saldırdılar. Kötü sözler kullanarak ülkeyi terketmemizi söylediler" diyor Mahmoud. Ama İsveç polisi hep kibar davranmış göçmenlere. Peşine düştüğü kaçak göçmenlerin bile korkulu rüyası olmamış polisler. Göçmenlerin korkulu rüyası hep yerli halk olmuş. O yerli halk, eğitimli nüfusun daha çok yaşadığı şehir merkezi Stockholm'de de başka bir ruha bürünmüş sanki. İnsanlar, göçmenler konusunu çoğu zaman dikkate bile almamış. Ama İsveç Enstitüsü 'Göç Portreleri Sergisi' için Mahmoud'la özel olarak çalışmış. Sivil toplum örgütlerinin çok güçlü olduğu İsveç'te yabancı düşmanlığı ve ırkçılık konusunda toplumu bilinçlendirmek için dinamik bir ağ da oluşturulmuş. "Bu yüzden İsveç hem çok iyi hem de çok kötü yanları olan bir göç portresi çizebiliyor Avrupa'da. İnsanların göçmen konusuna daha çok duyarlı olması için daha çok çalışılmasına ihtiyaç var" diyor Mahmoud.
20 farklı hikaye
Mahmoud'un, 20 ayrı göç hikayesini yansıttığı fotoğraflarından oluşan 'Göç Portreleri' sergisi dünya prömiyerini Tallin'de yaptı. Uluslararası Göç Örgütü bu sergiye doğrudan desteğini açıkladı. Türkiye, serginin Avrupa Birliği dışında gittiği ilk ülke oldu. Sergide, Mahmoud'un göçmenlerle yaptığı birebir görüşmelerden oluşan gözlemler öne çıkıyor. Mahmoud, sergiyle hedefine doğru hızla ilerlediğini düşünüyor. Öyle ki, "Sadece bir isim ve numara olarak görülen bu insanlara bir hikaye sunmak istedim. Misyonum, onların hikayelerini tüm dünyaya duyurmak ve onlara İranlı, Suriyeli ya da kaçak denilmesinden önce insanca yaklaşılması gerektiği mesajını vermek" diyor.
"Annemi özlüyorum"
Mahmoud'un portrelerinde göçmenlerin hangi ülkeden olduklarına ya da hangi yollarla İsveç'e ulaştıklarına dair bilgilerden çok onların yaşam mücadelesi ve duyguları öne çıkıyor. Göçmenlerden sadece isimleriyle sözediliyor. Yalda, "Annemi özlüyorum" derken, yakınlarını gerilerde bırakan binlerce mültecinin sesi oluyor adeta. Mahmoud onun özlemini hikayeleştirirken sadece fotoğraflamakla kalmıyor, Yalda'dan dinledikleriyle hikayesini de yazıyor:
"Hasta olduğum zaman annem streslenir, her tarafımı örter, süt kaynatır ve bana içirirdi. Şimdi de hastayım ancak etrafında streslenecek, üstümü örtecek ya da bana süt ısıtacak kimse yok. Ailemi, annemi özlüyorum."
Göç Portreleri'nde yer alan Esther'in hikayesi de düşündürücü:
"Bu ülkede herkes onlara uyum sağlamamızı bekliyor. Neler atlattığımı bilmiyorlar. Ben mültecilerin eşitliği için çalışacağım. Birisin beni değiştirmeye çalışmasından hoşlanmıyorum. Kimim ben. Dansetmeyi seviyorum ve güçlüyüm."
"Daha güçlü sivil toplum"
Serginin Türkiye'deki küratörlüğünü yapan İsveç Ankara Büyükelçiliği Kültür Bölümü görevlisi Cemal Akyüz, gazeteci ve fotoğraf sanatçısı Mahmoud'un anlattığı hikayelerin her yerde yaşanabileceğine dikkat çekiyor. İnsanların sadece kendilerini düşünmekten ve izlemekten çıkması için sergiye kısa bir göz atmanın bile faydası olacağını anlatan Akyüz, Türkiye'de göç konusunun son yıllardaki Suriyeli göç dalgası ile daha çok konuşulduğunu, 18 Aralık Uluslararası Göç Günü'nün de bu nedenle dikkat çektiğini söylüyor. Akyüz, "Biz de İsveç Büyükelçiliği olarak bu özel gün için özel bir sergi düzenledik. İsveç'te sivil toplumun da ne kadar güçlü çalışmalar yaptığını bu sergide anlatıyoruz. Türkiye'de de göçmenler konusunda duyarlığın artması için daha güçlü bir sivil topluma ihtiyaç var" diyor.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...