Türkiye’de yüksek rütbeli askerlerin geçen hafta tutuklanması ve suçlanması, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923’te cumhuriyeti kurmasından bu yana potansiyel olarak en ağır krize yol açtı. Önümüzdeki haftalar muhtemelen, bu ülkenin İslamcılığa doğru kaymaya mı devam edeceğini, yoksa geleneksel laikliğine mi döneceğini gösterecek. Çıkacak sonuç da her yerdeki Müslümanlar açısından önemli etkiler içerecek.
Türkiye’nin ordusu uzun zamandan beri hem ülkenin en güvenilir kurumu, hem de Atatürk’ün mirasının, özellikle de laikliğinin garantörüydü. Kurucuya kendini adamak öyle kuru ve soyut bir durum değil, bir Türk subayın hayatının gayet hakiki ve merkezi bir parçasıdır; gazeteci Mehmet Ali Birand’ın da belirttiği gibi, askeri okul öğrencilerinin Atatürk’ün adının anıldığını duymadan bir saat bile geçirmesi neredeyse mümkün değil.
Ordu 1960-1997 arasında ters giden siyasi süreci onarmak için dört defa müdahale etti. Bu vakaların sonuncusunda, Necmettin Erbakan’ın İslamcı hükümetini yerinden etti. Erbakan’ın ekibinden bu deneyimle kulakları çekilen bazıları, daha temkinli AKP’nin altında yeniden örgütlendi. 2002’deki belirleyici seçimde de oyların çoğunluğunu alarak, itibarlarını kaybetmiş ve bölünmüş merkez partilerini sandığa gömdüler
Tekrar tekrar elde ettiği seçim başarıları, AKP’yi ilk baştaki temkinli yaklaşımından vazgeçmek ve
ülkeyi Türkiye İslam Cumhuriyeti hayaline daha hızlı bir biçimde götürmek yönünde cesaretlendirdi. Parti eğitim, iş çevreleri, medya ve diğer önde gelen kurumlar üzerinde artan bir kontrol kurarken, cumhurbaşkanlığına ve yargıya da yandaşlarını yerleştirdi. Türklerin ‘derin devlet’ diye adlandırdığı, istihbarat organları, güvenlik hizmeti ve yargıdan oluşan seçilmemiş kurumlar üzerindeki laik kontrole bile meydan okudu. Ülkenin yöneliminin nihai belirleyicisi olan ordu, AKP’nin kontrolünün dışında kalan tek kurumdu.
O dönemde birkaç faktör AKP’yi orduya karşı koyma yönünde harekete geçirdi: AB üyeliğinin ordu üzerinde sivil kontrol gerektirmesi; 2008’de AKP’yi kapatılmanın eşiğine getiren bir dava; ve partinin İslamcı müttefiki olan Fethullah Gülen hareketinin giderek artan kararlılığı. Partinin desteğinin azalması da bu mücadeleye bir aciliyet hissi ekledi; zira oylarının düşmesi AKP’nin tek parti yönetiminin bir sonraki seçimde son bulması anlamına gelecektir.
AKP 2007’de, seçilmiş hükümeti devirmeyi planlama suçlamasıyla askerler de dahil olmak üzere kendisini eleştiren yaklaşık 200 kişiyi tutuklamak için Ergenekon adı verilen ayrıntılı bir komplo teorisi tasarladı. Ordu buna pasif bir yanıt verdi, dolayısıyla AKP bu kez Balyoz adı verilen ve yalnızca orduyu hedef alan ikinci bir komplo teorisini tezgâhladı.
Ordu herhangi bir yasadışı faaliyette bulunduğunu reddetti ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ “Sabrımızın bir sınırı var” uyarısında bulundu. Fakat hükümet buna rağmen 22 Şubat’tan itibaren
67 muvazzaf ve emekli askeri tutuklayarak ilerledi.
Askerin iki seçeneği var
AKP bu şekilde meydan okuyarak ordu liderliğini iki itici seçenekle karşı karşıya bırakıyor: İlki, AKP’ye boyun eğmeye devam etmek ve 2011 civarında düzenlenecek adil seçimlerin bu süreci durdurup tersine çevireceğini umut etmek; ikincisiyse, bir darbe düzenleyip, seçmenin itiraz etmesi ve İslamcıların seçim gücünün artması konusunda riske girmek.
Tehlikedeki mesele şu: Ergenekon/Balyoz saldırısı orduyu Atatürkçü bir kurumdan Gülenci bir kuruma dönüştürmekte başarılı olacak mı, yoksa AKP’nin bariz hilekârlığı ve fazlasıyla ileri gitmesi, laikleri kendilerine güvenmeye mi teşvik edecek? Bu mesele nihayetinde şu soruyla ilgili: Türkiye şeriatla mı yönetilecek, yoksa laikliğe geri mi dönecek?
Türkiye’nin İslami açıdan önemi, bu krizin sonucunun dünyanın her yerindeki Müslümanları etkileyeceğine işaret ediyor. AKP’nin ordu üzerinde hâkimiyet kurması, İslamcıların ülkenin en güçlü laik kurumunu kontrol etmesi anlamına gelir ve bu da onların şu an için durdurulamaz olduğunu gösterir. Fakat eğer ordu bağımsızlığını korursa, Atatürk’ün Türkiye’deki vizyonu hayatta kalacaktır ve dünya çapındaki Müslümanlar açısından da önüne gelen her şeyi yıkan İslamcılığa karşı bir alternatif oluşturacaktır. (İsrail gazetesi, ABD’deki yeni muhafazakâr düşünce kuruluşu Ortadoğu
Forumu’nun yöneticisi ve Stanford Üniversitesi’nde misafir öğretim görevlisi, 2 Mart 2010)
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...