Tarihi zamanlardan geçsek de o kadar çok şeye şahit olduk ki son yıllarda, geleceğin tarihine tarihi zamanlar olarak not edilecek bu günler hatta yıllar bizler için “sıradan” bir günden ibaret.
Rusya-Ukrayna hattı nükleer savaşa doğru evriliyormuş,
İran’ın kolu kanadı kırılmış, kadim Pers gücü amiyane tabirle “maymuna” dönmüş,
Vekaletler savaşı yepyeni bir evreye geçmiş, özellikle Ortadoğu’da sınırlar yeniden çiziliyormuş,
Avrupa tüm değerlerini yitirip yeni bir kimliğe bürünüyormuş,
Çin bambaşka bir boyuta geçiyormuş… Bunların hepsi bu topraklarda yaşayanlar için son derece sıradan meseleler.
Çünkü şerbetlendik.
Çünkü önce can sonra canan misali canına kan, kanına derman taşıyan midesinin gurultusu ve dolayısıyla gürültüsü nedeniyle tüm bu dış seslere sağır olduk.
Duyduklarımız da umurumuzda değil.
Dünyanın dertleriyle dertlenmeyi, kendi küçük dünyasının büyük dertleri arasında boğulan bizler için en hafif tabiriyle şımarıklık olarak görebiliriz.
O yüzden…
En uzun sınır komşumuz olan Suriye’de olanları orada kurulacak paravan devletçiklerin Türkiye’nin geleceğini nasıl etkileyeceği düşüncesi eşliğinde değil diye düşünmek yerine bizdeki 'Suriyeliler artık ne zaman gider' diye düşünüyoruz.
Hemen dibimizdeki Seydnaya hapishanesindeki insanlık dışı muameleleri izlerken kanımız donmuyor, sadece “madem zulüm bitti gitsinler” diyoruz.
Bu bir insanlık yitimi mi? Görece evet.
Ama o yitirilen insanlıktan insanlığını yitirenleri kim sorumlu tutabilir?
Bulamadığı işi, iş bulsa da denkleştiremediği bütçesini, kirası astronomik diye tutamadığı evini, alamadığı sağlık hizmetini görece daha konforlu diye (Konforlu çünkü tüm bunların asıl sorumlusuna yönelteceği tepki başına iş açabilir…) hesapsız mülteci akımı ile açıklayan sıradan insan kendisine bir umut adacığı oluşturmak isterken, ona “Büyük resim”den, “evrensel dertler”den bahsedemezsiniz.
Ve yine o yüzden…
Irak’ı, Suriye’yi dümdüz eden, hızla İran’a giden ve oradan da buralara gelmesi beklenen, yani o cisim üzerimize hızla yaklaşırken düşündüğümüz şu oluyor: o cisim bize çarpınca da “sıradan bir günün sıradan bir olayı” olarak mı bakıp o kayıtsızlıkla karşılayacağız?
Olmaz demeyin.
Bugün yaşananlar da olmamalıydı.
Yaşananlara kayıtsızlığımız, tepkisizliğimiz, aldırmazlığımız ve ne olursa olsun daha kötüsü olamaz ki psikolojisi ile büründüğümüz nihilist tavır da olmamalıydı.