Başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin pek çok ilindeki tarihi yapıların restorasyonunda danışmanlık görevinde bulunan Vahit Okumuş, 25 yılını adadığı araştırmalar sonucu, Osmanlı'dan günümüze ulaşan tarihi eserlerin mimarı Sinan'ın matematiğini çözmeyi başardığını kaydetti.
Türkiye'de tarihi eser restorasyonu denildiğinde akla ilk gelen isimlerden Okumuş'un mesleki anlamda hayatını adadığı iki konu, "Sinan" ve "tarihi eser restorasyonu". Okumuş, tarihi eserlerin aslına uygun restore edilmesi adına, kimi zaman karşısına çıkan bürokratik engellerle de sonuna kadar mücadele ettiğini anlattı.
Mesleğine aşık bir inşaat mühendis olmasının, yanı sıra "Mimar Sinan" uzmanı olarak tanınan Okumuş, "Sinan, ne mühendis ne de bir mimardır. Bu iki unvana sığmaz çünkü o bir filozoftur" dedi. Hayatını, Mimar Sinan'ın eserlerindeki matematiği çözmeye adayan ve tek arzusunun üniversitelerde, "eski eser mühendislik bölümü" kurularak, Mimar Sinan'ın tekniğinin genç mühendis adaylarına öğretilmesi olduğunu belirten Vahit Okumuş, Mimar Sinan'ın 428. ölüm yıl dönümünde, 25 yılını adadığı araştırmalarını anlattı.
'ELİNDEKİ MALZEMENİN TAŞIYACAĞI GÜCE GÖRE...'
Sinan'ın, bir eser yapacaksa, onun depreme dayanıklılığını, zeminini, akustiğini, mukavemetini, hatta ısınmasını dahi düşündüğünü ve buna göre bir yöntem aradığını aktaran Okumuş, modern biliminse, istediği şeyi önce çizdiğini ve onun hesap şeklini yaptığını ifade etti.
Okumuş, Sinan'ın, elindeki malzemenin taşıyacağı güce göre, kendi matematiğini kurduğunu anlatarak, "Sinan mühendislik dalında, akustikte, köprüde, kemerde, istinat duvarında, barajlarda, zeminde, izolasyonda, deprem konusunda dünya biliminin bugün dahi ulaşamadığı, yeni bir matematik sistem kurmuştur. Bu sistemin adına da 'birim daire metodu' denir. Bugün dünyada ilk kez ben yayınladım, şu anda da bilip kullanan yoktur. Sinan bu nedenle filozoftur, çünkü kendine özgün bir mühendislik oluşturmuş, bulduğu statik sistemle, matematiksel çözümler üretmiştir" diye konuştu.
'SİNAN, BUGÜNKÜ BİLİMİN ÜZERİNDE BİR ADAM'
Okumuş, Zigetvar Seferi öncesi Kanuni Sultan Süleyman'ın Büyükçekmece'de inşa ettirdiği 636 metrelik Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü'nden örnekle, Mimar Sinan'ın köprü yaparken kullandığı metodu, şöyle anlattı:
"Sinan, köprü inşasında birim daire metodunu kullanır ve köprüsü hiçbir zaman düşey yük oluşturmaz. Yani, üzerinden hangi yük geçerse geçsin, kemerlerin hiçbiri aşağı doğru basmaz, yana doğru basar. Yükü, yana doğru iter. Bu Sinan'a ait bir metottur. Modern bilim, iş metodu, enerji metodu gibi çeşitli metotlarla kemerlerde çözüm yapar ama hiçbir şekilde doğru çözümler üretemezler. Bu sadece Sinan'ın metoduyla çözülür. O nedenle Sinan, bugünkü bilimin üzerinde bir adam. Sinan'ın köprülerinde, sivri kemer görünümü vardır. Sinan, daireyi 8 derece ile 82 derece arasındaki iki yaydan oluşturur. Bunu da hesapla yapar. Düşey yük oluşmasın diye daireyi keser ve iki daireyi birleştirdiği noktaya da üzengi taşını (orta taşı) koyar. Bu taş genellikle 15 santimetre civarındadır. Taşı keser ki hiç bir zaman yatay yük oluşmasın. Yoksa tam daire yapılmış köprüler ve kemerlerde, üst kısımda düşey basınç oluşur. Sinan bu düşey basıncı istemez. Bunu yaptıktan sonra kemeri örerken hiç bir şekilde, harç, demir, zıvana kullanmaz. Sadece taşları özel bir teknikle dizer. Öyle bir dizer ki derinine doğru birbirine bağlar bu taşı. Sistem kendi içinde bağlanır."
'BİR ARABA KÖPRÜYE GİRDİĞİ AN...'
Bu tekniğin ötesinde Sinan'ın köprü yapımlarında hareketli yükün etkisini direkt olarak köprüye aktarmadığını anlatan Okumuş, yaptığı araştırmalar sonucu Sinan'ın eserlerindeki dayanıklılığın bilimsel açıklamasını ise şöyle aktardı:
"Modern bilim hareketli yükü taşıyacak sistemler oluşturur. Halbuki hareketli yük, titreşim yaptığı için yapılan malzemenin bozulmasını kolaylaştırır. Sinan, buna çok önemli bir yöntem bulmuştur. Bir araba köprüye girdiği an, yükünü bütün köprüye dağıtır. Yani hareketli yük, tekil olarak etki etmez. Bu tekil olarak etki etmediği için de üzerine gelecek yükle, köprü bozulmaz. Bugünkü bilim bunu çözememiştir. Çözemediği için de onu demirlerle taşıyacak sistem oluşturmuştur. Biz modern bilimde köprüleri, deneyle, yaklaşık metotlarla çözeriz. Teorik olarak olarak çözmüş olmamıza rağmen, teorik çözümlerimizde yaklaşık metotlar kullanırız. Sinan hiçbir zaman yaklaşık metot kullanmaz, tamimiyle dosdoğru çözüm yapar, doğru çözüm yapar. Bu nedenle üzerine gelecek hareketli yük, köprüyü etkileyemez. Etkileyemediği için de hiçbir şekilde köprünün ileride hareketli yük dolayısıyla bozulması mümkün değildir."
Sinan'ın, köprüdeki eğimi yine birim daire metoduyla çözdüğünü ve bu eğimi, yükün dağıtımı için yaptığını aktaran Okumuş, "Her köprüsünde böyle bir eğim vardır. Asıl doğru olan budur. Bunun bir avantajı da vardır. Sular yükseldiğinde köprünün üzerinden akmasını istemez, yandan kaçması için bu eğimi yapar. Köprülerde en büyük tehlike üzerinden su geçtiğinde ortaya çıkar, çünkü yıkılabilir" dedi.
Sinan'ın inşa ettiği köprülerin ayaklarında da bir köprü bulunduğunu ifade eden Okumuş, "Bunun amacı şu; Su yükseldikçe köprü yatay etki yapar, düşey etki yapmaz. Yatay etki yaparak, ayakları tutmayı sağlar. Su yükseldikçe üzerine yük fazla binecektir. Binen yük ayaklarını sıkıştıracaktır, kaymasını önleyecektir" diye konuştu.
'TARİHİ LABORATUVAR GİBİ KULLANIR'
Usta Mimar'ın eserinde kullandığı malzemeyi özenle seçtiğini ve aynı ocağın taşını kullandığını belirten Okumuş, "Sinan'ın bir özelliği de malzeme seçmesini çok iyi bilmesidir. Zannediyorum ki tarihi laboratuvar gibi kullanır. Geçmişte yapılmış eserlerdeki taşların dayanıklılığını tespit eder. Bu dayanıklı taşların ocaklarını bulur ve onları kullanır. Kullandığı taşların ömrü çok uzundur" dedi.
Osmanlı döneminde Bakırköy'deki adliyenin bulunduğu yerden küfeki taşının çıkarıldığını anlatan Okumuş, bu taşın Romalılar tarafından kullanıldığını tespit eden Sinan'ın İstanbul'daki eserlerinde küfeki taşı kullandığını aktardı. Sinan'ın iki farklı malzemeyi bir eserde kullanmadığını dile getiren Okumuş, şöyle devam etti:
"Beton niye bozulur? Çünkü değişken malzemelerden oluşmuş bir harçtır. O nedenle Sinan böyle şeyleri hiç kullanmaz. Günümüzde inşaat malzemesini laboratuvarda deniyoruz, 'mukavemeti bu kadar' diyoruz. Bu malzemenin zamanla ne kaybedeceğini bilmiyoruz. Bizim zaman ölçerimiz yok. Sadece 'sıcak ve soğuktan nasıl etkilenir, aşınma oranı nedir?' diye tespitler yapıyoruz. Zamanın bir fonksiyon olduğunu ve bir işlev yarattığını bilemediğimiz için 'mukavemeti şudur, öyleyse şunla şunu yapabilirim' diyoruz ama beton da olduğu gibi zamanla çürüyor. Ama Sinan bunu çok iyi biliyor. Bunu nereden bildiğini bilmiyorum ama öğrendiği yerin tarih olduğuna inanıyorum. Zamanın bir şeyleri etkilediğini biliyor ve bu nedenle tarihe dayanmış malzemeleri kullanıyor eserlerinde."
Sinan'ın eserlerinin hiçbir zaman rutubet almadığını, izolasyonu da bilimsel yöntemlerle yaptığını belirten Okumuş, "Süleymaniye gibi bir bina yapıyor. O eserin depreme dayanmasını değil, o eseri depremden nasıl koruyacağını düşünerek hesap yapıyor. O eseri nasıl ısıtacağını düşünüyor. Kullandığı taşın akustiğini bildiği için öyle şekil veriyor. Sinan cami yaparken önce kafasından çizmiyor. Onun statiğini, akustiğini, izolasyonunu, depreme dayanıklılığını düşünerek mimarisini oluşturuyor. Yani doğal mimarisini buluyor. Sinan'a ulaşabilmek için önce onun statiğini bilmeniz, hesap metodunu bulmanız lazım. Yoksa onun mimarisine ulaşamazsınız" ifadelerini kullandı.
SÜLEYMANİYE'NİN AKUSTİĞİNDEKİ KÜP EFSANESİ
Eski eserlerle ilgili günümüzde kullanılan bir hesap metodunun olmadığını, bugünkü bilimin, mühendislik programlarının eski eserleri çözemeyeceğini savunan Okumuş, "25 yıl önce, bu metodun farklı ülkelerde çözülebildiği düşüncesiyle İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü bir araştırma yapılmasını istedi. Ben de nereden başlasam diye düşünürken, bu işi Sinan'ın yapabileceği aklıma geldi. Ama daha önce bir yaşam felsefem vardı. Bir eser ya da bir taş, tarihten bize intikal edebiliyorsa, ister tesadüfen ister tecrübelerle yapılsın, orada gerçek bir bilimin gizli olduğuna inanıyorum. Bunun üzerine Sinan'ı incelemeye karar verdim" diye konuştu.
Sinan'ı incelemeye Süleymaniye Camisi ile başladığını, eski rölöve projesinin kopyasını alarak odasına astığını ve uzun süre seyrettiğini anlatan Okumuş, şunları kaydetti:
"Süleymaniye Camisi'ne Sabah namazına gidiyordum ve öğlene kadar camiyi izliyordum. Amacım şuydu; neyi nasıl ve niçin yaptığını görmek için eseri iyi tanımalıydım. Kullandığı malzeme ne? Taş kullanmış, tuğla kullanmış. Taş ve tuğla, eğilmeye ve çekmeye dayanmaz. Öyleyse bütün eserlerini, basınca dayanır şekilde yapma mecburiyetindeydi, yoksa bu eserlerin yaşaması mümkün değildi. O zaman basınca dayanır bir form vermek için ne yapmıştır? diye düşündüm. Basınca dayanıklılık için kullandığı metodu buldum. Çok iyi trigonometri bilir. Trigonometriden yola çıkarak, bunu buldum. Kubbenin dönüşünü bulmak için aylarca, yıllarca uğraştım. Çünkü onu formüle etmesi gerekiyordu. Hep anlatılır; 'Süleymaniye'de akustik için küp kullanmıştır'. Hayır, yalan söylüyorlar çünkü statik ona emretmiştir, 'burada boşluk bırakacaksın' diye. Akustik çalışması da yaptım Süleymaniye Camisi'nde. Hiç bilmediğimiz galen taşını kullanmıştır akustik için. Sinan, Süleymaniye Camisi'nin duvarlarına hiçbir zaman yük taşıtmamıştır. Kemerlerine taşıtmıştır. Süleymaniye'de duvarların için boştur."
Milliyet
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...